Yol Arkadaşlığı
Ortada kalan yüzbinlerce çocuk, genç. Çoğunlukla annede hatta mâişet derdiyle işte güçte olan annede düzensiz, kontrolsüz, sâhipsiz, kimsesiz evlatlar.
Anlatılır ki, evliyanın büyüklerinden Abdullah Bin Mübârek, yaptığı bir yolculukta, kendisine eşlik eden kötü huylu bir yol arkadaşından hayli ezâ ve cefâ görmüştü. Adam, olmadık laflar söylüyor, çirkinlikler yapıyor, daimî bir huzursuzluk veriyordu. Onunla beraber bulunanın, memnun ve mesrûr olacağı bir zaman dilimini tahayyül etmek zordu. Nihayet bu sıkıntı dolu yolculuk sona erdi ve o adam hazretin yanından ayrıldı gitti. Abdullah Bin Mübarek, çok geçmeden gözyaşlarına boğuldu, ağlamaya başladı. Kâhir ekseriyeti talebeleri olan etrafındakiler, kendisini teselliye kalkıştı:
“-Efendim.. O kötü huylu adamdan artık kurtuldunuz. Bakın, çekip gitti işte.” dediler.
O büyük Hak dostu, etrafında pervâne olmuş o güzîde insanlara şu muhteşem cevâbı verdi:
“-Ben o adamdan çektiğim sıkıntılar için ağlamıyorum; o kişide bulunan kötülükleri bir koca yolculuk boyunca izâle etmeye tâkat getiremeyen kendi hâlsizliğime, kendime ağlıyorum! O adam benim yanımdan nihâyet çekip gitti ama onun üzerinden o kötü hasletler çıkıp gitmedi; ben buna sebep olamadım; işte buna ağlıyorum.”
Çok uzun süredir, devamlı birbiriyle iş yapan, çeşitli münâsebetleri bulunan, mesâi harcayan, hatta yaşayan, hayat kuran insanların aralarında ortaya çıkan irili ufaklı pürüz, sıkıntı ve tatsızlıklara karşı hep, bu menkıbenin tefekkürüne dalmaya çalışıyorum. Âşık Yûnus’un kalp kıyısı dudaklarından dökülen:
“-Cümleler doğrudur sen doğru isen / Doğruluk bulunmaz, sen eğri isen.” mısralarını ömrümüzün tarlasına ekip ekip biçmeli değil mi?
Ve dimağ kâselerimizde çalkalanıp duran, Merhum Mûsâ Topbaş Efendi Hazretleri’ne ait şu söz, beşerî münasebetlere bakışımız ile ilgili bir yakın gözlüğü oluvermiyor mu? “-Herkesle geçinmeye eğilimli bir kişi, ehlinin de eline düşerse, insan-ı kâmil oluverir.”
Komşuluk, arkadaşlık, akrabalık hatta kardeşlik duygularının bir bir kaybolmaya yüz tuttuğu şu devirde; canhıraş dostlukların, ebedî yârenliklerin bahis konusu olmaktan dahî çıktığı bu gri zamanda; insanların, birbirleriyle hasbihâlden müstağni kalmaktan şikâyet bile etmedikleri bu kalbi durmuş vakitte, yârına neyin taşındığının hesâbı da yapılmıyor. Allah başa vermesin, yaşanma ihtimâli muttasıl var olan musibet zamanlarında, birbirlerine sarılmadan, birbirlerinin gözlerine bakmaya utanacak yakın (!) kişi sayısı maalesef günden güne artıyor.
Ve kurulan, daha doğrusu kurulamayan yuvalar. Sağlam temeller üzerine oturtulmayan evlilik binalarının, çoğu ancak bir üfleme kuvvetinde olan “şiddetli geçimsizlik” rüzgârıyla devriliverişi...
Ülkemizdeki boşanma oranları incelendiğinde, git gide daha korkunç hâle gelen bir tabloyla karşılaşıyorsunuz: 2014 yılı TÜİK bilgilerine göre, boşanmalarda bir önceki yıla göre %4,5 artış görülüyor. Aynı yıla tekâbül eden boşanmış çift sayısı yaklaşık 132.000. Eski âdetler tarihe karışalı çok oldu. Şimdi ekserî, gençler, anne babalarının değil kendi istediklerinin tâliplisi oluyorlar veya kendilerine tâlipli olduruyorlar. Hak katında ciddi bir değer kesbeden anne-baba hakkı ve sözünü peşinen ekarte eden bu yeni hâlin manevî yan etkisiyle de olacak, kurulan toz pembe hayallerin pembesi çabuk kaybolup tozu elde kalıyor.
Mevcutla iktifâ etmeyip, hep yeni, hep güzel, hep masraflı ve hep bencil arzu ve tutumlarla, bir bakıma, eski köye getirilen yeni âdetler, eskinin aslında eskimez olduğuna delil teşkil ediyor. Başta yapılan yanlış, erişilen maddi refah da mevcutsa, nefis ve şeytanın tetiklemesiyle menfi unsur, görüş ve huy aksiliklerini piyasaya çıkararak, toplumun çekirdek yapısı ailenin, daha toprağı, suyu ve güneşiyle buluşmasına fırsat kalmadan çürümesine sebep olabiliyor.
Ve ortada kalan yüzbinlerce çocuk, genç. Çoğunlukla annede hatta mâişet derdiyle işte güçte olan annede düzensiz, kontrolsüz, sâhipsiz, kimsesiz evlatlar.
Planlamada, ‘Allah ne istiyor, büyükler ne diyor’u düşünmeden harekete geçmenin, acı sonların başlangıcı olduğu unutuluyor. Evvelâ Yaratan’ın emirlerine teslimiyet ile hâle rızâ, hangi fırtınada olursa olsun, bizi menzilimize ulaştıracak bir gemi değil mi yoksa? Hıı?
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.