Hocaların Hocası: Fuat Sezgin
Yakup Öztürk
“Müslümanların icat etmiş oldukları aletleri ortaya çıkararak insanlara tanıtmak, bilinmeyen aletleri gün yüzüne çıkarmak ve bunları müzelerde sergilemek. İslam bilim aletlerini kitaplardan modeller halinde insanlara tanıtma gayreti ilk olarak benimle başlamış değil” dese de o bugün kurduğu müzelerle, yaptığı araştırmalarla bu alanda hocaların hocası olmuştur.
Hocaların hocası, bilimler tarihinin dünyadaki en iyi hâkimlerinden biri olan Prof. Dr. Fuat Sezgin`den söz açmak demek, kullanılan kelimede, yapılan tasvirde, yazının tonunda ihmale uğramış bir nokta bırakmamak demektir. Bundan birkaç yıl evvel, Ramazan`da sahurdan sonra TV`de programları karıştırırken kendisine ilk defa tesadüf etmiştim. Çatallı, hırıltıyla çıkan sesi, dağınık beyaz saçlı, muntazam giyimli, kendinden emin bir adam, İslam`ın bilimsel serüvenini birtakım maketler eşliğinde uygulamalı olarak anlatıyordu. O`nu sabahın o vakti TV`de izleyen tek bendim diye düşünür ve kimselerin O`nu tanımadığını, sadece ben bu inanılmaz şeylerden bahseden adamı keşfettim sanırdım. Ramazan boyunca, gün aydınlanana kadar bu programları takip ettim.
Bir zaman öğrendim ki Fuat Sezgin dünyanın en saygın âlimlerinin başında gelirmiş...
Bu büyük âlimden söz açan bir kitap yayımlandı yakın zamanda. Gazeteci Sefer Turan, Fuat Sezginle uzun uzadıya bir söyleşi gerçekleştirmiş, bunu da bir kitaba koymuş. Fuat Sezgin Bilimler Tarihçisi (Timaş Yay.) adıyla çıkan bu kitap, bizim gibi genç kuşağın tanımaktan beri olduğu Fuat Sezgin Hoca`yı bize etraflıca anlatıyor. Bu sohbete tanıklık ederken sadece bir âlimi tanımakla kalmıyor, gençliğin nasıl değerlendirilmesi gerektiği, çalışmanın önemi de söz konusu ediliyor. Bu yazı elverdiğince Fuat Sezgin`in yaşamını, akademik macerasını, bilime ve dünya toplumlarına bakışını, oryantalist tanımını, bu ülkeden neden ayrıldığını okumaya çalışacağız.
Fuat Sezgin, 1924`te Bitlis`te doğdu. 1943`te akrabalarından biri tarafından Edebiyat Fakültesi`ne götürüldü. Hâlbuki o mühendis olmak istiyordu. Namını duyduğu Ritter`in konuşmalarını takip etti. Onun talebesi olmayı bilhassa istedi. Bu isteğine de ulaştı.
Hocası Ritter, ilk olarak ondan Arapça öğrenmesini ister. Altı ay eve kapanıp Arapça`yı öğrenir. 1943`te dünya büyük bir savaşın içerisindedir. O yıl, Almanlar, Bulgaristan`a girince, hükümet üniversiteleri tatil eder. Hocası Ritter, Fuat Sezgin`e bu altı aylık tatilde dili bitirmesini söyler.
Fuat Sezgin, evlerinde babalarından kalma otuz ciltlik Taberi Tefsiri`ni okumaya başlar. Yavaş yavaş anlamaktadır. Günde on yedi saat çalışmaktadır.
İslam Bilim Tarihi`ni yazmaya Carl Brockelmann`ın iki ciltlik Arap Edebiyatı Tarihi’ne zeyl yazmak amacıyla başlıyor. Oysaki ortaya muhteşem bir eser koyuyor. Sezgin`e hocası dâhil kimse inanmaz. Çünkü böylesi bir eser yazabilmek bir kişinin harcı değildir. 1959`da başladığı eserin birinci cildi 1967`de çıkar. Eserin bugün 13. cildi çıkmıştır.
Darbe çocukça bir şeydi...
İstanbul Üniversitesi`ndeyken 1960`ta Almanya`ya gitmek zorunda kalır.
Çocukça bir şey olarak gördüğü 1960 darbesinin ardından 147`ler arasında anılarak üniversiteden uzaklaştırılır. Darbecilere kendisini bu memleketten çıkarmış oldukları için müteşekkirdir. Çünkü çok büyük işleri yurtdışında başarmıştır. 1961`de Almanya`ya Goethe Üniversitesi`ne gider. 1982`de burada Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü`nü kurar.
Frankfurt`ta da İslam-Bilim ve Teknoloji Müzesi`ni hayata geçirir. Bunu yaparken de İslam Bilimler Tarihi`nin bilimler tarihindeki yerini gerçeğe yakın bir şekilde göstermektir. “Müslümanların icat etmiş oldukları aletleri ortaya çıkararak insanlara tanıtmak, bilinmeyen aletleri gün yüzüne çıkarmak ve bunları müzelerde sergilemek. İslam bilim aletlerini kitaplardan modeller halinde insanlara tanıtma gayreti ilk olarak benimle başlamış değil” dese de o bugün kurduğu müzelerle, yaptığı araştırmalarla bu alanda hocaların hocası olmuştur.
Sekiz yüze yakın alet yapmıştır. Hâlbuki ilk hedefinde yirmi alet yapabilmek vardır.
Bilimler tarihini insanlığın ortak malı olarak görür. Bilimlerin sıçrama yapmadığına, bilakis yavaş yavaş tekâmül ettiğine inanır. Yeryüzünde hayat süren bütün insanları bilime katkıları olduğunu düşünür. Bu çok önemli bir bakış açısıdır.
“Doğu olmasaydı Batı olmazdı.” der. Müslümanların evvela yaratıcı olduklarını düşünen Fuat Sezgin, miladi 850 yılından itibaren 16. asrın sonuna kadar Müslümanların ilimde mütemadiyen yeni şeyler ortaya koyduklarını belirtir. Türklerin korkak ve taklitçi bir millet olmaktan kurtulmalarını canı gönülden istemektedir.
Müslümanlar kimya ilmini hicri ikinci asırda tecrübi bir ilim olarak kurmuşlardır. Bu ilerlemeye batı ancak 18. asırda yakalayabiliyor.
Eserin birinci cildinde kronolojik olarak Müslüman ilim adamlarının keşfettiği, icat ettiği birçok şeyi yazıyor. Mesela Müslümanlar 15. asırda Afrika`nın doğusuyla Sumatra arasındaki mesafeyi bugünkü gerçeğe çok yakın bir biçimde bilebiliyorlarmış. Avrupa ise buna ancak 20. asrın ilk yarısında ulaşabilmiş.
Amerika`nın Kristof Kolomb`dan önce Müslümanlar tarafından keşfedildiğini söyleyen Fuat Sezgin, Müslümanların Amerika`ya gitme meselelerinin 10. asırda başladığını belirtir. “Bu hususta tarihi kayıtlar vardır” der.
Müslümanların gerilemesini tarihi bir mesele olarak değerlendirir. Medeniyetlerin ebedi olarak yaşayamayacaklarından söz açar. Geri kalmadan, İslam`ın mesul tutulmasının tarihi bir hakikat olarak gösterilmesini kınar, yaptığı bütün çalışmalarda bunu göstermek için çabalar.
Son zamanlarda matematik ve coğrafya üzerine çalışan Sezgin Hoca`nın 13 ciltlik bu büyük eseri, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından Türkçe`ye tercüme edilmiştir.
Almanya`da Müslümanların bilimdeki yerini bilenlerin sayısı Türkler`den çok fazlaymış. Bu da toplumumuzun az okuduğunu, genel hükümlere biat edip, araştırma ihtiyacı hissetmediğini gösteriyor.
Fuat Sezgin Hoca`nın eşi oryantalist bir Alman. Almanya`ya gidişinin dördüncü ayında tanışırlar. Eşi önceden Müslüman olmuştur. “O olmasaydı işim çok zor olurdu. Benim imanım vardı. Allah`a karşı mutlak inancım vardı. Bir de eşimin çok yüksek insani vasıfları ve benim hedefime ulaşmamdaki bana olan inancı ve beni desteklemesi.” diyerek eşine hürmetini gösterir.
İslam`da kimyanın, zoolojinin, meteorolojinin ve botaniğin tarihini ilk defa yazan isim, Fuat Sezgin`dir. Müslümanların modern kimyanın temelini atanlar olduğunu belirtir.
Sohbetinden hatırımızda kalanlar...
Fuat Sezgin Hoca`nın sohbetini okurken ilgimizi çeken bir hayli mesele oluyor. Bunları satırbaşları halinde buraya taşımakta fayda gördük.
Sözgelimi Alman TV`lerinden biri Sezgin`in açtığı müze hakkında otuz dakikalık bir program yaptığı için programın yapımcısı ölüm tehditleri almıştır.
Batı, Müslüman âlimlerin çalışmalarını parça parça bir araya getirerek dünyaya kendi imzasıyla sunmuştur.
Dakikaları ölçen ilk saat 12. asırda İslam dünyasında yapılıyor. Haritalar üzerinde de dikkatle duran Fuat Hoca, bugün İslam dünyasının haritacılık alanındaki öneminin bilinmemesine sıkça değiniyor. 9. asırda enlem boylam derecelerini gösterebilen haritaların İslam dünyasında çizildiğini yine Fuat Sezgin`den öğreniyoruz.
Aşağılık kompleksinden uzak durulması gerektiğinden sıkça söz açan Sezgin, bu komplekse hizmet edenlerden uzak duruyor. Bu Kâtip Çelebi olsa bile: “Benim Katip Çelebi`ye karşı büyük bir hürmetim vardı, onun çalışkanlığına, emeğine. Ama taşıdığı aşağılık duygusunu gördükten sonra Kâtip Çelebi benim gözümde coğrafyacı olarak çok küçüldü” demektedir.
İslam`da Bilim ve Teknik adıyla beş ciltlik bir eseri de Türkçe`de yakın zamanda yayımlandı.
Hoca hakkındaki en büyük efsanelerden biri de çok sayıda dil bildiği üzerine. Hoca, “faydalanmak” için, bir vasıta olarak dil öğreniyor. Tek yabancı dil bilmenin asla övünülecek bir şey olmadığını düşünüyor. Dilleri yazılanları okuyabilmek için öğreniyor. Okuduğunu anlayabilecek seviyeye getirdiği bir dili öğrenmeyi bırakıyor. Arapça`ya ise özel anlamlar yüklüyor. Hocası Helmut Ritter sayesinde Arapça`ya yönelen Sezgin, onun Arapça`nın yazım kolaylığından, vakit kazandırmasından ve gramerinin zenginliğinden sıkça bahseder.
“Din gerilemenin nedeni değildir, din bilimle ters düşmez” sözünü sıkça tekrar ediyor.
Hayatını 1961`den itibaren başlatır. Türkiye`deki hayatını Almanya`daki kadar verimli bulmaz.
Darbeyi ve 147`liler arasında olduğunu sokakta gazete satan bir çocuğun ağzından duyar. Bu haberin ardından üniversiteye gitmek yerine Süleymaniye Kütüphanesi`ne gider. Kitap okur. Almanya`daki ve Amerika`daki dostlarına yanlarında çalışabilmek için mektup yazmak durumunda kalır. Büyük eserine de bir taraftan çalıştığı için Mısır`dan, İran`dan ve İstanbul`dan çok uzaklaşmak istemez. Frankfurt`ta çalışmaya karar kılar. “Çünkü” der “Dünyanın tek Bilimler Tarihi Enstitüsü oradaydı.”
Almanya`da kendisine doçentken ordinaryüs profesörlük teklif edilir. Kabul ettiği takdirde gidip Kültür Bakanı`yla konuşması ve maaşının pazarlığını yapması zorunludur. O, bu rütbeyi reddeder. Üniversitede kalıp, eserine çalışması gerekmektedir çünkü.
Üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra sadece bir valizle yola çıkar. Valizde biraz çamaşır ve birkaç yazmanın 20-25 bin civarında fişleri vardır.
İlerlemiş yaşına rağmen çalışmaktan usanmaz. Bunu da, yapacağı çok iş olduğu için Allah`ın kendisine bir lütfu olarak yorumlar.
Fuat Sezgin bugüne kadar birçok dünya kütüphanelerini gezer. Hindistan`ın en güneyinden Madras şehri kütüphanelerine kadar dünyanın bütün kütüphanelerinde çalışır. Altmışa yakın ülkede... 400.000 cilde yakın yazma gördüğünü söyler. Bütün dünyadaki Arapça yazmalara dayanan Arap Edebiyatı Tarihi ortaya çıksın diyedir bütün bu çabalar.
Birinci ciltte din, ikincide edebiyat ve şiir, üçüncüde tıp, zooloji, veterinerlik, dördüncü simya, kimya, botanik, beşte matematik, altıncıda astronomi, yedinci ciltte de meteoroloji anlatılır.
Oryantalistlere bakışı...
Oryantalistleri hürmetle anar. Onlardan çok şey öğrenildiğini söyler. “Hıristiyan oldukları için teoloji alanında yanlış yorumlarda bulunmuş olmalarına rağmen onları affediyorum.” der. Bir oryantalist talebesi olduğunu her fırsatta iftiharla söyler. İslam dünyasında oryantalistleri yanlış tanıdığımızı düşünür. Yeterince tanımadığımızı söyler.
İslam`da kimyanın, zoolojinin, meteorolojinin ve botaniğin tarihini ilk defa yazan isim, Fuat Sezgin`dir. Müslümanların modern kimyanın temelini atanlar olduğunu belirtir.
Tavsiyeleri züht gibi yaşamak, sabrun cemil ve Allah korkusudur. Masa başında oturmak ve okumak. Gerçek bir züht gibi yaşamaya çaba gösteren Sezgin Hoca, dünyanın nimetlerinden feragat edebilmeyi kendisine şiar edinmiş. Otuz yıldan beri evden çıkarken çantasına küçük bir ekmek parçası koyup, enstitüye gidiyor, orada da dolabındaki peynirden, yağsız reçeli ekmeğine katık yaparak yaşıyormuş.
“İki günü bir birine eşit olan ziyandadır.” hadis-i şerifi doğrultusunda hayatını biçimlendiriyor. Müslümanların bunu kâfi derecede göz önüne getirmesi gerektiğini söylüyor. Bunu da “tekâmül kanunu” olarak tanımlıyor.
Aşağılık duygusundan kurtulmak gerektiğini ancak asla gereksiz bir üstünlük hissine kapılmamayı söyleyen Fuat Sezgin, sekiz yüz yıl insanlığa bir medeniyet armağan eden insanları tanımak lazım diyor.
Türkiye`nin İslam medeniyetinin en güçlü ülkesi olduğunu düşünen Hoca, İslam dünyasında karşısında böyle bir vasfı olan Türkiye`nin yaratıcılık konumunu yeniden yakalaması gerektiğini söylüyor.
İstanbul Gülhane`de açılan müzenin haberini yapan Cumhuriyet Gazetesi`nin haberi “Din geriliğimizin sebebi değildir.” biçiminde vermesine bilhassa değinen Fuat Sezgin, bunu Cumhuriyet`e söyletebilmiş olmaktan dolayı şükrediyor.
Türkler ve Müslümanların maddeye aşırı bir yönelme içerisinde olmalarından mustarip olan Fuat Sezgin, maddeye ulaşmak için ahlaktan ödün vermelerini eleştiriyor.
GENÇ'ın Yazısı.