Lût Kavmi, meleklerle takviye edilen uyarıları “Lût ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar (bizim yaptıklarımızdan) temiz kalmak isteyen insanlarmış!” diyerek kulak arkası etmişlerdi. Ortalığı kaplayan cürufun tam dibinden “velev ki...” diye başlayan cümleler kurarak kendi sakat hayat tarzlarını topluma dayatanlar aynı mantıkla hareket ettiklerini görmüyorlar mı? Görmüyorlarsa aynı akıbete duçar olacaklarını da bilmiyorlardır. Ama şunu bilsinler ki “aşk kazanacak” diyerek kirlettikleri insanlıklarına, insanlığını korumak isteyenleri ortak edemeyecekler. Onlar kötülüğü ne kadar yaygınlaştırmaya ve normalleştirmeye çalışsalar da temiz kalma gayreti hep olacak. Onlar “aşk kazanacak” diyerek rezilliklerini meşrulaştırmaya devam ededursunlar, namus ve haya sahipleri vakar ve haysiyetle “iffet kazanacak” diyecekler. Hakikat, tarih ve insanlık şahittir; onların aşk diye çarpıttığı ve kirlettiği hayat tarzı değil, her zaman olduğu gibi yine iffet kazanacak.

İffeti tanıyalım

Kelimeler ve kavramlara aynı anlamı yüklemedikçe anlaşmamız zor. Ne konuştuğumuzu/yazdığımızı/okuduğumuzu bilelim ki anla(ş)mak da mümkün olsun.

Bu yazıda “iffet” kavramını Kubbealtı Lugati’ndeki anlamı ile kullanıyoruz. Her iki anlamı ile de.

İlki şöyle: Cinsî hususlarda ahlâk kurallarına bağlılık, nâmus, ırz.

İkinci anlamı ise biraz daha genel bir kapsayıcılığa sahip: Dürüstlük, temizlik, kendi malı olmayan ve yasak edilen şeylere el uzatmama.

Yani iffeti özellikle ahlaki konularda, yasak edilenlere el uzatmamak, bir nevi Rabb’in koyduğu hudutları aşmamak olarak da okuyabiliriz.

Allah indinde en kamil din İslam’dır. Biz bunu bilir, buna inanırız. Dinin kamil olması demek (hayatın içindeki ve ahirete hazırlanan insan için) muhteviyatında insana ve insanlığa dair, onu koruyucu, kapsayıcı, derdini giderici, çözüm yolu gösterici bir eksiği olmaması demek. Hatta çoğu zaman insan bunun farkında olmasa da, kuralları ağır bulsa da, insanı koruyan ve insanı kamil sıfatına, kıvamına bürüyen bir metod ihtiva eder. Ve Hz. Ayşe’nin de ifade ettiği gibi Kur’an aslında baştan başa Rasulullah’ın ahlakını gösterir bize. Kur’an kelimeleri ile çizilen insan portresi, kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı bir insanı işaret eder.

Aklı ve vicdanı körelmemiş her insanın -Müslüman olsun ya da olmasın- Kur’an’ın hükümlerinde, insana faydayı amaçlayan kaideleri göreceğine kuşkusuz inanıyorum. Bilim Kur’an’ı epey geriden takip ediyor olsa da, şu ana kadar insanın zararına olacak bir hükmünü bulabilmiş değil. Bulabilecek de değil. Çünkü Cenab-ı Hak kullarını sever ve onların sıkıntıya, dara düşmesini istemez. Eğer doğru okuyabilecek olursak, cehennemin bile bir tür temizlik işlemi olduğunu görürüz ki, tertemizlerin gireceği cennete hazırlık içindir.

Ateş benim yıkayan, yuyan, emziren annem!

Bir arınma kurnası olsa gerek cehennem (NFK)

İffet ya da iffetsizlik nerede olur?

Hayalde…

Sanalda…

Hayatta…

Kısaca bu üç kategoride kendimizi/insanı mercek altına alalım.

Hayali besleyen en önemli unsurların ilkleri kelimeler ve gözler. Kelimelerin tesir gücü az değil. Okunan metinde iffetsizlik anlatılıyor ise –övülmesine bile gerek yok- zihin onu aynen görüyor ve hatta yaşıyor gibi hissedecektir ki, ahlak duvarından bir çentik de olsa koparmaya yetecektir bu. Yine gözleriyle gördükleri ile insanlar hayal kurabiliyor ve bu hayaller onu daha sonra harekete geçirecek güce dönüşüyor. Ki Kur’an’ı Kerim bizden, gözlerimizi haramdan sakınmamızı ister. (Nur, 30)

Bir profesörden dinlemiştim. Batıda yapılan bir araştırmada bir grup erkek ve kadından birbirlerine bakmaları istenir. Sadece bakacaklar. Konuşma yok, temas yok. Uzun dakikalar boyunca birbirine bakar hanım ve beyler. En son aşamada sadece bir cümle kurarlar ki, aşkla, sevgiyle, kişiyle alakası hiç olmayan bir cümle: Şu tuzluğu uzatır mısınız?

Deneyin sonucunda birbiri ile uzun süre göz teması kuran erkek ve kadınların büyük çoğunluğu, bir ilişkiye başlamış, evlenenler dahi olmuş.

Genç kızların, genç erkeklerin kendilerine olan ilgisini ilk fark ettikleri yer neresidir? “Bana bakıyor” cümlesinin sebebi olan o bakışlardır. Bakış, ilk kalemiz.

Haram bellidir. İyi niyetli olmak, kardeşçe görmek vs. bu sınırları esnetmez. Günümüz Müslümanının en çok vurulduğu yer buralar olsa gerek. “Ama ben onu kardeşim gibi görüyorum”, “Ama ben böyleyim, hiç art niyetim yok” savunmaları kabrin kapısına kadar bile idare edemiyor insanı. Göz nereyi hedef olarak gösterirse gönül de oraya doğru yol almaya meyilli. Bakış, düşmemesi gereken kalemiz.

Ahir zamandayız. Binalar yükseliyor, emanet ehline verilmiyor, ahlaksızlık methediliyor, ahlak zemmediliyor. Kirli oluklar arttı ama elbet nurun da akışı kesilmiyor. Allah nurunu tamamlayacak, vaadi hak. Mesele bizim karınca misali hangi tarafta yer aldığımızı hayatımızın her karesinde gösteriyor olup olmadığımız.

Sanalda…

Çok sevdiğim bir kavram var. Her ne kadar içler acısı olsa da halimizi çok güzel özetliyor: Aktüel ateist. Dilde hepimiz Allah’a inanıyoruz. Fakat en çok da sadece Allah’la baş başa kaldığımız anda günah bataklığına yuvarlıyoruz kendimizi. Annesi, babası, hanımı, hocası, çocuğu! yanında sakıncalı, müstehcen yayınlar izleyemeyen insan, nasıl olur ki, tek başına! iken bilgisayarın adres çubuğundan bu görüntülere bağlanıp, zihnini, kalbini, iffetini kirletebilir. Dilde Allah var fakat amelde yok. İşte aktüel ateist.

Tabii sanal dünyanın iffeti sadece sakıncalı yayınlar ile sınırlı değil. İffet huduttur dedik ya, günlük hayattaki bütün sınırlar burada da geçerli. Bir erkek bir kıza, göz bebeklerindeki yansımayı görebilecek kadar yakından bakamıyorsa, instagram fotoğrafında da bakmamalı. Bir kız evine her erkeği almıyorsa, paylaştığı fotoğrafta da evini göstermemeli. Abartıyor muyuz? Farzedin ki bir akşam yolda arkadaşınızla karşılaştınız. Size “hanımının/kocanın aldığı yeni tişört de onu pek açmış” dedi. Hanımınız/kocanız aldığı tişörtü daha siz görmeden sosyal ağlardan paylaştı ve “arkadaşları” gördü. Siz görmediniz. Ne hissediyorsunuz? Bu en hafifi…

Zaten sokakta vitrin mankeni gibi yürüyebiliyoruz, sokakta gözlerimiz dürbün gibi dolaşıyoruz diyorsanız, yukarıdaki örnekler fazla sıkıcı gelebilir. Bedenini kendi tapınağı etmiş nefisler, gözlerini hür kullanma eğilimdeki arzular sahip olduklarını! sergilemekten, güzelliklerin keyfini çıkarmaktan! geri durmayı zulüm olarak görüyor. Halbuki beden emanet, güzellik emanet, vaktin emanet… Gözlerle, tavırlarla aşılan her sınır sadece bedende değil ruhta da yaralar açıyor. Hissedecek kadar kalbi rikkatimiz kaldıysa tabi. Velev ki yok, biraz spiritüel okumalar yapılabilir. Gözlerden yayılan enerjinin, sizin enerji bedeninize ne yapabileceğini görmek, belki insanı insafa getirebilir.

Hayatta…

Günlük hayatın akışı, kim olduğumuzu özetleyen, somutlaştıran en büyük gösterge. Bildiklerimizin ne kadarı fiile geçiyor yani aslında o bilginin ne kadarına sahibiz, ne kadarının hamalıyız öğrenmek için günümüze bakılması kafi.

Gördüklerimiz, hayal ettiklerimiz yaptıklarımıza dönüşüyor. Yaptıklarımızla kimliğimizi inşa ediyoruz. Bu yüzden tenhada bile hapşırırken ağzını kapatıyorsan, görgülü insansındır. Yalnızken bile kıyafetine dikkat ediyorsan Allah’a karşı edebini muhafaza ediyorsundur. O zaman günlük hayattan da korkman gerekmez.

Otobüste, metrobüste, yürürken, konuşurken, iş yerinde arkadaşlarımızla muhatap olurken, kıyafet seçerken, pastanede dondurma yerken, her an her halimizi süsleyebilecek yahut yokluğu ile çirkinliklere kapı aralayabilecek bir husus iffet.

Zina bellidir evet. Fakat zinaya giden yollar çeşit çeşittir. Kestirmesi vardır, dolambaçlı olanı vardır. Niyet ne kadar iyi olursa olsun, karşıdaki namahremi ne kadar “abi, abla, kardeş” görürsek görelim sınırlar bellidir. Bizden korunmamız istenir, “niyetiniz iyiyse sorun yok” diyen ne bir hüküm ne bir düstur vardır. Kur’an bizi karşımızdakinin niyeti için de uyarır. Kaldı ki, bırakın karşımızdakini, biz kendi niyetlerimizi gerçekten ne kadar biliyoruz?

“Eğer kötülükten korunursanız, yabancı erkeklere karşı çekici bir eda ile konuşmayınız; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır.” (Ahzab, 32)

Bilmem hangi mankenden “cesur pozlar” diye sunulan haber, “iffetsiz pozlar” diye sunulsaydı aynı etkiyi yapar mıydı?

Yediklerin, içtiklerin, kokladıkların ve giydiklerinde...

Yediği içtiği insanı hasta da eder iyileştirir de. Yine biliyoruz ki yedikleri insanın ahlakına da tesir eder. O yüzden “helal süt emmiş” kız makbuldür. Yoksa daha altını pisletiyorken emdiği sütten, ahu gözlü bir dilber etkilenir miydi? Ebu Hanife bir ısırığın peşine düşer miydi? GDO’su değiştirilen, çeşitli hayvanların DNA’sı eklenen yiyecekler de bizim ahlakımıza öyle tesir ediyor işte. Hınzır geni eklenmiş gıdalarla beslenen bir nesil, hınzır gibi eşini kıskanmayan bir genişliğe bürünüyor.

Sentetik kokuların içine insandaki şehevi arzuları harekete geçirecek katkı maddelerinin eklenmesi artık saklanmayan bir gerçek. Hatta bir ara ismi lazım değil bir parfüm markasının reklamı şu şekilde idi ki, ibretliktir: Kız, o gün yanlışlıkla erkek arkadaşının! parfümünü sıkarak dışarı çıkar ve gün boyu başka kadınlar kendisine “yan gözle” bakar!

Nasıl ki bir padişah kostümü giydirilen çocuğun bile anında hali tavrı değişiyorsa, insan evladı da giydiği kostümün atmosferi içine dalıveriyor. Boşuna dememişler “elbise yürütür” diye. Dar paça ve turuncu renk pantolon giyen bir delikanlı, şalvar yahut jilet gibi ütülü bir lacivert, kumaş pantolon giyen bir delikanlı ile aynı şekilde hissetmeyecek ve davranmayacaktır. Kadın kıyafetlerine benzeyen erkek kıyafetleri, erkeklerinkine benzeyen kadın kıyafetleri, yine yaşını başını almış kadınların giyebileceği kıyafetlerin minyatürü gibi olan çocuk kıyafetleri. Hepsi, ona bürünene bir duruş, bir yürüyüş, bir tavır yüklüyor.

Çöküş ne zaman?

Modern zamanlar iffeti sevmediği gibi, iffetsizliği cesaret gerektiren bir iş, bunu yapanları da cesur olarak nitelendirerek, gençlere ciddi bir hedef gösteriyor. Bilmem hangi mankenden “cesur pozlar” diye sunulan haber, “iffetsiz pozlar” diye sunulsaydı aynı etkiyi yapar mıydı?

İffetsizlik de kademe kademe. İnsanın “aşağıların en aşağısı” olabilecek bir yapıda olması bu alanda da kendini gösteriyor. Şuh kahkahası ile vapuru inleten bir hanımın davranışı da hoşumuza gitmiyorken, diğer uçta aynı cinsten, birbiri ile nahoş yakınlaşmalar içindeki gençleri de görebiliyoruz artık.

Ahlaki ve manevi duygular, bir ulusun faal unsurları arasında yer alır. Bunlar yok oluşa yönelirse; o ulusun kesin çöküşü başlamış ve bağlarından koparak yok olmaya giden ortama girilmiş demektir. (Carrel-Şeriati, Dua, 56)

Modern ve çağdaş akımların sadece özgürlük olarak gördüğü ahlaki yozlaşma ürünü birçok davranışın, firasetli bir mümin, işte böyle bir etkiye sahip olduğunu görür: Toplumun çöküşü.

Onur nerede?

İnsanın onuru nerededir? Özgürlük adı altında her istediğini yapmakta mı? Akıl odur ki başa geleceği bile, göz odur ki dağın ardını göre. Eşekle atın birlikteliğinden bile kısır bir tür katır zuhur ediyorsa, aynı cinsin birlikteliğinden Allah’ın hududunu insafsızca çiğnemek dahil kim bilir ne kanser hücreleri zuhur ediyor toplum adına.

Özellikle batıda her çeşidine numune bulacağımız her istediğini yapan insan türlerinin, hayatı nereye götürdüğüne bakmak kafi gelmez mi? Velev ki ahirete inanmıyor, hesap gününe, harama, helale yani çizilen sınırlara itibar etmiyor olsun insan. Hangi yaşayışın insanı nereye götürdüğünü görecek kadar çok hikaye barındırmıyor mu yaşlı dünyamız?

İffeti insanın özgürlüğünü, yaşama sevincini, gençliğini kısıtlayan, geçerliliği kalkmış bir emir gibi görenler, özgürlük ve aşk dolu! bir hayatı seçtiklerini söylüyor. Fakat sevgilisi kendini daha aşık, daha özgür hissettirecek bir başkasını bulduğunda hoşgörü gösteremiyor. Hayat aşk ve özgürlükse ve sen seviyorsan bırak daha iyisini bulduğunda gitsin sevdiğin?

Batıda, kadının kadın gibi, erkeğin erkek gibi giyinmesini ve dahi ayrı WC’leri bile cinsiyetçi ayrım olarak görenler de var. Ayrılık, ayrımcılık olmasın tek dertleri! Öyleyse hepsi aynı model cep telefonu kullansa mesela, aynı renk ve tip saçta olsalar, günümüzün en katı ayrımcılık sebebi olan ten renklerini de orta bir tonda eşitleseler. Mesela ayrımcılık karşıtı olan herkes gri kısa saç, bronzlaşmış ten rengi sahibi olsa. Birbirlerine çok benzeseler ve hiç ayırmasalar davranışlarını.

Mesele ne özgürlük, ne ayrımcılığın giderilmesi, ne de aşk.

Ahir zamandayız. Binalar yükseliyor, emanet ehline verilmiyor, ahlaksızlık methediliyor, ahlak zemmediliyor. Kirli oluklar arttı ama elbet nurun da akışı kesilmiyor. Allah nurunu tamamlayacak, vaadi hak. Mesele bizim karınca misali hangi tarafta yer aldığımızı hayatımızın her karesinde gösteriyor olup olmadığımız.

Derdimiz elbette ki sadece kendi boynumuzu kurtarmak değil. Umduğumuz, halka halka büyüyen bir tebliğ gibi bereketlendirmesi hallerimizi, Mevla’nın.

Sen, eşrefi mahlukatsın. Hiç senden hoş ve güzel bir şeyi kısıtlar mı Mevla? Sen haramını tadıp durursan, helalinden nasıl keyif alabilirsin? İçine haram katarsan, helal nasıl bereket katabilir hayatına? Sen az bir şey değilsin.

Sen evde yalnızken müstehcen yayınlar izlemeyi bırakırsan, sokakta bir çocuk düzelebilir.

Sen kızlarla/erkeklerle yüz yüze konuşurken yüzün kızardığında bir silah tutukluk yapabilir.

Sen kıyafetinin albenisini eve saklarsan, barın kapısından bir genç geri dönebilir.

Sen fıtratına uygun giyinirsen, bir adam elindeki hapları çöpe atabilir.

Sen kendi içindeki ayrık otlarını temizlemek için terledikçe, nesil yeniden inşa edilebilir.

Rasulullah Efendimiz, “Yâ Rabbi! Ben senden dünyam, dînim, ehlim ve malım hakkında iffet dilerim” diye dua etmiş. Biz de onun duasının gölgesine sığınalım. Amin ya Muin.

*İffet(li olmak) çok huzurlu, dene de gör bak!


Kadınlarınıza Söyleyiniz Kapalı Yaşamaya Alışsınlar!

Sosyete kadınlarının acınacak halini (Madame le Lara Mardirous) adında, Fransa’nın büyük bir şair kadınından dinleyelim. Bunları Cenab Şihabüddin (Evrak-ı eyyam) adındaki mecmu’asında terceme etmiştir.

(Kadınlarınıza söyleyiniz! Saadetlerinin kıymetini bilsinler! Kapalı yaşamaya alışsınlar! Kapalı yaşamak, onları öyle sıkıntılardan korur ki... Ah, şu omuzumda hıçkırarak ağlamış kızların adedini bilseler. Kulaklarım, sevilmiş kızların çok feci ve kalpleri yakan şikayetleri ile dolu. Evet, ışıklar ve çiçeklerle dolu bir baloya girebilmek, çok tatlı gibi görünür. Fakat, sevdiği kocası ile oraya gelen kadının kalbini kemiren kıskançlığı, ne çok elem verici bir yılandır? Bunu düşünebilir misiniz?

Balo, tiyatro, bütün buluşma yerleri, hanımına bağlı olan bir erkek, yahud kocasını seven bir kadın için (Seint office)’in bir azab hücresi, bir cehennemdir. Bunları hanımlarınıza, hemşirelerinize iyice anlatınız!)


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.