Bütün Türkiye Eskişehirsporlu olmazdı, ne kadar olağanüstü bir takıma sahip olursa olsun. Taraftar sayısı hatırı sayılır bir miktara ulaşırdı, Eskişehir dışında da taraftarı olurdu ama hepsi o kadar.

Piyasaya kısa bir süre önce çıkan kaliteli bir spor dergisi Eskişehirspor’un şanlı mazisini incelemiş. Bilindiği ya da bilinmediği üzere Eskişehirspor, o zamanki adıyla Türkiye 1. Ligi’nde şampiyonluğu Trabzonspor’dan önce İstanbul’dan Anadolu’ya götüren ilk takım olacaktı fakat heyhat… Türkiye’nin “yazılı olmayan kanunları” buna müsaade etmedi. Bizim yaş grubunu da aşan bir zaman diliminde gerçekleşmiş bunlar. Eskişehirspor harika bir kadroya sahipmiş ve dillere destan bir futbol oynuyormuş. Kadronun bazı isimlerinin emektarlık dönemlerine ben de yetiştim, yani 1970’lerin sonlarına… Büyük kaptan İsmail Arca hâlâ Milli Takım kaptanıydı.

Spor dergisinin söz konusu yazısında o dönemlerde oynayan futbolcuların ağzından “Televizyon olsaydı bütün Türkiye Eskişehirsporlu olurdu” şeklinde bir ifade yazılmış. Bana ilginç geldi. O zamanlar Türkiye’de televizyon yayınları yok değildi, fakat son derece sınırlıydı ve üç büyük şehirde sadece birkaç saat siyah-beyaz yayın yapılıyordu. Naklen maç yayını falan hak getire tabii.

Peki, gerçekten bütün Türkiye Eskişehirsporlu olur muydu maçlar bugünkü gibi televizyondan yayınlansaydı? Bunu anlayabilmek için toplumun yapısını sosyoloji mikroskobunun altına koyup biraz incelemek gerekiyor. Önce teşhisi yapalım, sonra açıklamasını:

Tabii ki bütün Türkiye Eskişehirsporlu olmazdı, ne kadar olağanüstü bir takıma sahip olursa olsun. Taraftar sayısı hatırı sayılır bir miktara ulaşırdı, Eskişehir dışında da taraftarı olurdu ama hepsi o kadar.

Bir kere her şeyden önce, Türkiye’de futbolda şampiyonluğun İstanbul dışına çıkması sistemin işleyişine aykırı bir durumdu. 2009-2010 sezonunda Bursaspor’un “hesapta olmayan” şampiyonluğu gecesi İstanbul’da minibüsle bir semtten bir başka semte intikal ediyordum. Tam da arkasında oturuyordum ki, şoför yanındakine şöyle dedi: “Şu sokaklara, caddelere bak. İn cin top oynuyor. Fenerbahçe şampiyon olsaydı bir taksici sabaha kadar (…) lira hasılat yapardı.”

Şoförün tespiti her şeyi anlatıyor aslında. Türkiye ekonomisinin ettiği zararı düşünebiliyor musunuz o gece? Sadece taksiciler değil ki, ekmek yiyecek daha bir sürü sektör vardı, eğer Fenerbahçe şampiyon olsaydı. Yayıncı kuruluştan korsan ürün satanlara, kokoreççiden simitçi kahveci gazozcuya kadar aklınıza gelen gelmeyen kim varsa sayın sayabildiğiniz kadar…

Hal böyle olunca, Eskişehirspor’a en fazla bir şampiyonluk hakkı (!) tanınabilirdi, demek onu bile çok görmüşler. Trabzonspor’un ilk şampiyon olduğu yaz mevsimi İstanbul’a gezmeye gelmiştik, o zaman ikamet ettiğimiz Trabzon’dan. Bir baktık ki İstanbul’da “aferin lan koca burunlu Lazlara, ha bakayum daaa…” makamında sempati havaları çalınıyor. Biz de koltuklarımız kabarmış vaziyette döndük memlekete. Dört yıl sonra bu sefer yine İstanbul’a geldik, bu sefer yerleşmek için. Ebediyete akıp giden bu dört yıldan sonra Trabzonspor 1. Lig’de geçirdiği yedi senenin beşini şampiyon, birini de bir puan farkla ikinci kapatmış bir takımdı. Ve yabancısı olduğum bir şehirde ürpertiyle gördüm ki, Trabzonspor’a karşı muteber (?) gazeteciden sokaktaki 10 yaşındaki çocuğa kadar inanılmaz bir nefret birikmiş. Yolda yürürken tekerleme söyler gibi Trabzonsporlu futbolculara küfür ediyor çocuk. Eskişehir, Bursa, Altay, Göztepe, Ankaragücü ya da bir başka takım, hangisi olsa aynı muameleyi görecekti. Hadi bir şampiyonluk “yol kazası” olarak görülebilir ve tolere edilebilirdi, ancak bu şampiyon olma hali arkası gelmez bir kâbusa dönüşünce fena halde can sıkıcı olmaya başlamıştı. Tirajlar düşmüştü, maça gidenlerin sayısı azalmıştı. İngiltere değildi ki bu memleket, ligin son iki sırasındaki takımlar 40-50 bin seyirciye oynasın… Küme düşerse alkışlarla uğurlansın… Bu toplumun futbol sevgisi başarı odaklı, yoksa adam ne diye kendi şehrinin takımını bıraksın da bin kilometre uzaktaki şehrin takımını tutsun…

Bütün bunların düzelmesi için bir zihniyet devrimi gerekiyor. O da hem bu coğrafyanın karakterinde yok hem de toplum isterse gerçekleşir. Toplumun geneli halinden memnunsa, yapacak bir şey de yok demektir.


Bülent Şirin 'ın Yazısı.