Her Şey Aslına Rücû Eder
Kadir Bekâr
Hayati İnanç 1961’de, Denizli’de doğdu. Lisansını 1984’te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Avukatlığın yanı sıra yayıncılık, yöneticilik, denetçilik, öğretmenlik ve sunuculuk yaptı. “En değerli iş insana yatırım” diyerek; klasik eserlerden edindiği heyecanı, her yaştaki gençlerle paylaşmak hayat tarzı oldu. TRT’de “Can Veren Pervaneler” programını sunan ve aynı isimde bir kitaba imza atan Hayati İnanç Beyefendi ile söz medeniyeti, divan edebiyatı ve yayınlanan ilk kitabı hakkında konuştuk.
Asıl mesleğiniz avukatlık olduğu halde, bizler sizi divan edebiyatına ve şiire meyyâl birisi olarak tanıdık. Divan edebiyatına olan bu hayranlığınız nasıl başladı?
Epey eskidir. İlkokulu bitirdiğimde Kur’ân-ı Kerîm kursuna gitmiştim. Sübhaneke’yi öğrensin diye gönderirler çocukları o yaşta, bizim nesilde öyleydi. Üç ay zarfında Kuran-ı Kerim okumayı öğrendim ve bu husus hemen dikkatimi çekti. Çünkü yeni mezun olduğum ilkokulda bana, o harf sistemiyle okuma yazma öğrenmenin yıllara sâri olduğu, üç beş yılda bitirilemeyen çok müşkül bir iş olduğu öğretilmişti. Bu yalan dikkatimi çekti. Güvenim sarsıldı. İnsanlar bana yalan söylüyorlar. “Utanmıyorlar mı 10 yaşındaki bir çocuğa yalan söylemeye” dedim. Kızdım birilerine. Kim olduğunu bilmediğim birileriydi onlar. Tabi öğretmenimin şahsında tecessüm ediyordu, ben öğretmenime kızdım. Fakat sonradan fark ettim ki yalan bir tane değil; yalanlar silsilesi söz konusuymuş ve muhteşem bir derinlik arzeden o kültür kodlarından ısrarla uzaklaştırılmaya çalışılıyormuşuz. Bu bende bir tepki doğurdu. Biraz kırgınlık, biraz kızgınlık… Ve sonra, ben Osmanlı edebiyatının zenginlikleri arasında, suda balık neşesiyle yaşarken insanların bundan mahrum olmasını istemedim. Boynu bükük ve çok zengin, haşmetli bir birikimi insanımızla paylaşma yoluna girdim. Durumdan vazife çıkardım ve çok olumlu neticeleri ömrüm boyunca gördüm, görmeye devam ediyorum.
“Divan edebiyatındaki şiirlerde geçen kelimeleri ve cümleleri anlayamıyoruz” diyen gençler hakkında neler düşünüyorsunuz?
Haklılar. Bundan yüzyıl önce, 1915 yılında liseden mezun olan bir delikanlıya baktığınızda göreceğiniz şu; o delikanlının böyle süper zeki olmasına hâcet yok, ortalama bir mezun ise Farsça ile karşılaştığında da afallamaz, Arapça ile karşılaştığında da. Gözü bağlı Bağdat’a bıraksanız çat pat Arapçası ile herkesle ahbap olur. Tahran’a bıraksanız iyi kötü Farsçası ile gündelik hayatını gayet güzel sürdürür; geri kalanına Türkçe dersek eğer, o da bugün aynı durumdaki lise mezununun tasarruf edebildiği Türkçe’nin, iyimser bir yaklaşımla on katı çapındadır.
Şimdiki gençlerimizin bu kadar zayıflamış bir Türkçe ile yakışıklı, zengin, güçlü, kuvvetli Türkçe karşısında anlayamıyoruz demesi son derece haklı, tabiî bir netice (doğal bir sonuç demiyorum bak!) (Gülüyoruz). Fakat aşılamaz mı? Aşılır. Bu kelime kadrosu, onun işaret ettiği kültür dünyası, insanımıza bin yıldan bu yana genlerden yakınlığı olan bir dünyadır. Bir miktar oranın ayak sesini duyduğumuz zaman, bizim gençlerimiz hemen aşinalık kesbedecektir. Hepsi hepsi birkaç günlük şaşkınlık.
“Can Veren Pervaneler” isimli yeni bir kitabınız çıktı. Allah bahtını açık eylesin. Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz bizlere?
Kitabımız dördüncü baskısını yaptı. Şimdi de ikinci bir kitap hazırlığı içerisindeyim. Başka bir isim verdik: “İşte Geldik Gidiyoruz” diye. Tezgâhtadır, yakın zamanda çıkacak inşallah. Gayet ağır, süslü ve sanatlı bir dille yazılmış ustaların beyitlerini, mısralarını alıp günümüz Türkçesi ile izaha çalıştım. Biraz sitemkâr bir isim koydum ben bu işe: “Türkçe’den Türkçe’ye tercüme”. Yaptığım iş bu. Çok kişiye ulaştık şükürler olsun. Bizim faaliyetlerimiz öyle top gibi, pop gibi milyonlara ulaşmaz. Gerek yok zaten. Milyonlar topla ve popla uğraşır. Bizim binlerle işimiz var. Hadi bilemediniz on binlerle.
Bizler söz medeniyetinin çocuklarıyız, bu anlamda kelime ve kavram fakirliğimizi nasıl gidereceğiz?
Israr edeceğiz. Her şey aslına rücû eder. Ümidimizi kesmeyeceğiz. Çok güzel bir hikâye anlatırlar. Kartal yavrusu, tavukların arasına düşmüş. Kendini tavuk zannederek öyle davranmaya başlamış. Sonra bir kartal gelip kendisine anlatmış, sen kartalsın diye. Sonra beraber uçmuşlar. Birkaç dakika sonra demiş ki: “Ben tavuk değilim ki kardeşim, kartalım, kartal! Dağlara çıkacağım, yükseklerde uçacağım”. Yani bizim mizacımız buna müsaittir. Alt yapımız buna müsait. Tuğrul Bey kurdu senin devletini. 1040 senesinde Dandanakan’da; 1071 Malazgirt’le ikinci bir kuruluş yaşadık. Alparslan merhum ile aramızda temelde hiçbir fark yok. Aynı dil, aynı din, aynı devlet, aynı millet, aynı vatan… Bütün değerler müşterek, sen bundan illa kopacağım da yok efendim muasır medeniyet… Ya geç Allah’ını seversen! Ben oradan geliyorum zaten. Ne muasır medeniyeti yahu! Orta çağ karanlığı derler, insanlar koyun gibi dinler. Orta çağ karanlık, doğru ama Avrupa’da. Bende öyle bir sıkıntı yok. Ben, senin o karanlık dediğin çağda dünyanın kalbini fethetmiş Sultan Fatih’le ahbap olurum. Bizim yeraltı dünyasında dostlarımız çok. (Gülüyor.)
Padişahlarımızın birçoğunun şair olduğunu biliyoruz. Bu yoğunlukları arasında şiirle uğraşmalarını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce padişahlarımızın zihin yapılarındaki inceliğe şiirin bir katkısı var mıdır?
Şüphesiz. Şiir ile matematik, aslında birbirine paralel seyreden iki disiplin. Matematik şiirdir, şiir de matematik. Fakat tabii çarpım tablosu seviyesinde matematikten ya da “bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” türü şiirden bahsetmiyorum. Şiiri şöyle ele alalım. Hem Hak söyleyeceksin, hem güzel söyleyeceksin. Hem akla, hem kalbe hitap edeceksin. Hem de bunu öyle bir formatta yapacaksın ki, hecelerin ağırlığı kontrol altında olacak. Bir şey sekmiyor. Eskiler matematikle, tıpla, astronomi ile uğraşıyorlarsa, şiirden mutlaka behredar olurlardı, haberdar olurlardı. Şiir, insan zihnini hizaya getiren ve zenginleştiren birşeydir. Altın oran ile ifade edelim. Abdülhamit Han’ın tuğrasında 40 küsur altın oran uygulaması var ve Abdülhamit Han bu dünyadan ayrılalı daha 120 yıl olmadı. Şimdi tuğraya bakıyorsunuz. Matematikten, sanattan anlamanıza gerek yok. Görür görmez diyorsunuz ki burada bir güzellik var. Fıtratınız size bunu ikrar ediyor. Şair Bâki şöyle ifade ediyor: Vaktiyle Mimar Sinan’ın yanına çırak verilmiş. Edebiyatımızın en büyük üç şairinden biridir kendisi malûm. Diyor ki: “Sinan Usta’nın taşta yaptığını, kelimede yapmaya karar verdim. Bir şair çıktıysa ortaya, sebep budur.” Onun taşla ifade ettiğini beriki sözle ifade ediyor.
Yahya Kemal, Sultan İkinci Selim’in bir beytine bakıyor, beyit muhteşem. Aynı zamanda beyt, ev demek bilirsiniz. Selimiye Camii’ni de yaptıran İkinci Selim. Yahya Kemâl diyor ki: “Bu sultanın iki beyti var. Biri bu beyit, diğeri Selimiye Camii”. Yani ikisindeki ufku görüyor, ikisindeki benzerliği yakalıyor. Neydi o beyit diye merak ederseniz: “Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız / Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden”
Şiir size neyi ifade ediyor. Güzel şiiri nasıl tarif edersiniz?
Şiir, bizim medeniyetimizde hakîkate kavuşmuş olanların saadet terennümleridir. Bülbül ötmesi gibidir. Yani hakîkati bulmuşlar, neşe içinde şakıyarak bunu insanlara anlatırlar. Bizimkiler saadetin bülbülleridir. Sözü düzgün söylemek, fıtri bir kabiliyettir. Bizimkiler bu manada dünyaya parmak ısırtacak kabiliyete sahip insanlar. Bir insan ben şiir yazacağım, şair olacağım diyerek şair olamaz kanaatindeyim. Şiir fıtridir. Biz daha çok içeriği ile ilgileniyoruz. Şiir, bize yol gösteren, bizi irşad eden mânâsında değil ama tattığı lezzeti bizimle paylaşan bülbül neşesidir.
Son olarak GENÇ Dergisi okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Genç, hazine demektir. Bir hazine gibi olan derginizi yine hazine demek olan sevgili gençlerin zenginleştirmelerini, ondan istifade etmelerini ve bu işi verimli ve bereketli bir şekilde sürdürmelerini ve uyanık olmalarını tavsiye ediyorum.
Biz Elest Meclisi’nde Hak Teâlâ’nın bizlere sunduğu aşk ile yola çıktık ve Cennet’e doğru gidiyoruz. Çıkış yeri de, varış yeri de böyle ulvi olan insanın, dünyada bulunması sadece bir maksatladır. Sadece bir vazifeyledir. Buranın rengine boyanmak, insanın hiç olması demektir. Şeyh Galip merhumun: “Hayftır şah iken âlemde gedâ olmayasın” (Yazık olur sana, şah olarak gönderildiğin dünyada, dilenci pozisyonuna düşmeyesin) mısralarını hatırlayıp alnımızı secdede, gönlümüzü sahibinde tutmayı, hayatımızın merkezine koymalıyız.
GENÇ'ın Yazısı.