Kadir Bekâr

Hasan Aycın, 20 Eylül 1955’te Balıkesir’in Aslıhantepecik Köyü’nde doğdu. İlköğrenimini köyünde, ortaöğrenimini Balıkesir İmam-Hatip Okulu’nda, yükseköğrenimini Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde tamamladı. Bursa’daki bir fabrikada grafikerlik ve Balıkesir’de bir süre pazarcılık yaptıktan sonra İstanbul’a yerleşti, kendi grafik atölyesinde çalışmasını sürdürdü. Birçok gazete ve dergide çizgileri ile yer aldı. Evli ve dört çocuk babası olan Hasan Aycın, hâlen İstanbul’da yaşıyor. Kendisi ile çizgisinin oluşum serüveni, hatıraları ve tecrübelerine dair hoş bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bir söyleşinizde: “Çizgiye İsmet Özel’le karşılaşmamla başlamadım; çizgimin kimliği onunla karşılaşmamdan sonra oluşmaya başladı. Eğer karşılaşmasaydım, belki yoz bir çizgiyi sürdürüyor olacaktım, belki de çoktan bırakmış olurdum” diyorsunuz. Sizce çizginin kimliği nasıl oluşur?

Kişinin gölgesi kendisinden nasıl bağımsız değilse, eserinin kimliği de kendi kimliğinden bağımsız olamaz. Nasıl olsun ki, özene bezene yapıyor ve imzasını basıyor.

Kadim soru her daim güncelliğini koruyagelmiştir: Kimdir insan? ‘Kim’liği nedir? Nasıl bir şeydir? Mesnevî’de şöyle geçer: “İnsanın her işe kuvveti vardır, ama yaratılış hikmeti Allah’a kulluktur.” Bence asıl mesele budur. Kimlik kullukla kaimdir. Bu bir idrak, bir kavrayış meselesi. Böyle olmazsa ne olur? Yine Mevlânâ’nın delâletiyle söylersek: “Tilkiyi avcılardan ayakları kaçırsa da kurtuluşunu kuyruğundan bilip övünür onunla. Bizim derin hilelerimiz tilki kuyruğu gibidir, onunla oynarız, sağa sola oynatır dururuz. İstidlâl ve hileyle insanları şaşırtmak için hünerler gösteririz. Hayran olmalarını isteriz de elimizi ulûhiyete uzatmaktan bile çekinmeyiz. Çukurda oluşumuza bakmayıp okuyacağımız efsunlarla göklere mâlik ve halka hâkim olmayı düşleriz.” Olmazsa Allahüâlem böyle olur işte.

O karşılaşmamızda İsmet abi kendi çizgimi çizmem konusunda uyarmıştı beni. Kim olduğumu bilmem, kimliğimi önemsemem, çizeceksem o kimliğin çizgisini çizmem olarak algıladım ben o ikazı. Bu yüzden kendisine hep minnettar oldum ve çizgi hayatımın başlarında öyle bir uyarı aldığım için de Allah’a hep şükrettim.

Sözün özü çizginin kimliği çizerin insan olarak kimliğini önemseyip geliştirmesiyle gelişir ve oluşur.

Eserlerinizde yüklü bir felsefi yön, derinlik ve düşünce var. Eserlerinizi üretirken ne tür kaynaklardan besleniyorsunuz?

Bugün ortalama bir Müslüman’ın beslendiği, daha doğrusu beslenmesi gerektiğini düşündüğüm, başta Kur’an ve Sünnet olmak üzere, kimliğimizi ve kişiliğimizi belirleyen değerlerin mukayyet olduğu bütün kaynakları sayabilirim. Ben bu durumu önemsiyorum. Olmazsa olmaz sayıyorum. Geçmişteki Müslümanlardan biri değilim, gelecektekilerden biri de değilim; bugünkü Müslümanım. Benim tanıklığım ve sınavım bugünde. Doğal olarak öncekilerden ve hattâ günümüzün güzel insanlarından etkileniyorum, becerebildiğim kadarıyla özenli yaşamaya çalışıyorum, haliyle kendimden sonrakileri de iyi yönde etkilemek istiyorum. Çizerken şöyle şöyle kaynaklar vardır onlardan beslenmezseniz çizemezsiniz gibi bir şey yok hâsılı. En azından bence.

Çizginizin bir sınırı var mıdır?

Tabii var, varlık âleminde sınırsız ne var ki çizgim sınırsız olsun. Hayatımda haram ve helâl sınırının belirleyici olmasını istediğim gibi çizgi hayatımda da böyle olması temel önceliğimdir. Gerek biçim olarak, gerekse mesaj olarak. Bunu ne kadar yapabileceğimi saklı tutarak ifade ediyorum. Benim çizgim, Allah’ın yasakladığı, sakındırdığı şeylerin önaçıcısı olmamalı, hep meşru alanda kalmalı. İlke olarak, başta kendim olmak üzere elimden göğsümü genişletecek, yüzümü ak edecek şeyler çıksın isterim. Ümmetin de insanlığın da yüzünü ak edecek şeyler olmasını umarım. Gözettiğim nihaî sınırlar bunlardır. Bunlar çizgimin de sınırlarıdır.

Çizer olmanın yanında aynı zamanda roman türünden eserler de vermektesiniz. Yeni nesilde eserler üreten gençlere hangi yolları takip etmelerini ve neleri rehber edinmelerini tavsiye edersiniz?

Yazarlık tecrübem biraz sıradışı. Elbette sevdiğim saydığım yazarlardan hayli beslendiğim, ama kimseyi örnek almadığım, belki de örnek almayı beceremediğim bir tecrübe benimki. Hoş çizgi tecrübem de öyledir. Durum böyle olunca bu konuda tavsiyelerde bulunmayı işin erbabına bırakmam daha yerinde bir davranış olur diye düşünüyorum. Olsa olsa ilkesel bazda önerim olabilir, ama onun da umumi değil hususi, yani muhataba özel olmasını yeğlerim. Hani, Yunus söyler ya; “Yunus ger âşıkısan, aşka muvafıkısan, korkma ger âşıkısan, ne olursan olısar.” Onun gibi, gençler önce dünyayı ve ahireti Müslümanca kavramanın yolunu arasınlar, sonra o kavrayışla ne eser vereceklerse versinler derim yine de.

80’li yıllarda birçok zorlu süreçlerden geçtiniz. Bu süreçleri atlatırken birçok anı biriktirmiş olmalısınız. Bizlere bu anılarınızdan birkaçını rica etsek anlatır mısınız?

Toplum olarak zorlu süreçlerden geçtik. Üstelik sırf seksenler de değil, yetmişler, altmışlar... Elliler, kırklar, otuzlar ve hattâ yirmiler de var; yaşamadığımız ama bizzat yaşayanlardan bolca dinlediğimiz, kendimiz yaşamışız gibi içselleştirdiğimiz... Ve de Yirmisekiz Şubat...

Altmış ihtilalinde çocuktum, köydeydik. Elektrik, telefon, radyo, televizyon yoktu ama jandarma vardı. Jandarmalar gelip birilerini götürüyordu arada. Bir gün babamı da götürmüşlerdi. Kuytularda Adnan Menderes’in asılıp asılmayacağı konuşuluyordu. Sonunda iki adamıyla beraber astılar malûm. Yetmişbir’de Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı asıldı. İmam Hatip öğrencisiydim o zaman. Seksen ihtilalinde üniversiteyi yeni bitiriyordum. Daha doğrusu iki yıl uzamıştı okul, bir dersim kalmıştı. Yirmibeş Eylül’de sınavım vardı ama bitirmeye niyetim yoktu. Oniki Eylül’de darbe olunca artık uzatmadım.

O zamanlar defter gibi nüfus hüviyet cüzdanları kullanılıyordu hâlâ ve tek tipti, şimdiki gibi kadınlara ayrı erkeklere ayrı değildi. Cüzdanımın soyadı hanesinde üstü çizili olarak Aycan yazıyordu. Yanına Aycın yazmışlardı. Ama ne tasdik ne imza... Çekmediğim kalmamıştı o yüzden. Mesela şehirlerarası yolculuklarda gece gündüz demeden yolun bir yerinde otobüslerin durdurulup yolcuların aranması sıradan şeylerdi o vakit. Askerlerin ellerinde arananlar listesi olurdu bir deste. Erkekler indirilip üstleri aranırdı. Listede adı olanlar alıkonulurdu. Aydan, Aydın, Aylan, Aylin, Ayçin… Olmadığımın anlaşılması telsizlerle sora soruştura anlaşılırdı anlaşılmasına ama otobüs gitmiş olurdu hep.

Darbecilerin marifetlerinden biri de resmî evraklarda sakallı fotoğraf yasağı olmuştu. Ben işte o zaman sakal bıraktım. Sakallı fotoğrafımı öğrenci işlerine kabul ettirinceye kadar akla karayı seçmiştim diploma için. Fotoğrafım budur, ister alın ister almayın demiştim, diploma benim, başkasına veremezsiniz ya.

Rahmetli dedem, ne pahasına olursa olsun sakalını kesmemiş, sarığını ve cübbesini çıkartmamış olmasına rağmen, kesmemi söylemişti ilk gördüğünde. Biz çok çektik, demişti başına bir iş gelmesin. Gençliğin rüzgârıyla olsa gerek, geçti o günler dede dedim. Hiç unutmam, doksaniki yaşındaydı, âh bir inanabilsem demişti. Seksenin Aralık’ında da vefat etti. Allah rahmet etsin. Yirmisekiz Şubat sürecinde gördüm ki, dedem haklıymış.

Darbecilerin marifetlerinden biri de resmî evraklarda sakallı fotoğraf yasağı olmuştu. Ben işte o zaman sakal bıraktım. Sakallı fotoğrafımı öğrenci işlerine kabul ettirinceye kadar akla karayı seçmiştim diploma için. Fotoğrafım budur, ister alın ister almayın demiştim, diploma benim, başkasına veremezsiniz ya.

Birçok dergi ve gazeteye ürün veriyorsunuz. Sürekli bir eser üretmek, hatta derinlik sahibi bir eser üretmek nasıl bir duygu?

Sevdiğim şeyi yapıyorum. Yaptığımı severek yapmayı nasip ettiği için Allah’a hep şükrediyorum. Zorlandığım, darlandığım zamanlar olmuyor değil, ama yüksünmemeğe çalışıyorum. En büyük sıkıntım yetişememek, zamanında yetiştirememek endişesi oldu baştan beri. Kırk yıla varıyor nerdeyse.

Gerçi kendi tabirimle bir iki mızmızlanmam olmuştu. Sonuçta insanım. Örneğin, Inquiry’e çizgi gönderdiğim zamanlardı. Merhum İsmail R. Farukî’nin şehadeti üzerine “Yeryüzünde Siyasi Cinayetler” konulu bir dosya hazırlamışlardı. Ahmet Kot derginin temsilcisiydi. Bir akşam kör saatte gelip: “Hasancığım sabah sekize kadar beş altı çizgi hazırlayıver” demişti. “Yapmıyorum ya, benden başkası yok mu” diye tepki göstermiştim. “Ne yani” demişti Ahmet, “Amerika’da Farukî katillerine durun ne yapıyorsunuz, İngiltere’de Inquiry diye bir dergi var benim şehadetim üzerine ‘Yeyüzünde Siyasi Cinayetler’ diye dosya yapacak, Türkiye’de Hasan diye bir çizer var o çizgi çizecek, Hasan’a biraz zaman tanıyın mı deseydi” diye çıkışmıştı. İsmail Farukî’yi rahmetle anıyorum. Allah hatırasını aziz kılsın.

Çok şükür mahcup olmadım hiç. Taşıyabileceğim kadar yüklenmeye çalışıyorum. Tutamayacağım sözleri vermemeye çalışıyorum. İsteyince Allah güç veriyor, ufuk açıyor. Elhamdülillah.

Yönetmen Ahmet Uluçay vefat etmeden evvel, bir belgeselde şöyle diyordu: “Kamyonculuk yaptım, tavukçuluk yaptım. Allah’a şükür ikisinden de battım.” Siz de farklı mesleklerle uğraşan biri olarak bu hususta benzer mi düşünüyorsunuz?

Doğru, ben de hayvancılık, çiftçilik, pazarcılık, kardeşimle kamyonculuk, grafikerlik, reklamcılık olmak üzere çeşitli işler yaptım geçimlik. Yalnız ben Ahmet Uluçay gibi Allah’a şükür battım diyemiyorum, kimilerinde batsam da şu ya da bu sebepten Allah’a şükür yapmaktan vazgeçmek zorunda kaldım, diyorum. Şükrediyorum çünkü onlar beni bu günüme taşıyan tecrübelerimdir, bana özeldirler, her biri bana Allah’ın özel ihsanlarıdır.

Son olarak GENÇ Dergi okurlarına özel olarak neler söylemek istersiniz?

Selam ve muhabbetlerimi sunuyorum. Kendilerini önemsesinler, yeryüzünde İslâm’dan mahrum milyarlarca insanı düşünsünler, kendi Müslüman oluşlarının bilincinde olsunlar ve öyle yaşamaya gayret etsinler.


GENÇ'ın Yazısı.