Zahmetsiz rahmet olmuyor. Susamadan su aramaya çıkılmıyor. Bedel ödemeyen kahramanlık payesi alamıyor. Çakma kahramanlar yok değil fakat bize ne? Bu kadar tembellik arasında enerjimizi onların arkasından konuşmakla mı geçireceğiz?

İzlediği filmlerdeki dövüş sahnelerinden etkilenip, ekranda gördüğü uçan tekme, döner yumruk vs. tekniklerini kardeşleri üzerinde ya da arkadaşları ile pratiğe dökmeyen kaç abi vardır acaba? Güçlü, iyi adamları severiz. Kahramanları, kahramanlık hikayelerini severiz. Onlara özeniriz. İçimizde henüz atağa geçmemiş cesur, korkusuz, güçlü, sanatkar ve aşık biri vardır ve kahramanlar bizdeki bu yanları harekete geçirir. Çocuklar uzun süre o kahramanla kendilerini özdeşleştirseler de büyüdükçe “bunların hepsi hikaye!” der geçerler.

Kahramanlık filmleri yahut kitaplarından sonra biz de bir müddet aynı ruh hâline bürünürüz. Dünyadaki, iş yerimizdeki, apartmanımızdaki haksızlıklar karşısında dik dururuz bir müddet. En azından düşünce bazında, icraat gerektirecek noktaya kadar. Sonra nedense çekinik tavrımıza geri döneriz. Daha korunaklıdır çünkü bu hâl. Zararsızdır, risksizdir. Terlemeye, kan dökmeye, çaba sarf etmeye gerek yoktur. Biçtiğimiz kılıf “gerçeklerin öyle olmadığı”dır. Kahramanlarımızla aynı dönemde yaşamayışımızdır.

Ben onun yerinde olacaktım kiii! Ben de şimdi o orduda olacaktım kiiii! Bedir Savaşında bir kafirin kellesini de ben uçuracaktım kiii! İsteriz, isteriz de tam olarak nedir istemek?

Çok istemiştim ben de okuyayım, yazayım ama hayat şartları işte… Çok istemiştim ben de… İstedin de ne yaptın?

Bir dönemin en çok sevilen tatlı cadı dizi karakteri bile herhangi bir şey istediğinde burnunu sağa sola oynatmak zorundaydı. Ufak da olsa bir hareket… Bizim eylemimiz ne, kendi hayatımızın kahramanı olmak için? Kahramanlık eskilerde kaldı canım demenin tam sırası. Fakat orada da çıkış yok.

Peygamber Efendimiz’i (sav) rüyasında görmek isteyen bir müride, mürşidi der ki, bu gece yatmadan önce bol bol tuz ye. Mürid denileni yapar, uyur. Sabah şeyhi sorduğunda, bütün gece akarsu, nehir, deniz rüyaları gördüğünü söyler. Murad hasıl olmuştur. Susuzsan, suyun rüyasını görürsün, Peygamber’e susarsan, O’nu görürsün.

İstemek tam da buradaki gibi susamak, suyu aramak. Suyun da bizi aradığını damarlarımızda hissetmek. Tuzunuz kuru ise biraz zor istersiniz.

Savaş yöntemleri yani cepheler değişmiş olabilir ama hâlâ kahramanlık yapabileceğimiz, yani canımızdan vermek suretiyle savaşacağımız alanlar yok değil. Devir değişti ama işleyiş aynı. Hâlâ zahmetsiz rahmet olmuyor. Susamadan su aramaya çıkılmıyor. Bedel ödemeyen kahramanlık payesi alamıyor. Çakma kahramanlar yok değil fakat bize ne? Bu kadar tembellik arasında enerjimizi onların arkasından konuşmakla mı geçireceğiz?

Şimdi asıl savaş bilgi ile yapılıyor. Bilen ilerliyor, bilen ele geçiriyor, satıyor, kazanıyor. Kılıç mahareti ile ülkeler fethetmek geçmişte kaldı. Üstelik şimdi ülkelerin değil, şirketlerin savaşı var. Teknoloji, biyoloji, sağlık, gıda savaş cephelerinden en hareketli olanları. Hemen burada işin boyutlarını gıda açısından çok net anlatan bir bilgiye bakalım:

“… Başkan Obama da dahil olmak üzere ABD başkanlarının tümünün hemen yanında farklı pozisyonlarda görev alan Henry Alfred Kissenger hazırlar. Kissinger’ın 10 Aralık 1974 tarihinde Başkan Ford’a sunduğu ‘Ulusal güvenlik Çalışma Muhtırası’ (National Security Study Memorandum NSSM200) adlı 123 sayfadan oluşan ünlü raporunda yer alan “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” (Deccal Tabakta, Hayy kitap, sf. 29)

Gıda, insanların kolayca harcandığı ve aldatıldığı en baş savaş alanlarından biri. Özellikle insanoğlu genler üzerinde oynamayı keşfettiğinden beri gıda ve sağlık alanında ilahlık sıfatına bürünmeye cüret ediyor.

Mü’minin yitik malı hikmet… Mü’min çalışkanlığı, dinlenmek için iş değiştirmeyi, iki günü birbirine eşit kılmamayı da yitirdi… Bilgi ve hikmet olmayınca bize sunulanla yetinmek zorunda kalıyoruz. Olduğumuz yerde hazıra konmak, paslanmak, çürümek zorunda…

Ben sahabe devrinde olsaydım diye hayal etmekle beraber, belki de şimdi sahabe benim imkanlarıma sahip olsaydı ne yapardı diye düşünmek lazım. Özellikle Genç’likteki enerji bu düşünce ile yoğrulsa, ümitsizlik batağına düşmese kim bilir neler olur! Çınarlar, kafeslerden kurtulur...


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.