Sosyal Bilimler Tarihinin En Büyük İsmi, Büyüyü Bozan Büyücü: Max Weber
“Günümüzün kaderi, akıllaştırma, entelektüelleştirme ve hepsinden önemlisi dünyanın ‘büyüsünün bozulması’dır.”
Orta Almanya’nın Thuringia bölgesinde, yetenekli, varlıklı ve nüfuzlu bir ailede, Nisan 1864’te dünyaya gelir. Babasının adı da Max’tır. Tekstil işinde başarılı bir fabrikatördür. Aynı zamanda mecliste Ulusal Liberal Parti üyesidir. Weber’in büyüdüğü ev ortamı son derece dünyevi, ayrıca kozmopolitan ve de entelektüeldir. Dönemin önemli siyasi figürlerini evinin salonunda sürekli görür. Bu durum daha sonraları “bürokrasi” üzerine kafa yormasına neden olacaktır. Henüz üniversiteye gitmeden evvel Goethe, Spinoza, Kant ve Schopenhauer’u genişçe bilir. Heidelberg ve Berlin Üniversitelerinde hukuk eğitimi alır. Ardından üniversitede hoca olarak çalışmaya başlar. Önemli bir sosyolog ve feminist olan karısı (aynı zamanda kuzeni) Marianne ile birlikte “Weber Çevresi” olarak bilinen topluluğa ev sahipliği yaparlar. Bu grupta Batı Marksizminin kurucusu sayılan György Lucaks ve varoluşçu akımın öncüsü Karl Jaspers’te vardır.
İktisat alanında hatırı sayılır çalışmalar yapar, din sosyolojisinin kurucu metinlerini yazar. Sosyal ve ekonomik ilişkilerin, Karl Marx’ın söylediğinin aksine, karmaşık olduğunu ve belli bir yasaya indirgenemeyeceğini söyler. Marx, tüm toplumların tarihinin üretim biçimlerinde ve sınıf çatışmalarında yattığını söylemişti, pozitivizmin kurucusu Comte’da toplumsal olayların deneyler sonucu genellemeler yapılarak anlaşılacağını söylemişti. İşte Weber bunların her birine karşı çıkarak bize yeni bir gözlük hediye eder.
ANLAMACI SOSYOLOJİ
Weber’den önce sosyal bilimlerde hakim olan pozitivist anlayışa göre, sosyal olaylar da tıpkı doğa olayları gibi belli yasalara bağlıdır ve bu yasaları çözdüğümüzde toplumu da çözmüş oluruz. Bir sosyal eylemle ilgilenileceği zaman, önceden heybemizde olan teoriyi buraya yansıtırız ve eylemi o teoriye uydurmaya çalışırız. Marksistlerin de sık sık düştüğü bir hata olan bu yaklaşım, Weber ile birlikte sarsıntıya uğrar. Sosyolojik olaylara dair iki tür yaklaşım geliştirilir: Açıklayıcı Sosyoloji ve Anlamacı Sosyoloji. Weber ikinci çizgidedir. Açıklamak yerine anlamayı önerir. Çünkü insana dair her şey basma kalıp ifadelerle ve genel geçer teorilerle açıklanamayacak kadar komplekstir. İyi bir sosyolog olduğu kadar iktisatçıdır da. Sosyal eylemde neden-sonuç dengesine dikkat edilmesi gerektiğini vurgular. Sosyal eylemin neticesinde grup içindeki bireye ne olduğunu sorgular.
Dinin sosyal hayatta ekonomiden daha önemli bir konumda olduğunu iddia eder. Hatta ekonominin de belirleyicisinin din olduğuna dair görüşleri için bkz: Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu. Bu eserinin etkisi hâlen devam etmekte ve tartışılmaktadır. Kapitalizm ve din üzerinden yapılan araştırmalar ve söylemler bu esere bir anlamda atıf yapmak zorundadır. Kendisi de bir protestan olan Weber, bu çalışmasında kapitalizmin neden diğer toplumlarda değil de protestan toplumlarda ortaya çıktığını sorgular, protestan ahlakın kapitalizmi ürettiğini ve kapitalizmin de protestanlığı etkilediğini iddia eder. Protestanlığın iş ahlakı, kapitalizmin önerdiği çalışma sistemi ile çok uyuşmaktadır. En çok bilinen çalışması budur. Modern sosyal bilimlerin kurucu metnidir.
KAHROLSUN BÜROKRASİ
Bu eserinde seçme eğilimi dediği bir şey geliştirir. O’na göre, Protestanlığın içinde, kapitalizmin amaçlarını paylaşan bir taraf bulunur ve ikisi birlikte insanı rasyonelleştirir, yine kendisinin demir kafes dediği araç-amaç verimliliğine hapseder. Kapitalizm eleştirileri her ne kadar Karl Marx ile yakın çizgilerde olsa da, Weber, Marx’ın aksine, komünizm fikrinin insanı zincirlerinden kurtaracağı fikrine katılmaz. Zira komünist sistem devlet merkezli olduğu için daha büyük bir bürokratik makine kuracaktır. Bu da insanı demir kafese götürecek ve özgürlüklerini kısıtlayacaktır. İnsanın mutluluğunun, onu makinelerin dişlileri haline getiren modern bürokrasilerle tehdit altında olduğunu düşünür.
Uzun bir süre iktidar mekanizmaları üzerine çalışır. Etrafımızdaki tüm iktidar güçlerinin bizi nasıl çepe çevre sardığını ve onların tahakkümü altında eylemlerimizi yapıp ettiklerimizi anlatır. Bu çalışmaları daha sonra Michel Foucault tarafından olgunluğa ulaşacaktır. Weber, “Politics as a Vocation” (Bir Meslek Olarak Siyaset) isimli çalışmasında devleti, şiddet kullanmaya hakkı olan tek kaynak olarak tanımlar. İktidarı da, bir insanın ya da grubun, toplumsal eylem içerisinde, eyleme katılanların direncine rağmen kendi iradelerini uygulama fırsatı olarak tanımlar. Üç tür iktidar vardır ona göre: 1- Geleneksel iktidar. Uzun süredir geleneklerin yardımıyla var olan iktidar biçimi, mesela monarşi. 2- Karizmatik iktidar. Bireysel bir liderin kitlelere hitap gücünden kaynaklanan otoritesi. Bugünkü siyasetimiz buna örnektir. 3- Yasal-rasyonel iktidar. Anayasanın belirlediği yetkilere dayanan iktidar.
İNSANIN ÖZGÜRLÜĞÜ SORUNU
Kamusal alan, kapitalizm, demokrasi ve hukuk üzerine tahlilleri kendinden sonra bu alanda kafa yoran herkesi derinden etkiler. Jurgen Habermas bunun en büyük örneklerindendir, kamusal alan denilince aklımıza gelen ilk isim olan ve sosyal bilimlerde otorite sayılan Habermas, Weber’e çok şey borçludur. Hannah Arendt’in çalışmalarının arka planında da bu etki sessiz sedasız işler.
Weber’in felsefi anlamda hissettiği kaygı, daha önce bu sayfalarda kaleme aldığımız Kant’ın kaygısı ile benzer: Değişimin temposunun hızlanmaya başladığı bir dünyada insanın özgürlüğü sorunu. Weber’in bu özgürlük endişesi, kapitalizmin yükselişe geçtiği ve teknolojik büyümeyle sosyal değişimin daha önce hiç olmadığı kadar hızlanıp beklenmedik sonuçlar doğurduğu dönemde ortaya çıkmıştır. Giderek rasyonelleşen bir toplumda insan özgürlüğünün karşısına çıkan sorunları belirlemenin yolları üzerine epeyce kafa yorar.
Ülkemizde Sabri Ülgener ve Şerif Mardin eserlerinde sıklıkla ondan bahsederler. Haziran 1920’de zatürreden ölür. Hayattayken basılmış tek kitabı vardır. Ölümünün ardından eşi çeşitli yerlerde yayımlanmış yazılarını toplayarak kitaplaştırır. . Modern sosyal hayatın fotoğrafını en iyi çeken bir kaç isimden biri olarak bize geride ciddi bir entelektüel miras bırakmıştır.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.