İlişkilerde en güzeli yakalamak, sadece güzellik sergileyenlere daha güzeli ile karşılık vermekten ibaret değildir. Hoşa gitmeyen tavır ve davranışlara ve kabalıklara karşı, öncelikle nezaketli bir duruş gösterebilmek, en güzele erişmenin tabii bir zaruretidir.

Yüce Rabbimizin kulları adına isteği, onların her şeyde en güzeli yakalamalarıdır. Ortaya konulan davranışlarda, söylenilen ya da işitilen sözlerde, işlenilen amellerde, meşru olan her çeşit ilişkide ve iletişimde en güzeli (ahsen kıvamını) sergileyebilmeleridir.

Biz bu yazıda, ikili ilişkilerde karşımızdakine en güzel karşılığı verebilmeyi konu edineceğiz. İşe selamla başlayalım. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya (en azından) misliyle karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (Nisâ Sûresi, 86)

Bu âyetin öğrettiği edebe bürünen sâlih müminler, selamlaşmada şöyle bir yol izlemişlerdir: “es-Selâmü aleyküm” diyerek selam verene “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullah” demişlerdir. Yine “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâh” diyene de “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullâhi ve berakâtüh” diye karşılık vermişlerdir.

Hediyeleşmelerde de durum bu minval üzere devam etmiştir. İmkânı olanların, gelen hediyeye daha güzeli ile karşılık vermeleri, esasen ilâhî bir ahlakla ahlaklanma nişanıdır. Nitekim Rabbimiz, kullarına yönelik muamelelerinde bir iyiliğe en az on katı ile karşılık vereceğini beyan eder:

“Kim bir iyilikle gelirse, ona (en az) on katı vardır.” (En’âm Sûresi, 160)

Kullar olarak, şahsımız için yapılan bir güzelliğe belki on katı ile karşılık vermek, her zaman herkes için mümkün olmayabilir. Fakat en azından daha güzeliyle ya da en azından misliyle karşılık vermeye azimli olmak, Rabbânî terbiyenin mü’min yüreğinde ve davranışlarında ortaya çıkması gereken bir tezahürü olmalıdır.

İlişkilerde en güzeli yakalamak, sadece güzellik sergileyenlere daha güzeli ile karşılık vermekten ibaret değildir. Hoşa gitmeyen tavır ve davranışlara ve kabalıklara karşı, öncelikle nezaketli bir duruş gösterebilmek, en güzele erişmenin tabii bir zaruretidir. Böylesi hallerde Kur’an’ın öğrettiği edeb ve fazilet şudur:

“Rahmân’ın (halis) kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde mütevaziyâne bir halde yürürler ve kendini bilmez kaba saba câhiller kendilerine sataştıkları vakit, «selâm» der, geçerler.” (Furkân Sûresi, 63)

Kabalığa ve kötülüğe karşı verilebilecek karşılığın elbette birçok çeşidi sayılabilir. Ancak bu seçenekler içinde en güzelini seçmek, işte fazilet ve kemâl burada saklıdır. Kur’ân-ı Kerim’deki şu ifade bu anlamda çok dikkat çekicidir:

“(Ey Nebiyy-i Ekrem!) Sen affı seçip al, iyiliği emret, kendini bilmez ısrarcı cahillerden de yüz çevir, aldırma.” (A’râf Sûresi, 199)

Bu âyetle adetâ şöyle denilmiş olmaktadır: Evet, başka seçenekler de şüphesiz vardır; ama sen affetmeyi seç, zira fazilet ve üstünlük bundadır.

Kötülüğe aynıyla muamele etmek, yerine göre bir hak olarak bile düşünülebilir. Ancak böyle bir davranış, en iyiler sınıfına giren bir davranış şekli değildir. Esasen en üstün fazileti gösterebilmek, herkesin başarabileceği bir güzellik de değildir. Bu kaliteyi gerçekleştirenlerde iki büyük haslet vardır ki, şu âyet-i kerime bu meziyetlere dikkat çeker:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet Sûresi, 34-36)

Sabır ve hayırdan büyük nasibe erişmiş olanlar bu erdemi gösterebilirler. Hatta bu iki vasıf olsa bile, yine de gönül yatışmayabilir, bir üçüncü esas olarak her türlü kötü vesveseden de Hakk’a sığınmak gerekir. İşte ilişkilerde en güzeli yakalamanın Rabbimiz tarafından gösterilen yol haritası.

Ali Ulvi Kurucu hoca anlatıyor:

“Dedem Veyis Efendi, ahlâkı ile de Sünnet-i Seniyye’ye tam riayet ederdi. Bizzat şahidi olduğum bir hâdise, ahlâkına ve tevâzuuna büyük bir misal teşkil eder.

1932 senesindeydi. On yaşımda idim. Konya âlimlerinin bulunduğu bir davete gidilmişti. Yemekte eski âlimlerden Konya’nın vaktiyle en meşhur vaizi olan Aksekili Mehmed Efendi de vardı. Sert bir zât idi.

Dedem, her zamanki âdeti üzere, sofrada dökülüp kalmış ekmek kırıntılarını topladı. Bunun üzerine hocaefendi, sert ve yüksek bir sesle:

“Hacı Veyis Efendi! Bırakın canım, herkes döktüğü ekmeği kendi toplasın... Sofranın huzurunu kaçırıyorsun…” gibi birkaç söz söyledi.

Sofradakiler ve bilhassa amcamla babam buna üzüldüler. Ama bir şey söylemediler… Kahveler içildi. Herkes câmiine gitti. Çünkü hepsi imamdı.

O günlerde, komşularımızdan ineği olan bir hanım, bir tas yoğurt getirmiş, üzerine de çörek otu koymuş… Dedem o yoğurdu gördü, nineme sordu:

“Kimden geldi bu yoğurt?”

“Komşumuzun ineği yavrulamış da bize yoğurt getirmişler.”

“Yahu bir çıkıya bağlasan da, Aksekili Hoca’yı gücendirdik, götürsem de barışsam hocayla…”

Ninem bana:

“Oğlum, deden götüreceğine, sen götürüver.” dedi, yoğurdu bağladı.

Aksekili Hoca’nın evi, bize yakın Cevizleraltı’ndaydı. Kapıyı çalarız, açan olmaz. Hoca yaşlanmış, gözleri zayıf görürdü. Evde kimse yokmuş. Avlusu var, onu geçip kapıya gelecek… Neyse:

“Geliyorum, geliyorum sabret.” diye içerden sesi duyuldu.

Kapıyı açtı, elini gözüne tuttu. Önce tanıyamadı.

“Böyle buyurun efendim.” dedi. Dedem selâm verdi.

“Efendim, komşulardan yoğurt gelmiş. Boğazımdan geçmedi. Size getirdim onu…”

Dedem bunları der demez, Aksekili Hoca coştu; gözyaşlarıyla:

“Hacı Veyis Efendi, sen beni her şeyde geçtin; nedir bu kemâlât yâhu! Nedir bu Ahlâk-ı Peygamberî... Hacı Veyis Efendi, bu şeker hastalığı beni insanlıktan çıkardı. Üç gündür ben uykuyu kaybettim. Hacı Veyis Efendi, ben huysuz bir insan oldum…”

O, onun elini öpmek ister; o, onun elini öpmek ister… Sarıldılar, bir ağlaştılar… Hâlâ o tablo gözümün önündedir.”1

İşte kötülüğe en güzel karşılığı vermenin müstesnâ ve muhteşem bir tablosu.

Hülâsa, İslâm, güzelleşmektir, hem de her alanda. Hatta en güzeli yakalamaktır. En güzelle “En Güzel”e ulaşmanın yoludur.


Dipnot: 1- M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, I, 109-111.


Adem Ergül 'ın Yazısı.