Bir seyyah mutlaka Taftan Çölü’nü geçmeli, Nepal’e gitmeli, Latin Amerika’yı, Afrika’yı, Tibet’i görmeliydi. Bunlar seyyahlara rütbe kazandıran yolculuklardır.

İran’ın sınır şehri Zahedan’dan Pakistan’a geçmek için anlaştığımız kaçakçının arkası açık pikabıyla sınıra doğru ilerliyorduk. Sabahın soğuğu rüzgârla birleşerek göğüslerimize vururken ben de tıpkı benim gibi kaçak olarak Pakistan tarafına geçecek olan yoldaşlarımı seyrediyordum. Birbirimizle konuşmasak da gözler, bakışlar her şeyi açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Herkesin bakışında bir tedirginlik vardı. Aslında bu tedirginlik hiç de haksız bir tedirginlik sayılmazdı. Özellikle de sınırı geçerken yakalanırsak başımıza gelecek olanları, çekeceğimiz sıkıntıları aklımıza getirdiğimizde… İran-Pakistan sınırına yaklaştıkça her birimizin heyecanı daha bir artıyor, herkes daha bir şevkle bildiği duaları okuyordu.

İran-Pakistan sınırı

Artık sınıra gelmiştik ve araba durur durmaz arabadan aşağı atladık. Sınırda ortalık ana baba günü gibiydi. Her yer birazdan karşı tarafa geçecek olan Belucilerle doluydu. Toprakları İran ile Pakistan arasında bölünmüş olan Beluciler geçimlerini sınır ticareti yaparak karşılıyorlar, İran ve Pakistan yönetimleri de Belucilerin vizesiz sınır geçişlerine göz yumuyorlardı. Biz de sırtımızdaki çuvallar ve üzerimizdeki Beluci kıyafetleriyle kalabalığın arasına karışıp sınırı geçecektik. Yüzlerce Beluci birazdan verilecek izni bekliyordu. Sınır güzergâhımız boyunca önce İran askerlerini daha sonra da Pakistan askerlerini aşacaktık. Anlaştığımız kaçakçı tarafından önden gönderilen ufak tefek hediyelerin karşılığında İran askerlerini aşmak son derece kolayken asıl zor olan Pakistan askerlerini ikna etmekti.

Sınırdaki heyecanlı koşu

Beluciler arasında yerimizi alıp kendimizi birazdan başlayacak olan koşuya hazırlamaya başladık. Bir askerin elindeki düdüğü çalmasıyla birlikte birden ortalık hareketlendi. Yanımdaki Tacik arkadaşımın “haydi koş” diye bağırmasıyla ben de sırtımdaki çuvalla koşmaya başladım. Kalabalığa karışarak önce İran askerlerinin arasından geçtim. Daha sonra Pakistan askerlerinin bulunduğu bölgeye yaklaşmaya başladım. Pakistanlı askerler İran askerlerinden daha dikkatli davranıyor, Beluciler arasına sızmış kaçakları, yani bizi bulmaya çalışıyorlardı. Askerlerin yanına yaklaşırken fark edilmemek için yüzümü biraz daha kapattım. Elinde sopa olan ve sürekli etrafa bağıran Pakistanlı askerin önünden hızlıca geçtikten sonra artık karşı tarafa bir hayli yaklaşmıştım. Fakat birden arkamdan birinin “Adem, Adem” diye bağırdığını duydum. Arkamı döndüğümde ise bağıranın Tacikistanlı kaçakçı olduğunu, arabada bizimle birlikte gelen diğer kaçakların da askerler tarafından yakalandıklarını fark ettim.

Pakistan askerlerine yakalanışımız

Pakistanlı askerler bir taraftan bağırıyorlar diğer taraftan da ellerindeki sopaları sallayarak bizim ekibi yere çöktürmeye çalışıyorlardı. Ben de onların yanına doğru yürümeye başladım. Benim için artık her şey bitmişti. Afganistan hayallerim suya düşmüş, bundan sonrası için de zorlu bir süreç beni bekliyordu. Pakistanlı askerlerin yanına yaklaştığımda askerlerden biri elindeki sopayı bana doğru sallayarak diğerlerinin yanına geçmemi söyledi. Ben de Tacik kaçakçının yanına geçtim. Artık resmen yakalanmıştık. Fakat Tacik arkadaşım oldukça rahattı. Kulağıma eğilerek “merak etme 50 dolara her şeyi hallederiz” dedi ve Pakistanlı askerlerle pazarlığa başladı. Bu arada askerler aramızdan iki kişiyi ayırıp hiçbir neden belirtmeden bunlar bizimle kalacak dediler. Onları serbest bırakmama konusunda oldukça kararlı görünüyorlardı. Pakistanlı askerlerden biri bir ara bana dönüp niçin karşı tarafa geçmek istediğimi söyledi. Ben de Tebliğ Cemaati’ne mensup olduğumu, Pakistan’a Tebliğ için geçtiğimi söyledim. Pakistan yönetimi Tebliğ Cemaati’ne mensup kişilere özel bir statü sağlıyor, sınırlardan geçişleri konusunda onlara yardımcı oluyordu. Tacikistanlı kaçakçı da bundan dolayı bana eğer yakalanırsak Pakistan tarafına tebliğ için geçtiğimizi, hatta Tebliğ Cemaati’nden olduğumuzu söylememi tembihlemişti.

Askerlerle geçiş pazarlığı

Pakistan askerleriyle gözümün önünde müthiş bir pazarlık yapılıyordu. Sonunda 50 dolar karşılığında askerlerle anlaşmaya varıldı. Fakat bizden ayırdıkları iki kişiyi bütün ısrarlarımıza rağmen bırakmadılar. Benim bu duruma üzüldüğümü gören Tacik arkadaşım bana dönerek “ her geçişte birkaç fire verilir. Nasipleri böyleymiş, canını sıkma” dedi. İstedikleri parayı vermiş ve karşı tarafa doğru yürümeye başlamıştık. Fakat benim aklım askerler tarafından tutuklanan kişilerde kalmıştı. Son kez arkama baktığında elleri kelepçelenmiş iki kişi Pakistan askerleri tarafından götürülüyorlardı. Hiç tanımadığım; fakat kader birliği yaptığım bu kişilerin yerinde ben de olabilirdim. Son kez arkama bakarken içlerinden biriyle göz göze geldik. O an içim cız etti. Çaresizdim. Artık bütün engelleri aşıp karşı tarafa yaklaşmamıza çok az bir mesafe kalsa da ben son derece keyifsizdim. Yeni yol arkadaşım Karşı tarafa geçtikten sonra Tacik kaçakçı beni Özbek bir öğrenciyle tanıştırdı. Bundan sonraki yolculuğumda bu Özbek öğrencinin bana yol arkadaşlığı yapacağını, Kuetta’ya kadar birlikte gideceğimizi söyledi. Daha sonra Tacik kaçakçı ile kucaklaşıp vedalaştık.

Yeni yol arkadaşım

Özbek öğrenciyi hemen sevmiştim. Tertemiz, sempatik bir gençti. Kuetta’ya ilim öğrenmek için gidiyordu. Bu yolculuk sonunda okumak istediği medreseye ulaşacak ve 6 sene boyunca evine hiç dönmeden burada âlim olacaktı. Özbek öğrencinin hikâyesi bana geçmişte ilim için yapılan yolculukları hatırlattı. Bir taraftan yeni yol arkadaşımla sohbet ediyor diğer taraftan da etrafı seyrediyordum. Etraf uzun gömlekli Pakistanlılarla, bozdukları dolarlar karşılığında Rupi dağıtan sokak dövizcileriyle doluydu. Ayrıca Pakistan tarafının İran’a göre çok daha yıkık dökük, bakımsız olduğu da hemen dikkat çekiyordu.

Taftan Çölü bizi beklerken

Mirjava sınır kapısından geçmiştik. Bundan sonra da Kuetta şehrine doğru yapacağımız Pakistan yolculuğumuz başlayacaktı. Fakat önce ünlü Taftan Çölü’nü geçmemiz gerekiyordu. 12 saatlik bir otobüs yolculuğu daha bizi bekliyordu. Hakkında bir çok şey okuduğum, duyduğum Taftan Çölü bugün geçmişe göre çok daha güvenliydi. Geçmişte Taftan Çölü’nde eşkıyalar cirit atıyor, sık sık yolcular silahlı eşkıyalar tarafından soyuluyor ve geriye yeni bir çöl hikâyesi daha kalıyordu. Okumak gerçekten de zamanı ve mekânı anlamlandıran bir eylem. Bundan dolayı Taftan Çölü’nü geçmeden önce aklımdan hep çölle ilgili okuduklarım geçiyor, okuduklarımdan aklımda kalanlar da beni son derece heyecanlandırıyordu. Ayrıca bir seyyah mutlaka Taftan Çölü’nü geçmeli, Nepal’e gitmeli, Latin Amerika’yı, Afrika’yı, Tibet’i görmelidir... Bunlar hem zevkli hem de seyyahlara rütbe kazandıran yolculuklardır.

Pakistan’ın süslü otobüsleri

Özbek yol arkadaşımla birlikte son derece süslü, fosforlu, birbirinden ilginç desen ve renklere sahip olan Dalbandin Otogarı’ndaki Pakistanlıların meşhur otobüslerinden birine bindik. Otogar dediysem öyle düzenli, otobüs firmalarına ait büroların olduğu bir yer olarak düşünmeyin... Burası 4-5 süslü, alımlı otobüsün bulunduğu bir alandı. Bir bilet alıp otobüse bindik. Fakat o da ne, bindiğimiz otobüsün içi koridora üst üste dizilmiş çuvallarla doluydu. Bundan dolayı arka taraftaki koltuğumuza geçebilmek için bu çuvalları aşmak zorunda kaldık. Türkiye’de olsa asla kimse böyle bir otobüsle yolculuk yapmak istemez, iki dakika içinde yolcular arasında isyan çıkardı. Ben ise otobüsün içine yayılan birbirinden canlı Pakistan müziklerinin eşliğinde otobüsün karmakarışık halini ve otobüse yerleşmeye çalışan yolcuları seyrediyordum. Bu kargaşa, kaos bana öyle sevimli gelmişti ki gözümü dakikalarca olan bitenden ayıramadım.

Çöle kurulmuş sahne

Bir hayli gecikmeli de olsa otobüsümüz sonunda hareket etti. Pakistan gerçekten bambaşka bir dünyaydı. Yol boyunca hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya dikkat ediyordum. Sundurmaların üzerine oturmuş keyifle İngilizlerden kalma sütlü çaylarını içen amcalar, ikide bir sırtlarındaki bettoları düzelten Pakistanlı gençler ve daha neler neler… Yıkık dökük ev ve dükkânların olduğu kasabaları geçtikten sonra Taftan Çölü’ne girdik. Güneş yeryüzünü terk etmeye hazırlanırken başladığımız çöl yolculuğu kısa zaman önce başlayan ışık oyunlarıyla daha bir güzelleşmişti. Güneş battıkça çöl adeta birazdan başlayacak olan ışık gösterisi için büyük bir sahneye dönüşüyordu. Gördüğüm manzara karşısında öyle büyülenmiştim ki ışıkların çöldeki raksından gözümü bir türlü alamıyordum. Çöl ve güneş bütün güzelliklerini cömert bir şekilde etrafa sunuyor, bana ise bu güzelliğin keyfini çıkarmak kalıyordu.


Adem Özköse'ın Yazısı.