Srebrenitsa Günlüğü: İZ
Esra Ekinci
1 Eylül Pazar
11 günlük Balkanlar ziyaretinin son durağı Srebrenitsa.
Bir Müslüman halkın katledildiği sokakta, sessizliğin sesini dinliyordu bir yağmur altında. Yağmur gittikçe hızlanıyor ama o yürümeye devam ediyordu. Bosna’ya geldiğinden beri "Oturmayacağım. Zaman olur küçük adımlarla zaman olur koşarak ama hep ayakta olacağım. Malcolm X’in dediği şimdi kulağımda küpe: "Eğer bir amaç uğruna ayakta değilseniz her darbe sizi yere serebilir.’ Yani ayakta değilsek ölüyüz" dedi. O yüzden şimdi de sanki onu döven yağmurun altında yürüyordu kurşun yağmurunun altında can verenlerin yurdu Srebrenitsa şehitliğine doğru.
Utanarak mahcup bir şekilde yüzünü yerden kaldırmadan giriyordu. Daha girerken gök yarıldı neredeyse. Kim hazmedebilirdi ki yaşananları. Gök ise gölgelediği şehitlerin yasını tutuyordu. İbretle ve bastığı toprağın hakkını verme şuuru ile ilerliyordu. Buradan ödev almaya gelmişti. Çünkü o bilginin tatbik edilmiş halidir. Bugün eğer coğrafyalarımızda Srebrenitsa’yı kaça katlayacak ölümler, dramlar yaşanıyorsa, bizim ödeve ihtiyacımız var, düşünceleriyle ilerliyor ve beyaz taşlar üzerine yazılmış olan soyadlarını okuyordu. Onun yalnız sesini duyan bozuk bir plâk sanardı. Bu kanaat yanlış da değildir. Siz olsanız bir ismi -soyisim- 320 defa ard arda söyleyen biri hakkında ne düşünürdünüz? Biz de `120` adında bir film vardır. İzleyenler bilir yürek dayanmaz canlarını karlar altında bırakan, bir kısmının ise soğuğa dayanamayarak şehit olduğu Sarıkamış şehitlerimiz anlatılır. (Allah hepsinden razı olsun) İşte bu 320 de iki gün içinde (1) bir ailenin kaç kere hayallerini, umutlarını, hayatlarını ve canlarını toprak altına gömdüğünün hikâyesi.
Şehitliği adımlarken bir yerde durdu. Fabrika idi bura. İçeri girmesi ile okuduklarının da etkisiyle 1995 yılına dönmesi bir oldu. Barut kokuyordu. Birleşmiş Milletlerin (BM) güvenli bölge ilân ettiği bir yerdi. Güvenliklerini sağlama görevi ise Hollanda askerlerine verilmişti. Yani emanettiler onlara. Bu halk ise denize düşmüş ve yılana sarılmıştı. Yılan ise Hz. Adem’den bu yana fıtratını terk etmez. İspat ettiler bunu bir kere daha ve fabrikanın anahtarlarını Sırp askerlerine teslim ettiler. Sonrasını merak ediyorsan fabrikadan çık ve etrafına bak bir kere daha. Barut kokusu kan kokusuna değişmiş, inleyen insanların sesini bebekler bastırır olmuştu. Dayanamadı, çıktı...
Az ileride müze olduğunu tahmin ettiği bir yer gördü. İçeride fotoğraf sergisi vardı. Her daim soykırımı akılda tutmak içindi belli ki. "Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz. Size asla intikam peşinde koşun demiyorum, ama yapılanları da asla unutmayın" diyen Aliya’nın milletine verdiği ödevdi bu muhakkak. Şimdi ise gözü bir resme takılmıştı. Aslında bakamıyordu da. Gözü bir yerde, bir resimdeydi. Belki mahcuptu, belki de ürkmüştü. Hani bir olay olur da onu anlatamazsınız ne yazarsanız yazın, ne söylerseniz söyleyin. Bir fotoğraf ise yaşanan her şeyin özeti oluverir. İşte bu fotoğraf da savaşın (2) özetiydi. Fotoğrafta gördüğü el masumiyetin, garipliğin, mazlumiyetin; aynı zamanda düşmanında gaddarlığının, soykırımı yaptıkları günü milli bayram ilan edecek kadar ruhsuzluğunun, acımasızlığının sembolüydü.
Dönüş yolundaydı artık. Bir aralık bir yere oturmuştu. Sonra bir acı hissetti ayağından gelen. Baktı ki ayağının altından bir nasır çıkmış. Gerçekten hem bedenen hem ruhen çok yorulmuştu. Herhalde o sebeptendi. Rahatsız olsa da bu nasırı iyileştirmek için uğraşmamaya karar verdi. Gerekçesi ise şuydu:
Ben ki nisyan ile mâlûm bir mahlûkum. Bu nasır benim hafızamı tazeleyecek. Balkan günlerim beynimin unutulmuşluklarında kalmayıp her daim canlı olacak. Çünkü artık yolculuk bitmişti ama yola daha yeni çıkıyordu. Ülkesine girerken yol boyu not aldığı defterine şunları yazdı.
"Balkanlar...
Demelerine göre ne zaman ki Müslümanlar terk etmiş Balkanları, o vakit kanımız akmış, canlarımız bir kâğıt parçasından daha değersiz olup buruşturulup atılmış. Ne zaman ki toprağına Müslüman değmiş, yapısına Müslüman imzası atılmış ecdadım Osmanlı gibi; Balkanlarda yaşamanın tadı, olmuş bal. Kararını ver nefsim ve kararınızı verin kardeşlerim. Toprak boş kalmıyor. Hep birilerinin ayak izi var. Sual şu: O ayak izi senin mi? Senin değilse kimin olduğu zaten belli. Bugün Balkanlardan ayrılıyorum bu yolculuğum boyunca hep acının ayak izlerini takip ettim. Ama insanlar baldan tatlı yaşadığı o günleri de unutmamışlar, özlüyorlar. Onların nazarında adımız Abdülhamit, ayak izimiz Osmanlı’dır.
İşte o ayak izi, Balkanların bal veya kan ile anılmasının müsebbibidir. Rabbim utandırmasın."
(1) İki günde Srebrenitsa’da toplam 8372 şehit verilmiş bilinen. Geçtiğimiz günlerde yine bir toplu mezar bulunmuştu.Asıl sayıyı ise Allah bilir.
(2) Bu saldırıya savaş denebilir mi bilmiyorum. Öldürmenin zevkten yapıldığı, sınırı ve ahlâkı olmayan bir şey işte. Sadece şey.
Fotoğraf: Murat EKİNCİ
GENÇ'ın Yazısı.