İlginç Bir Şehir Kuetta
Etraf insan ve araç kalabalığından, korna gürültüsü ve egzoz patlamasından geçilmiyordu. Sokaklar kir pas içindeydi. Hayatımda Kuetta gibi ilginç bir şehir görmemiştim. Sanki yolum 13. veya 14. yüzyıl’ı yaşayan bir şehre düşmüştü.
İran sınırından başlayıp Pakistan’ın içlerine kadar uzanan Taftan Çölü’ndeki yolculuğumuz devam ederken hava da artık iyice kararmıştı. Bir taraftan birbirinden hareketli Pakistan müzikleri otobüsün içini doldururken diğer taraftan da otobüsümüz çölde hoplaya zıplaya ilerliyordu. Adeta karanlığı yara yara gidiyor, otobüsün farları çölün karanlığını aydınlatmak için büyük bir mücadele veriyordu. Havanın sıcak oluşu nedeniyle pencereler de sonuna kadar açıktı. Bu yolculuk benim için bir hayli farklı, bir o kadar da zevkli bir yolculuktu. Sanki çok boyutlu bir resmi seyrediyordum. Etrafa, otobüstekilere baktıkça kendimi bambaşka bir dünyaya düşmüş gibi hissediyordum. İnsanların giyimleri, bakışları oldukça yabancıydı. Asya’nın derinlerine doğru yol aldıkça her şey farklılaşıyor, daha da ilginç hale geliyordu.
Şehrin girişinde başımıza gelenler
Artık Kuetta şehrine iyice yaklaşmıştık. Bu arada saat de gece üçü bulmuştu. Bir ara Özbek yol arkadaşıma Kuetta’ya ne zaman ulaşacağımızı sordum. O da yarım saat içinde Kuetta’da olacağımızı söyledi. Sonra birden otobüs yavaşlamaya başladı ve durdu. Ben neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Tam da şehre ulaşmak üzereyken otobüsümüz niçin durmuştu. Pencereden dışarı bakınca otobüsün bir askeri kontrol noktasında durdurulduğunu fark ettim. İçimden inşallah otobüse girip kimlik sorgulaması yapmazlar diye geçirirken iki silahlı asker ön taraftan tek tek yolcuların kimliklerine bakmaya başladı. Benim için artık herşey bitmişti. Pasaportum yanımda olsa da ülkeye vizesiz, kaçak olarak girmiştim. Askerler kimlik kontrolü esnasında bunu fark ettiklerinde beni kesin tutuklarlardı. Ne yapacağımı bilmiyordum. İyice heyecanlanmış, tedirgin olmaya başlamıştım. Artık elimden dua etmekten başka bir şey gelmiyordu. Bu arada askerlerden biri de otobüsün arka tarafına, bize doğru yaklaşıyordu. Sonunda önümüzü kapatan çuvalları da aştı ve önümüzde durdu. Ben ise hem içimden dua ediyor hem de uyuma taklidi yapıyordum. İyice heyecanlanmıştım, şimdi ne yapacaktım? Rabbim’den başka sığınağım yoktu. Tam bu sırada birden beklenilmeyen bir şey oldu ve otobüsteki herkese kimlik soran Pakistanlı asker bana kimlik sormadan arkasını dönüp gitti. Önce şaşırdım daha sonra ise dünyalar benim oldu. Bir taraftan büyük bir sevinç içinde Allah’a şükrediyor diğer taraftan da herkese kimlik soran Pakistanlı askerin otobüsteki tek kaçak olan bana niçin kimlik sormadığını düşünüyordum.
Kuetta Otogarı
Otobüsümüz gece üç buçukta Kuetta’ya girdi. Kuetta çoktan uykuya dalmış, şehir sessizliğe bürünmüştü. Otobüs ilerlerken arada bir elektrik direklerine rastlasak da etraf kapkaranlıktı. Şehre girdikten kısa bir süre sonra otogara ulaştık. Etrafta birkaç rikşavallahın dışında kimse yoktu. Rikşavallahlar da otobüsten inen yolculara rikşaya ihtiyaçları olup olmadığını soruyorlardı. Peki biz ne yapacaktık? Gecenin bu vaktinde nereye gidecektik? Yanımda Kuetta’da yaşayan ve Afganistan’a ulaşmam konusunda bana yardımcı olacak olan bir kaçakçının telefon numarası vardı. Fakat gecenin bu vaktinde arasak adamı rahatsız etmiş olur muyduk? Numarayı bana veren Türkiyeli arkadaşımın Kuetta şehrine iner inmez bu numarayı ara diye tembihlemesi aklıma geldi ve Özbek yol arkadaşımla birlikte kaçakçının telefon numarasını çevirdik. Öylesine bir şansımızı deneyecektik. Telefon bir süre çaldıktan sonra kaçakçı telefonu açtı. Tam kendimi tanıtmaya başlamıştık ki kaçakçı “bu saatte insan mı aranır?” diyerek telefonu suratıma kapattı. Utandım ve kaçakçıyı bu saatte rahatsız ettiğim için pişman oldum. Daha sonra Özbek yol arkadaşımla birlikte geceyi geçirecek bir yer aramaya başladık. Otogarda içinde birçok ranzanın bulunduğu tek odalık bir hostel bulduk. Her tarafı dökülen, battaniyeleri son derece kirli bir yer olmasına rağmen burada kalmaktan başka bir çaremiz yoktu. Ayrıca yol bizi bir hayli yormuştu ve nerede olursa olsun bir an önce uyumak, dinlenmek istiyorduk.
Kaçakçıyı beklerken
Sabah olunca ilk iş olarak sağlam bir kahvaltı yapmak için yer aramaya başladık. Uzun zamandır yoldaydık, karnımızı doyuramamıştık. Bu arada otogarda dün geceki sessizliğin yerini gürültü, ıssızlığın yerini ise kalabalık almıştı. Kısa bir araştırmadan sonra kahvaltı yapacağımız bir yer bulduk. Sütlü çayın eşliğinde Özbek yol arkadaşımla birlikte güzel bir kahvaltı yaptık. Farklı yemek kültürlerine açık bir damak tadına sahip olduğum için yemek konusunda pek de fazla zorlanmıyordum. Yollar bana gezen, sık sık seyahat eden bir insanın yeme-içme konusunda pek de fazla kasmaması gerektiğini öğretmişti… Kahvaltıdan sonra ilk işimiz gece telefonu yüzümüze kapatan kaçakçıyı tekrar aramak oldu. Bu sefer kaçakçı bize otogarda beklememizi, yarım saat içinde bizi almak için otogara geleceğini söyledi. Kaçakçı acaba sözünde duracak mıydı? Eğer gelmezse ne yapacaktım? Zihnim bunlarla meşgul olurken kaçakçı tam zamanında otogara, anlaştığımız yere geldi. Sözünde durmuştu.
Afganistan’a bu kadar yaklaşmışken bir an önce yola çıkmak istiyordum. Sonunda beklediğim haber geldi ve Afgan kaçakçı dördüncü günün sonunda Tacik amca ile birlikte sabahleyin yola çıkacağımızı söyledi.
Kuetta’da rikşa turu
Afganistanlı olduğunu öğrendiğim kaçakçı sarımtırak bir cellabiye giymiş, birazca şişman, sempatik bir adamdı. Kaçakçının yanında ayrıca 65-70 yaşlarında saçı sakalı son derece düzgün bir de Tacikistanlı amca vardı. Afgan kaçakçı yola çıkmamız için rikşavallahlarla pazarlık yaparken ben de Taftan Çölü’nü birlikte geçtiğimiz
Özbek yol arkadaşımla vedalaşıyordum. O, yoluna devam edecek ve yolculuğunun sonunda kendisine tavsiye edilen medreselerden birinde ilim öğrenmeye başlayacak, yıllarca okuyacaktı. Özbek yol arkadaşımla vedalaştıktan sonra kiraladığımız rikşalara binip yola düştük. 1 milyona yakın kişinin yaşadığı ve Pakistan’ın Belucistan eyaletine başkentlik yapan Kuetta gerçekten ilginç bir şehirdi. Etraf insan ve araç kalabalığından, korna gürültüsü ve egzoz patlamasından geçilmiyordu. Sokaklar kir pas içindeydi. Ayrıca hava yağmurlu olduğu için kanalizasyonlar taşmış, etraf çamur içinde kalmıştı. Hayatımda Kuetta gibi ilginç bir şehir görmemiştim. Sanki yolum 13. veya 14. yüzyıl’ı yaşayan bir şehre düşmüştü. Rikşalarımızla kalabalık arasında ilerlerken dikkatimi en çok etraflarını saran sinekler nedeniyle artık görülmez hale gelen tezgâhlardaki balık ve tavuklar çekmişti. Tamam Asya’daydık, temizlik konusunda biraz taviz verebilirdik. Fakat bu kadarı asla kabul edilemezdi.
Mülteci kampındaki ev
Şehri bir güzel turladıktan sonra kaçakçının evine ulaştık. Burası Kuetta’nın dışında, kenar mahallelerden birine kurulmuş Afganlara ait bir mülteci kampıydı. Her mülteci kampında olduğu gibi burada da sefalet diz boyuydu. İnsanlar yaşamlarını binbir zorluklarla sürdürüyorlardı. Kalacağımız ev ise iki odadan oluşuyordu. Evde çeşme yoktu. Bundan dolayı abdest alırken önce bi bahçedeki tulumbadan su çekiyor daha sonra da bir ibriğe doldurup abdestimizi alıyorduk. Odanın birinde Afgan kaçakçının eşi ve çocukları diğerinde ise ben ve Tacik amca kalıyorduk. Bütün ısrarlarıma rağmen Afgan kaçakçı otel veya hostelde kalmama izin vermedi. Pakistan’a kaçak olarak girdiğim için başka bir yerde kalmanın benim için risk oluşturabileceğini söylüyordu.
Afgan kaçakçının evinde vaktimi kimi zaman ev sahibinin çocuklarıyla oyunlar oynayarak kimi zaman da kaldığım odayı paylaştığım Tacik amca ile sohbet ederek geçiriyordum. Tacik amca hayatı savaşla geçmiş bir adamdı. Abdullah Azzam’dan Usame bin Laden’e kadar bir çok kişiyi yakından tanıyordu. Afgan-Rus savaşı esnasında Türkiye’den gelen birçok kimseyle arkadaş olmuş, dost olmuştu. Zaman zaman da bana anılarını anlatıyor, Afganistan’a dair söyledikleri bir an önce yola düşme isteğimi daha bir arttırıyordu. Bu arada günler geçiyor, yola ne zaman çıkacağımız bir türlü kesinleşmiyordu. Afgan kaçakçı her defasında yolların, askerlerle dolu olduğunu biraz daha beklememiz gerektiğini söylüyordu. 4 gündür dışarı çıkmadan bir odanın içinde bekliyordum. Ev sahibimiz dışarı çıkmamıza izin vermiyor, kamptakilerin evinde yabancı olduğunu fark etmelerini istemiyordu. Sanırım bu durumun polise bildirilmesinden korkuyordu. Ben ise artık iyice sıkılmaya başlamıştım. Afganistan’a bu kadar yaklaşmışken bir an önce yola çıkmak istiyordum. Sonunda beklediğim haber geldi ve Afgan kaçakçı dördüncü günün sonunda Tacik amca ile birlikte sabahleyin yola çıkacağımızı söyledi. Artık Afgan sınırına, mücahidlerin savaştıkları bölgeye ulaşmak için son bir yolculuk kalmıştı.
Adem Özköse'ın Yazısı.