Ona göre matematik ve mantık doğru düşünce üretmenin yöntemleridir. Bunların dinle doğrudan alakalı bir tarafları yoktur; dolayısıyla dine olumsuz bir etkileri de yoktur. Tabiat Allah’ın insan emrine verdiği şeylerdir.

Hicrî VI. yüzyılın Endülüslü âlimlerinden Ebu Bekir İbnü’l-Arabî, ilim öğrenmek için gittiği Bağdat’ta Nizamiye Medresesi’ne öğrenci olur. İlk derste müderrisin gelmesini sabırsızlıkla beklemektedir. Nihayet ders saatinde, ilminin yüksekliğinden dolayı Dânişmend (Büyük Bilgin) lakabı verilen müderris gelir, derse başlar.

İbnü’l Arabî onun hem heybetine hem de ders takririndeki mükemmelliğine hayran kalır. İbnü’l-Arabî, “İbn Abbâs bir şiirinde, insanlara yaklaştıkça onların kusurlarının ortaya çıkacağını ve heybetlerinde bir azalma olacağını söylemiştir; ancak o Dânişmend’i görseydi böyle söylemezdi; zira onun heybeti ve kendisine yaklaşıldıkça fark edilen üstün kişiliği şöhretinden daha büyüktür” der.

İbnü’l-Arabî’nin Kânûnu’t-Te’vîl kitabında anlattığı müderris, İmam Gazzâlî’den başkası değildir. Kanaatimce vaziyet yine aynıdır. İmam Gazzâlî’nin yüzyılları aşıp gelen bir şöhreti ve Müslümanların kısm-ı azamının ona karşı derin bir sevgisi vardır. Eserlerini elinize alıp okuduğunuzda, İmam Gazzâlî gözünüzde daha çok yüceliyor. Konuları anlatımındaki sistemlilik, derinlik ve incelik sizi kendisine hayran bırakıyor. Meselelere yaklaşımındaki ölçü ve tutarlılık göz kamaştırıyor.

İmam Gazzâlî’nin kitaplarında hâkim olan temel çizgilerden birisi, onun karşı tarafın fikirlerine “insaf”la yaklaşmasıdır. İnsaf yani adalet ve hakkaniyet duygusu… Nitekim Gazzâlî, “Doğrular gözetilmeye; dürüstlük ve insaf da korumaya daha layıktır” demiştir.

Doğrusu “İnsâf” kavramı, sadece Gazzâlî ile sınırlı bir anlayış da değildir. Zaman zaman mezhep taassubuyla hareket edenler olmakla birlikte, âlimlerimizin gözettiği genel bir anlayıştır. Buna göre karşı tarafın hak ve hakikate uymayan görüşleri titizlikle ele alınır, bir usûl dairesinde eleştirilir. Ancak doğruların hakkı da teslim edilir.

Sözgelimi, Kur’an’ın tartışılmaz en güzel tefsirlerinden birini kaleme alan Zemahşerî, itikâdî olarak Mutezilî’dir. Onun tefsirinde Ehl-i Sünnet’e yönelik karalamaya varan ağır eleştirileri vardır. Ne var ki Ehl-i Sünnet âlimleri bu eseri baş tacı etmişler, asırlar boyu okumuşlar, medreselerde ders kitabı olarak okutmuşlardır. Zemahşerî’nin Kur’an’ı tefsir ederken gösterdiği üstün başarı ve bu sahadaki hizmet ve iyiliklerinin, onun ayak sürçmelerini ve kötülüklerini silip götürdüğünü söylemişlerdir. Eğer âlimlerden biri ona haksız eleştiri ve ithamlarda bulunmuşsa, aralarında hakem rolü üstlenmişler, bu tür kitaplara da “el-İnsâf” adını vermişlerdir.

İmam Gazzâlî’nin Türkçe’ye İslam’da Müsamaha diye çevrilen Faysalü’t-Tefrika adlı eseri insaf ve hakkaniyet ölçülerinin titizlikle gözetildiği örnek bir eserdir. Mesela orada “Ehl-i Kitab’ın cennete girip girmeyeceği” problemi, her Müslümanın içine sinecek bir biçimde insaf ölçüleri içinde cevaplandırılmıştır. Benzer şekilde orada Müslümanların kadim bir meselesi olan “tekfir problemi” de çok hassas ölçülere oturtulmuştur.

Gazzâlî’nin El-Munkizü Mine’d-Dalâl adındaki, hacmi küçük ve fakat etkisi büyük eserinin filozoflarla ilgili kısmı bu bakımdan oldukça dikkate değerdir. Bu bölümde Gazzâlî filozofların ilgilendikleri alanları bir bir ele alır ve değerlendirmelerde bulunur. Söz konusu alanlar matematik, mantık, tabiiyyât (doğa bilimleri), ilâhiyyât (metafizik), siyaset ve ahlaktır.

Ona göre matematik ve mantık doğru düşünce üretmenin yöntemleridir. Bunların dinle doğrudan alakalı bir tarafları yoktur; dolayısıyla dine olumsuz bir etkileri de yoktur. Tabiat Allah’ın insan emrine verdiği şeylerdir. Kâinattaki varlıklar kendi başlarına var olmamışlardır. Tıp gibi ilimlere din müdahale etmez; ancak bu ilimlerden hareketle Allah inkâr edilmeye girişildiği zaman din orada müdahil olur.

Farabî, İbn Sina gibi filozofların en çok hataya ve tutarsızlıklara düştükleri alan ise ilahiyat alanıdır. Gazzâlî’ye göre filozoflar 20 meselede hataya, bunlardan üçünde ise küfre düşmüşlerdir. Âlemin ezeli olduğu, Allah’ın cüzileri bilmediği ve haşrin ruhani olacağı esasına dayanan bu meseleler, açıkça dinî naslara aykırılık içerir. Bu nedenle Gazzâlî onları küfürle itham etmek durumunda kalmıştır. Yoksa o, Faysalü’t-Tefrika kitabında özellikle vurguladığı gibi asla tekfir taraftarı değildir.

Siyaset ve ahlakla ilgili konuların ise özleri itibariyle dine bir aykırılıkları yoktur. Özellikle ahlakî konular zaten sufilerden alınmıştır. Bu ilimler Müslümanların düşünce dünyalarında oluşabilecek çeşitli yanlış algılar sebebiyle bazı mahzurlar taşırlar.

İmâm Gazzâlî’nin bu görüşleri ayrıntılarıyla incelendiğinde, burada tarafsız bir bakış açısı olmadığı görülür. Evet, Gazzâlî taraflı bir bakış açısına sahiptir. O da İslam’ın tarafıdır. Ancak o, bakış açısında insaf ve hakkaniyet sahibidir. Esas olan da zaten budur. Zira yıllar yılı en büyük tarafgirlikler, tarafsızlık adı altında sergilenmiştir.

En büyük tarafgirlik ve insafsızlık da İmam Gazzâlî’ye yapılmıştır. Gazzâlî güya İslam dünyasında felsefenin sönmesine, özgür düşüncenin durağanlaşmasına ve dolayısıyla İslam dünyasının geri kalmasına neden olmuştur. Böylelikle o oryantalist ideolojilerin kurbanı olmuş, onun kılı kırk yaran değerlendirmeleri ve gözettiği hassas ölçüleri görmezden gelinmiştir.

Hâlbuki onunla İslam düşüncesi Yunanca düşüncenin etkisinden kurtulmuş, orijinal bir İslam düşüncesinin oluşumundaki en büyük rolü o oynamıştır. Bir başka deyişle kelam ilmi onunla özgün kimliğine kavuşmaya başlamıştır.

O bakımdan şu ölçü son derece önemlidir: “Tarafsızlık bir düş, dürüstlük ise bir görevdir. Tarafsız olamayız, fakat düşünce insanı olarak dürüst olabilmeliyiz.”


Mesut Kaya'ın Yazısı.