Saba`nın Getirdiği Koku
Kulluğunuz hangi renge bürünüp sizde mücessem olacaksa, onun için gayret kemerini kuşanın. Ölüm yakın.
Geçen gün internette yeni bir uygulama ile karşılaştım. İnsanın nasıl daha üretici bir şekilde yazdığı, fikir bulmakta zorluk yaşamadığı ortamlar araştırılmış. Sandığımızın aksine çok sessiz ortamlar iyi gelmiyormuş. Çok gürültü de olmayacak tabi. Hafif bir ses ve sakinliğin olduğu, bununla beraber bir süreklilik yaşanan yerler ve belki bunun sesle ifade bulduğu mekanlar yazmak, yeni fikirler üretmek için idealmiş. Bunu da en somut ‘kahve dükkanı’ ile adlandırmışlar ve sizi bir kahveci dükkanında oturup bekliyor gibi hissettirecek ses kaydı yapmışlar. Bilgisayarınızda, tablet ya da cep telefonunuzda bu uygulama ile bir anda bir kahveci dükkanında imiş gibi sesler dinleyebiliyorsunuz. Bir de gerçekten yanınızda kahve varsa, kendinizi kaptırdınız gitti.
Yazı, hangi şartları arar, fikirler ne zaman insanın kapısını çalar, hep merak konusu olmuştur. Nuri Pakdil, ‘‘Bir Yazarın Notları 1’’de değinir mesela bu konuya: “Sabahın erken saatlerinden öğleye değin çalışmayı severim: usumuz, sabahları, tımarlanmış at gibi, yürüyüşe hazır olur.”
Başkalarından da bahseder:
“Dostoyevski, genellikle, gece çalışır.
Çokluk Sartre, düzenli olarak, gündüzleri çalıştığını, geceleri müzik dinlediğini, biraz da bayan Beauvoir’la söyleşi yaptığını anlatır…”
Sonra sadra şifa bir nokta gelir karşımıza:
“Oysa büyük Mevlana, vaktin en güçlü denge uzmanı olarak, hem gece, hem gündüz çalışmıştır: gecenin de, gündüzün de Yaratıcısını düşünerek.
Şeyh Galip de böyledir, Yunus da.”
Pakdil’in sunduğu, vaktin sahibinin es geçilmemesi gerektiği bilgisi, içimizde dipdiri durmalı.
Pakdil’den yıllar önce okuduğum bu satırlar uzunca bir süre zihnimin yazı klasöründe başköşede durdular. Bunlarla beraber bir başka güzel insan da yazı için yine vakte işaret etmiş, seher vakitlerinde yazmanın çok daha usule uygun olacağını uzun uzun anlatmıştı. O zamandan beri her vakti bir nimet bilmenin yanında, seher pınarından hiç olmazsa bir mayalık katkı sağlamayı ihmal etmemeye çalışırım yazılarıma.
Seher vakitleri deyince, yazı deyince, yani kelimelerin yüzlerini size gösterip, bir araya toplanıp yeni bir manada vücut bulması, gözle görülür hallerinin neredeyse renge, kokuya bürünmesi mevzu edilince insanın kaçacak yeri yok, zihin kapısını hemen saba rüzgarı tıkırdatıverir.
Çünkü kadim edebiyatımızda sabah/saba rüzgarı sevilenden haber getirdiği gibi, gelişi de ayrı bir şenliğe vesiledir. Şöyle ki… Saba rüzgarı gece boyu uyuyan çiçekleri ve tabi ki –özelde- gülleri uyandırma vazifesi ile yüklüdür. Sevilenden getirdiği haberler goncaların yaprakları arasında dolanır ve güllerin coşku ile binbir koku ile açılıvermelerini sağlar. Bahçeye şenlik gelir, bahar yüzünü gösterir. Böyle bir vakitte kelimeler ile meşgul olmak da elbet o kokudan, o haberden, o renklerden nasibinize düşeni almak gayretini içermez mi?
Kahve kokusu elbet güzel kokular içindedir, özellikle tutkunu için. Saba’nın getirdiği ise, yine daha çok yasemin, sümbül, menekşe, gül...
"Ey saba bahçenin gençlerine düşerse yolun"
Serviye güle reyhana saygılarımızı ilet. ‘Hafız, 9. Gazel’
İlham gelecek diye kahveci dükkanlarını aşındırmaya lüzum yok. Kurukahveci Mehmet Efendi’den alın 100 gr taze kahve, kendi mutfağınızda mis gibi pişirin. Sadece kendinize değil elbet, hatır gönül sahibi birine de ikram edin. Hoşsohbeti dimağınızı beslesin, ağyarın yüzü, gafilin sesi sizi meşgul etmesin. Seherlerde açın pencerenizi, gönül kapısını tıkırdatan esintileri kabul edin. Bismillah deyip oturun başına, yazının değil sadece. Kulluğunuz hangi renge bürünüp sizde mücessem olacaksa, onun için gayret kemerini kuşanın. Ölüm yakın.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.