Kadir Bekâr

1934 Kahramanmaraş doğumlu, yayınlanmış 41 kitabı ile gönüllere taht kuran, Necip Fazıl Kısakürek Onur Ödülleri’nin ilkinin sahibi, Kudüs sevdalısı, Yedi Güzel Adam’dan biri olan yazar ve fikir adamı Nuri Pakdil ile içimizi fethetmek, İstanbul, Kudüs ve Türkiye üzerine konuştuk.

Yedi Güzel Adam olarak, dostlarınızla lisede başlayan bir dostluk hikâyeniz var ve bu hikâyeniz hiç bitmemiş. Dostluğunuzu nasıl muhafaza ettiniz?

Yedi Güzel Adam’la tanışmamız Maraş Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarımda başlamış, Ankara’da ve İstanbul’da gitgide artarak, yoğunluk kazanarak bugünlere gelmiştir. Yedi Güzel Adam olarak anılan bizler, gerçekten olağanüstü bir arkadaş topluluğuyduk. İdeolojimiz ortaktı. Hepimiz sapına kadar İslâm devrimcileriydik. Biz her zaman, yazmayı ve düşünceyi önceledik. Zamanla farklı kulvarlarda ilerleyenlerimiz oldu, ama herkes yapmak istediğini en iyi yapanlardandı. Öykü yazan iyi öykücü, şiir yazan iyi şair, deneme yazan iyi denemeci oldu.

Yedi Güzel Adam dizisi, sizleri tam anlamı ile yansıtıyor mu? O dönemde yaşanan sağ-sol çatışmalarından uzak kalmayı nasıl başardınız?

Yedi Güzel Adam dizisi, bir belgesel değildir. Kurgulanmış bir senaryonun ekranlara yansıtılmasıdır. Elbette hayatımızla örtüşen çok yönleri de vardır. Fakat unutulmamalı ki Yedi Güzel Adam dizisi, tamamen bir kurgu ürünüdür. Elbette hayatımızdan kimi parçaları alması olağandır. O dönemde yaşanan sağ-sol çatışmalarının yapay olduğu, kurgulanmış olduğu, genç insanların kullanıldığı daha sonraki dönemlerde daha iyi anlaşıldı. Bizim farkımız, bunu o dönemde farketmiş olmamızdı.

Fethedilmesi gereken ilk yurdun içimiz olduğunu vurguluyorsunuz. Günümüz gençlerine oraya yönelebilmeleri için tavsiyeleriniz nelerdir?

En büyük fetih, insanı yeniden anlama, onun tüm ruhsal gereksinimlerini ona hissettirme eylemi olabilir. Edebiyatın işlevi; insana, yeniden inanma gereğini duyurmaktır. Çünkü insanda adalet duygusunu oluşturan, bu duyguyu canlı tutan kaynak, insanın ruhsal derinliği, insanın mânevi yönüdür. Yurdumuzun şu ortamın­da sanatı, edebiyatı savun­makta ısrar edenlere dikkat edelim, ilgi duyalım; bu ilgi yaygınlaşsın, dileğim bu. Ancak böylesi bir ilgi yaygınlaşması aydınlık bir geleceği hazırlayabilir.

Alınteri, sömürü, emek, önder, sorumluluk, özgürlük, Tanrı, uygarlık, Ortadoğu, Afrika, kirli mülkiyet, başkaldırı, sizin en çok kullandığınız kelime ve kavramlar oldu. Özellikle bu kelimeleri tercih etmenizdeki sebep neydi?

Andığınız kelimeler ve kavramlar rastgele seçilmiş ve yazılmış kelimeler ve kavramlar değildir. Düşünmeye başladığım ilk günden itibaren, bunların hepsi ilgi odağım oldu. Bu kelime ve kavramlar kimliğimin kopmaz parçalarıdır. Hepsi de, kendi bağlamları içinde, İslâmi bir âidiyet taşır. Benim kişiliğim, bu kelimelerin, bu kavramların içinde oluşmuştur. Bunlar, damarlarımda dolaşan çok özel alyuvarlar, akyuvarlardır. Bu kelime ve kavramlarla daha sahih düşünebiliyorum çünkü.

Edebiyat Dergisi’nin işlevini ve “yeni kelimelerle anlatım” yaklaşımınızı biraz açar mısınız?

1923 yabancılaştırma girişimleri bizi ayırdı, bizi kopardı kendi edebiyatımızdan. Tüm düşünce, sanat, edebiyat mirasına yabancılaşmış, kendisini yalnızca söz gelimi seksen yıldır var sanan bir ‘koşullandırma’, insanımızın boynuna bir darağacı ipi gibi geçirilmek istendi. İnsanımız ve tarihî birikimi arasındaki bağlantı koptu.

Yeni kuşaklar, yoğun bir yabancılaşmanın, kendi kültüründen kopmayı öneren resmî bir öğretinin buyruk kesildiği bir ortamda yetişti. Edebiyat Dergisi, işte bu yeni kuşaklarla iletişim kurmak için yayımlandı. Çıkışın amacı buydu. Biz, ülkemize edebiyatla gelen ve yerleşen bu yabancılaşmanın, yine ancak edebiyatla ülkemizden atılabileceğine inanıyorduk. Sanatı, edebiyatı, birincil kaygımız yapışımız bundandı.

Sadece kullandığımız dil değil, kullandığımız kavramların ve söylememizin içeriği de büyük şaşkınlık yaratıyordu. Çünkü Edebiyat’ın çizgisi köktenci bir çizgiydi. Muhalifti Edebiyat Dergisi. Biz, sanatın, edebiyatın işlevinin, tüm sömürülere karşı durmak olduğunu söylüyorduk. “Yazı, ezen sınıfı ezmek için yazılır” diyorduk. “Arş’a en yakın duran, duâdan sonra, boyun eğmeyen edebiyattır İblis’e” diyorduk. Cellât’a karşı duracak güç salt edebiyattaydı ve yerli edebiyatın varoluş savaşı olacaktı bu. Bu varoluş savaşı da, yıpranmamış, pörsümemiş, eskimemiş bir dille, gerçekten yepyeni bir söylemle verilebilirdi.

İslâm’ın öğretisel, tarihsel, evrensel, özgürlükçü, ilerici özü, yeni kavramlarla, yeni kelimelerle ifade edilmeliydi. Yeryüzündeki tüm inananların birlikteliği yeni kavramlarla, yeni kelimelerle savunulmalıydı.

İstanbul size ne ifade eder?

İstanbul, yeryüzünün en güzel şehridir. Bir yazar için ilham kaynağı olabilecek yegâne şehir İstanbul’dur. Aşk şehridir İstanbul. İstanbul, Varoluş Sevdası’nın, politik duruşumuzun simgesidir.

Ezeli ve Ebedi Ulu Önderimiz, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) fethini müjdelediği, yeryüzünün tek şehridir. Bu yüzden İstanbul, bizim için kutsal bir şehirdir. İstanbul’u bunun için çok seviyoruz. Bundan daha kutsal bir gerekçe olabilir mi, İstanbul’un biricikliğine?

Ankara’ya gelince, bendeki karşılığı tek kelimedir: Cehennem.

Biz Müslümanlar Kudüs’ü çok severiz ve sevmeye kesintisiz devam edeceğiz. Çünkü, Ezelî ve Ebedî Ulu Önderimiz, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Miraç’a yükselirken en son ayak bastığı yer Kudüs’tür. Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul sevilmeden hayatın yani varoluşumuzun hikmeti kavranılamaz.

Kudüs’e olan muhteşem sevginizin nedeni nedir?

Biz Müslümanlar Kudüs’ü çok severiz ve sevmeye kesintisiz devam edeceğiz. Çünkü, Ezelî ve Ebedî Ulu Önderimiz, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Miraç’a yükselirken en son ayak bastığı yer Kudüs’tür. Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul sevilmeden hayatın yani varoluşumuzun hikmeti kavranılamaz.

Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Kudüs’ü savunmak, gerçek bağımsızlığı savunmaktır. Bizim eylemimizin evrenselliği oradan başlamaktadır. Orası, Peygamberimizin (s.a.v.) mucize coğrafyasıdır. Kudüs’ü bunun için çok düşünmeli, çok sevmeliyiz.

“Türkiye’de düşünce özgürlüğü hâlâ yok” diyorsunuz. Neden?

Düşünce özgürlüğünün önünde çok kısıtlamalar var. Çok daha özgürce konuşabilmeliyiz. 5816 nolu kanun yürürlükte olduğu müddetçe Türkiye’de düşünce özgürlüğünün olduğu söylenemez. Dünyanın hiçbir yerinde kanunla korunan adam yoktur.

Ayrıca, dünyanın hiçbir yerinde siyasi partiler, bu partilerden birisinin kurucusuna bağlı olmak ve bağlı kalmak koşuluyla seçime girmezler. Seçim günü sözde her türlü siyasi propaganda yasaktır. Fakat seçime giren partilerden birisinin kurucusunun rozetini, fotoğrafını taşımak bu yasağın dışındadır. Ne ki, seçmen bu baskıya boyun eğmemekte, seçime bu ayrıcalıkla giren o partiyi iktidara getirmemektedir.

Türkiye ve İslam Dünyası arasında ilişkiler yeniden kuruluyor. Türkiye, İslam Dünyası için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Yurdumun çağ için gereği belli. ‘Umut’ kelimesi yeri­ne ‘Türkiye’ adını yazsak yeridir. Çünkü Türkiye, yalnız kendi kendisi için değil, Ortadoğu ülkeleri için de varol­mak zorundadır.

Batı uygarlığı’nın egemen olduğu çağımızda, özellikle Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalarda, Batı üretimi bir insanlık trajedisi yaşanmaktadır. Batı dünyası, büyük bir kindarlıkla saldırmaktadır Müslümanlara. Batılı sömürgeciler, sömürü ve cinayetlerini, bu parçalanmış coğrafya üzerinde kurulmasını sağladıkları devletlerin kukla yöneticileri üzerinden yürütmektedir.

Batılılar, yüreklerinin en gizli köşelerinde hâlâ duran Ortadoğu Korkusunu atamamışlardır. Nedir bu korku? Ortadoğuluların, İslâm uygarlığını yeniden gün yüzüne çıkarmaları olasılığıdır.

Ben Türkiye’nin, özellikle Ortadoğu için tartışılmaz önemde bir işlevi olduğunu görüyorum ve bu bağlamda gençlerimize hep umutla bakıyorum ve önemsiyorum. Böyle bir tarihsel sorumluluğa muhatap olan gençlerimiz çok okumalı, kendilerini çok iyi yetiştirmeli ve mutlaka bir yabancı dil öğrenmelidir. Tercüme edilmiş bütün klasikleri, Ortadoğulu yazarların kitaplarını titizlikle okumalıdır. İnsan bir okumaya başladı mı yeni yazarlar keşfetmeye kendini alıştırmış olur.

Türk yazarlarına gelince, başta Üstad Necip Fazıl’ın piyesleri, şiirleri, romanları, denemeleri hatıraları, polemikleri titizlikle okunmalı, ünlü Sakarya Türküsü şiiri mutlaka ezberlenmelidir.

Benim bugünkü tarih itibari ile yayınlanmış 41 kitabım bulunmaktadır. Bunların temin edilebileceği internet platformları ve kitapçılar hakkında edebiyatdergisi.com sitesinde bilgi mevcuttur. İmkânları olduğu oranda alıp titizlikle okumalarını yürekten dilerim.

Son olarak GENÇ Dergisi okurlarına neler söylemek istersiniz?

Bugün, onurlu bir insan olabilmek, ancak ciddî olarak antikapitalist ve antifiravunist olmakla mümkündür.

İslâm dini, özgürlükçüdür, ilericidir, devrimcidir, bağımsızdır, sömürünün her biçimine karşıdır. Başta anamalcılığa karşıdır, başta yabancılaşmaya karşıdır İslâm Öğretisi. Bu din, insanın yalnızca emeğinin karşılığını yiyebileceğini vurgular.

Şirke teslim olmamış bütün vicdanlar, nerede olurlarsa olsunlar, ne durumda olurlarsa olsunlar, sömürü düzenine, sömürü düzeninin simgelerine karşı bir cephe oluşturmalıdır. Dikkatini, enerjisini karanlıkla savaşa yoğunlaştırmalıdır.

“Benim karnım tok, sırtım pek olduktan sonra…” dememeli ve değişmeyen şu yasayı unutmamalıdır: Cüz’î kurtuluş yok; kurtuluş: Küllî.


GENÇ'ın Yazısı.