Salih Eroğlu

Kaliteli çıktılar üretmek istiyorsan bilgiyi saymayacaksın; bilgiyi seveceksin. Özümseyeceksin. Hayatını nitelik üzerine inşa edeceksin.

Hikmetleri kelimelerin kalbine indiren Allah’a hamd ederek kitabına başlıyordu Şeyh-i Ekber.

Elimdeki akıllı telefonun ekranına bakıyordum. Kelimeler akıp gidiyordu. Fakat kalplerindeki hikmete erişmem mümkün olmuyordu bir türlü. Ben eski kafalı ve hatta yobaz bir adam olabilirim. Kitap sayfalarının o kokusunu hissetmem gerekir belki de kelimelerin kalplerindeki hikmete erişebilmem için.

Önümden çok hızla akıyor kelimeler. Parmağımı yukardan aşağı çekiyorum. Kelime bombardımanına tutuluyorum. Kelime parçacıkları isabet ediyor zihnime. Yaralanıyorum. Acılar içinde kalıyor zihnim. Dijital bir Gazi oluyorum. Mavi kuş bana madalya takıyor çok uzaklardan: Dijital bir madalya.

İşin açıkçası dijital madalyalarla teselli bulacak kadar saf değilim şu an. Bu tarz oyuncaklarla kandırılmam çok zor görünüyor.

Bu yüzden bırakıyorum elimdeki akıllı telefonu. “Ey oğul! Bağı çöz at” diyordu Hz. Mevlana. Çözüp atıyorum bağı. Bu kelime çöplüğünde bir şey okumasam da kaybım olmayacak diyorum.

Elime bir kitap alıyorum. Kelimelerin kokusu geliyor burnuma. Derin derin içime çekiyorum. Ta ki ciğerimdeki bronşların en ucundaki hücrelere kadar işlesin.

İşliyor ve tefekkür deryasına dalıyorum. Uzun uzun düşünüyorum. Düşünmenin lezzetini verdiği için Allah’a hamd-ü sena ediyorum.

Kırk yıllık hatırı olan bir kahveye ait fal misali zihnimde yollar beliriyor. Dağları aşıyorum. Pınarların serin suyundan içerek kanıyorum. Bir çobanla soğan ekmek yiyerek karnımı doyuruyorum. Sessiz kelimelerle anlaşıyorum kuzularla. Güneşin doğduğu ülkelere varıyorum. Kırlarda papatya topluyorum çocuklarla.

Hep beraber yeşil çayırlara uzanıyoruz. Engin rüyalara dalıyoruz.

Onlar sudan daha berrak ve bereketli rüyalar görüyorlar. Tertemiz kalpleri gibi.

Ben ise rüyamda Ahmet abiyi görüyorum. Diyorum ki ona: “Twitter insanlardaki tahlil ve terkip yeteneğini” öldürüyor. Beni başıyla onaylıyor. Camın kenarındaki fesleğeni işaret ediyor. “İnsanların olduğu gibi diğer canlıların da hayatları tahlil ve terkip üzere devam eder” diyor. “Bitkiler ışığı ve karbondioksiti alırlar. Analiz (tahlil) sürecinden sonra sentezleyerek (terkip) besin ve oksijen üretirler. Tahlil ve terkibin kalitesi niceliğe değil niteliğe bağlı bir süreçtir. Eğer kaliteli çıktılar üretmek istiyorsan bilgiyi saymayacaksın; bilgiyi seveceksin. Özümseyeceksin. Hayatını nitelik üzerine inşa edeceksin”.

Uyanıyorum rüyamdan. Herkes rüyasından nasıl uyanırsa ben de öylece uyanıyorum. Sokaklarında yürümeye başlıyorum hayatın. Ezan sesi geliyor kulağıma. Beni felaha, kurtuluşa çağıran ezan sesi. En yakın camiden içeriye adımımı atıyorum. Camide Ahmet abiyle karşılaşıyoruz. Rüyamdan bahsediyorum. O da bana Nietzsche’den konu açıyor. Benzer şeylerden bahsettiğini söylüyor.

Nietzsche ne derse desin. Ben rüyamı bilirim ve tanırım dostlar. Siz de en iyisi benim rüyama itimat edin. Mavi kuşun bileğini bükün ve tozlu kütüphanenizin raflarından bir kitap seçin. Kelimelerin kalplerine seyahate “Bismillah” deyin.


GENÇ'ın Yazısı.