Çok Yönlü Bir Aydın: Niyazi Berkes
Niyazi Berkes’in, zannımızca, en önemli kıymeti, yaşadığı dönemin sancılarını iyi analiz eden eserler ortaya koymasıdır.
O’nun isminde cem eden çok yönlülük, bugün mum aydınlığında aradığımız bir özelliktir. Hem felsefeye hem gezi yazılarına, hem tarihe, hem iktisata, hem de sosyolojiye ilgilidir. Bu çok yönlülük O’nun zihnini bulandırmamış ve başka kişilerin yeniden üretimine olanak veren eserlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
1908’de Kıbrıs’ta doğar. II. Meşrutiyetin ilanından yaklaşık üç ay sonradır bu tarih. Kıbrıs o dönemde İngilizlerin elindedir. Dönemin siyasi şartlarına uygun olarak kendisine Niyazi, ikizine Enver ismini vermiştir babası. Resneli Niyazi Paşa ile Enver Paşa’nın resminin asılı olduğu, Sabah, İkdam, Servet-i Fünun, Şehbal gibi gazete ve dergilerin girdiği bir evde büyür.
Toplumsal Değişim Üzerine
O zamanki adı İstanbul Sultanisi olan İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe lisansını tamamlar. Atatürk ve Devrimler (1982) isimli kitabının ilk bölümünde kendi hayatını anlatırken Felsefe’ye giriş sebebinin, “Türk toplumunun sorunlarını daha iyi anlama”ya dayandığını söyler. Tarih bölümünden sertifika alır. Hukuk’ta okumaya yeltenir ama ezberci sistemden ötürü yarıda bırakır. İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi’nde sosyoloji üzerine çalışır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) ve McGill Üniversitesi Graduate Studies and Research Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapar. 1945’e kadar DTCF’nde çalışır. 1952’de yurtdışına çıkar. Kanada McGill Üniversitesi İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde profesör olur. 1958-59 yıllarında Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde de ders verir. Pakistan, Endonezya ve Japonya’yı ziyaret eder. Emekli olduktan sonra İngiltere’ye yerleşir.
Niyazi Berkes’in, zannımızca, en önemli kıymeti, yaşadığı dönemin sancılarını iyi analiz eden eserler ortaya koymasıdır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişe şahitlik etmiş, dönüşüm sürecini bizzat yaşamış bir sosyolog ve düşünür elbette ki bunu mürekkebe dokunduracaktır. Halihazırda temel ilgi alanı da budur. Türkiye’nin geçirmekte olduğu sosyal değişimi hem hissetmiş hem de analiz etmeye çalışmıştır. Hayatının önemli bir kısmını yurtdışında geçirmiş olması da ‘dışarıdan’ bakışa imkan sunmuştur.
Laiklik Yabancıdır
1973’de Türkçe baskısı yapılan “Türkiye’de Çağdaşlaşma” isimli eserinde Berkes, Türkiye’nin son iki yüz yıldır geçirmekte olduğu değişme sürecini “din ve dünya işlerini ayırma davası (sekülerizm)” üzerinden çağdaşlaşma kavramı çerçevesinde tartışır. Cumhuriyet döneminde din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade etmek için kullanılan laiklik kavramının taşıdığı mana üzerinde durur. O’na göre bu anlamda laiklik, İslam, Osmanlı ve Türk geleneğine yabancıdır. Osmanlıda din-devlet ikilemi yoktur, ikisinin biraradalığı doğaldır. Dolayısıyla aykırı bir görüş öne süren olmamıştır. Berkes’e göre asıl sorun Çağdaşlaşma’dır. Bu kavram din-devlet ayrımını içeren ve aşan bir terimdir. Bunu “kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan kurtulma” olarak ifade eder. Toplumsal hayatımız ile ilgili asıl meselenin, hangi davranışımızın geleneğe, hangisinin modern hayata göre düzenleneceği meselesi olduğunu söyler.
1940’ların ilk yıllarında Yurt ve Dünya’daki yazılarında (daha sonra Uygarlık, Din, İdeoloji Olarak İslamlık adıyla Adam Yayınları’ndan basıldı, bkz. sayfa: 56-63) İslam dini ile ilgili yakışıksız ifadelere yer vermiştir. Kur’an’ın “anlaşılması güç bir yapıt” olduğunu söyler. Hz. Muhammed “rahiplerden, hukukçulardan, filozoflardan hoşlanmayan ve onları küçümseyen” biridir der. Kur’an’dan “tutarlı bir dünya görüşü çıkarmak” zordur cümlesini kurar. Yine aynı metinde, peygamberin “hadislerde, Kur’an’da bulunan insan ve dünya görüşü ile uyumlu olmayan metafizik bir dünya anlayışı vardır” gibi tuhaf tezler öne sürer. Hilmi Ziya Ülken’in “marksist ve militan” olarak nitelendirdiği Yurt ve Dünya’nın 39. sayısına yazdığı yazıda Darwin’in görüşlerini övücü ifadelere yer verir.
Ankara Köyleri
İlk yayımladığı çalışması “Bazı Ankara Köyleri Üzerine Bir Araştırma” isimli kitabıdır. Türk sosyolojisi için de ilk monografi çalışması sayılabilir. “Türk İktisat Tarihi” adlı eserinde yapısal değişimleri ele alır ve Osmanlı Türk toplum yapısının temel ekonomik özelliklerini irdelemeye çabalar. Suriye, Tunus, Lübnan, Mısır ve Cezayir’e yapmış olduğu gezilerden elde ettiği izlenimlerini “İslamcılık, Ulusçuluk, Sosyalizm” adlı kitabında toplar.
İlk zamanlarında eserlerini İngilizce kaleme alırken, 1960’lardan sonra Türkiye’deki değişimi de göz önünde bulundurarak Türkçe yazmaya başlamıştır. Yazdığı metinlerde açık bir iyimserlik görülür. Benzerine az rastlanan bir coşku hakimdir yazılarına. Bu coşkunun Türkiye’ye dair beklentilerinden kaynaklandığını tahmin etmek zor değildir. Eserleri arasında kopukluk yoktur. Her biri aynı dönemde yazılmış gibidir. Yapıtları hem kendi içinde, hem de diğer yapıtlarıyla karşılaştırıldığında tutarlı ve bütünlüklüdür.
Berkes’in çalışmalarını üç ana başlıkta toplamak mümkün: 1- Osmanlı toplumu ve batılılaşma tarihine ilişkin çalışmaları (Türkiye’de Çağdaşlaşma, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, Batıcılık, Ulusculuk ve Toplumsal Devrimler, Türkiye İktisat Tarihi). 2- Sosyal bilimlere ve sosyolojiye dair görüşlerini ele aldığı çalışma ve araştırmaları. (D.T.C.F yıllarında yayımladığı makaleler ve Ankara köyleri üzerine yaptığı çalışma). 3- Uzak Doğu ve Yakın Doğu’ya yapmış olduğu gezileri konu alan yazı ve mektupları. (Asya Mektupları, İslamcılık, Ulusculuk ve Sosyalizm).
Oryantalist miydi?
Kendisine dair yapılan ‘oryantalist’ eleştirisinin haksız bir eleştiri olduğunu anlamak için “Asya Mektupları” isimli eserinde yaptığı oryantalizm kötülemesine bakmak yeterli olacaktır. Niyazi Berkes’e dair söyleyeceğimiz her sözün o dönemi dikkate alarak söylenmesi elzemdir. Türkiye’nin bir Doğu ülkesi olmadığı ve Ortadoğu kültüründen son derece uzak olduğunun ısrarla vurgulandığı bir dönemde O, ilgisini Doğu iklimine ve özellikle Hindistan’a yöneltir.
Türk devrimini eleştirirken şunları söyler: “Türk devrimi, toplumdan, halkın kültüründen kopuk, yabancılaşmış bir okumuş yazmışlar, aydınlar sınıfı yarattığı için, aydınlar topluma öncülük edecek büyük fikirler, eserler ortaya koyamadı. Aydınlar sadece devlete bağlı kaldı, topluma yabancılaştı. Bu yüzden de sığlaştı.” Ne kadar haklı değil mi? 18 Aralık 1988’de İngiltere’de Hythe’da vefat eder.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.