Haziran 2015 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Üslup ve ifade olarak üzerinde biraz daha çalışmayı, biraz daha arı duru hale gelmeyi bekleyen bir yazı olmakla birlikte, dayandığı ve ulaştığı düşünce itibarıyla gayet sağlam bir yazı kaleme almışsın. Bu düşünce örgüsü itibarıyla da, eksikleriyle birlikte, ‘Ayın Yazısı’ olmaya lâyık yazılar arasında gördüm yazını. Yazdıkça, daha iyilerini de yazabilirsin ümidindeyim. Sabır, gayret ve devamlılık beklerim...

Abdullah Tosun

İnsanın iç kanaması dünyaya gelmesiyle başlar ve her iç kanama gibi ölümle sonuçlanır. Kimi insanlar iç kanamasının farkına varır, kimi de farkına varmadan ölüme yürür.

Hastalığın farkında olmak bakış açısına göre farklılık arz eder, ama hastalığını sağlıklı bir hayata uyanma vesilesi olarak görenler için hastalığı fark etmek büyük bir lütuf ve bulunmaz bir meziyettir; lütuf ve meziyet iradî amelin neticesidir çoğunlukla. Hayatı keyif sürme meydanı sayanlar, ötesini merak etmeyenler ve merak etmemek için de hasta olmamayı, olmuşsa da fark etmemeyi veya bir an önce’’iyileşmeyi’ büyük bir meziyet sayanlar için de fark etmemek bir şans ve talihtir. Şans ve talih, iradesini paranteze alanların nefislerini ve amellerini tezkiye etmek için sarıldıkları birer can simididir.

Dünyayı ve hayatı bir iç kanamaya benzetmek pek sevimli bir teşbih değil ve eleştiriye açıktır bu yönüyle; lakin hastalığın aman vermemesi ve dikkatli olunmaması durumunda farkına varmanın zorluğu açısından bu benzetmeyi bile isteye yaptım. Her hastalığı bir olumsuzluk olarak görenler için bu benzetmem derin bir ümitsizlik de kokabilir, fakat hasta olduğunu bilerek yaşayanların hayata bakışları, hayattan beklentileri ve hayatı algılamaları gafillere göre daha ümitli ve ümitvar olduğu gibi onların hayatından bin kat daha dolu ve anlamlıdır.

Hayatı dolu yaşamak nedir? Boş, fani olan hayat nasıl dolu yaşanır? Hayatı doldurmak için hayata, dünyaya daldıkça hayatın boşluğu genişler. Boşluğa koştukça boşluk boşalır ve genişler; boşluktan kaçtıkça boşluk daralır ve dolar. Boşluğa koşan kendinden kaçar, boşluktan kaçan kendine kaçar; anlamsız boşluğu anlamlı bir doluluğa tahvil edenler tabii ki ikincilerdir. Birinciler anlamsızlığı anlamsızlıkla daha derinleştirenlerdir.

Öyleyse, hayatı dolu yaşamak dolu olmakla ilgili bir durum. Dolmak için de kendinden kaçmak yerine kendine kaçmak gerek. Kendine kaçmak için de hasta olmak, dertlenmek şarttır; zira hasta olanlar kendine, ‘iyileşenler’ kendilerinden kaçıp başkasına koşarlar. Dert de derman da kendimizde olduğuna göre ‘iyileşmeyi’ düşünmeyip ve düşlemeyip kendimize, o anlamlı derdimize koşmalı, sarılmalı.

Kendimizle kendimiz arasındaki mesafe, insanla dünya arasındaki mesafeden kat kat daha fazla olduğu için dünyaya koşanlar, dünyadan kendilerine kaçanlardan daha evvel hedeflerine varırlar; fakat kendilerine kaçanların varmak istediği hedef bu dünyada olmadığından hedefine vardığını sananların hedefi, hedefine varmayacağını bilenlerin yanında bir vehimden ibarettir. Vehimleri hakikat zannedenlerin vahim sonuçlarla yüzleşeceği aşikar olsa da kendine kaçıp kendine gelenler ne vehimlerle, ne de vahim sonuçlarla meşgul olurlar; zira derdi olanın mesuliyeti meşguliyeti, meşguliyeti de mesuliyetidir.

“Mesul olduğumuz işle meşgul olmalı.” Bu olduktan sonra olması gereken olur, olmasa da olmakta olan olması gerekendir, deyip vakarla dünyadan ve dünyalılardan geçip ‘kûşe-i uzletimize’ çekilmeli; çünkü “Ger huzûr etmek dilersen ey Muhibbî, fâriğ ol / Olmaya vahdet cihanda kûşe-i uzlet gibi.”

‘Fâriğ ol’ (vazgeç); fariğ oldukların seni sen yapandır. Dön, bak; sen, neden fâriğ oldun? Bana değil, kendine cevap ver; beni değil, kendini ikna et; kendini, nefsini değil, kalbini.

Bu dünyadan fâriğ ol, her iki dünyada ferahla inşaallah!


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.