Kemiyet Köleliği ve Muhakeme Sakatlığı
S. Bilgehan Eren
Kapitalizmin taşeronu oldun, işine geldi AB’ci, işine geldi ABD’ci oldun, İslâmcılık değil, yamacılık yaptın. Bu oluşunuz, daha doğrusu olamayışınız midenizi bulandırmadı da, LGBT’nin meydanda olması mı midenizi bulandırdı?!..
Yeni Dünya Düzeni’nin en büyük üçkâğıtlarından biri de şüphesiz ki “kemiyet” tuzağıdır. Öyle sinsidir ki muhakememizi baş aşağı çevirir. Muhakememiz ters düz olunca; evlerimizden sokaklarımıza, tercihlerimizden beğeni ve beklentilerimize kadar her şeyimiz değişir. Misal, eski dostluklardan söz eder dururuz ama bir türlü anlamak istemeyiz, kemiyet dünyasında (hesap-kitap asrında), nasıl olacak da keyfiyet sahibi dostlar vücut bulacak?.. Yoktur da demiyoruz, lâkin olanlar cidden istisnadır.
İmdi, meseleyi biraz daha açalım. Her şeyin “sayı-skor” ile ifade edildiği bir dünyada, değerli olan nedir, değersiz olan nedir?.. Helâl mi, haram mı olduğuna bakmadan -zira bu keyfiyete âit bir husustur-, yüksek bir gelir değerlidir… Fizikî güzellik değerlidir, adamlık diğer bir ifadeyle ruhî güzellik ise beş para etmez düzeydedir. Etrafımıza bir bakalım. On-yirmi yıl önce bu kadar güzellik merkezi var mıydı?.. Camiler bedavadır, hakiki cemaati azdır; botoks dünya paradır, yüzlerce güzellik salonunda ise sağlam bir sıra vardır… Sosyal medyada binlerce takipçi değerlidir, çünkü bunun paraya tevil edilebilecek bir tarafı bile vardır… Fiyakalı mekânlarda takılmak değerlidir, onlarca takım elbisemizin olması değerlidir, kariyer sahibi olmamız değerlidir… Vesaire…
Oysa bunların hiçbirinde sayıdan ve o sayıları kıymet gören cemiyet kabulünden başka bir derinlik yoktur. Sahici derinliğin olmadığı kemiyet kabulünde ise; merhamet yoktur, adalet yoktur, hakikat yoktur, diğerkâmlık yoktur, samimiyet yoktur, hâsılı insanı insan yapan, eşref-i mahlûkat kılan özellikler namevcuttur. Bu kemiyet tayfası için varsa yoksa kendileridir. Merkez onlardır. Kendi kariyerleridir, kendi konforlarıdır, kendi evlatlarıdır. Pragmatist-hedonist-kapitalist şeytan üçgeninde yaşayan bu insancıklar, örneğin, öz evlatlarına güzel bir ayakkabı alma derdinin yüzde biri kadar bile, İslâm coğrafyasında bombalar altında ayağı kopan beş yaşındaki yetime dertlenmezler. Onlar için kendi dışındakiler “üvey evlat”tır.
Derin Dünya İmparatorluğu için büyük öneme sahip ABD ise üvey evlat üretim fabrikası gibi çalışmaktadır. Müthiş bir düzen sistemi vardır. Düzenli caddeleri, düzenli vatandaşları vardır, ama insanlığı yoktur. Zira ABD, bütün insanî sahalarda keyfiyeti ikinci plana alan, muazzam kemiyet köpürüşünün başarılı bir mimarıdır; elbette aynı zamanda da ihraç edicisidir. Bunu ise -başlangıçta- genetik kodunda bulunan “sunum ve pazarlama kültürü”yle yapar, eksik kaldığı yerde ise askerî tedbirlerini uygulamaya koyar. Irak’a demokrasi getirmek için girer, ardında milyonlarca ölü bırakır. Afganistan’a -kendinde olmayan- insanlığın ihracına kalkar, ülkeyi enkaz yığınına çevirir. Dünyanın neresinde bir zulüm varsa, Derin Dünya İmparatorluğu’nun taşeronları fiilen oradadır, en azından bir parmakları vardır. Şunun altını önemle çizmek istiyoruz; kolası, markası, iPhone’u falan bir tarafa, esas afyonu “demokrasi”dir bunların. “İstişare” ile karıştırmamız gereken demokrasi, keyfiyet tanımaz, özünü kemiyet (sayısal üstünlük)’ten alır. Diğer taraftan demokrasi, “kültür emperyalizmi”nin hücumlarını gerçekleştirdiği baş gediktir!
Batı dünyası için demokrasi, kendi içlerinde bir nevi barış rejimidir -zira tarihe bakarsak Avrupa’sından Amerika’sına kadar yüzyıllardır birbirlerini dişlemişlerdir- lâkin başta İslâm coğrafyası olmak üzere, dışlarındaki ülkelerde nerede demokrasi varsa orada kaos vardır. Bu ülkelerde namussuzluklar, türlü ahlâksızlıklar “demokrasi” maskesiyle dolaşır. Demokrasi, Batı dışındaki ülkeleri bir bakıma, tarihî bağlarından koparıp soysuzlaştırmaya, kültürlerinden koparıp ahlâksızlaştırmaya, millî iktisadını hadım ederek de talana ve sömürüye zemin hazırlamaktadır. Bundan dolayı demokrasi adına, demokratik olmayan Kaddafi katledilir, demokratik olan (!) Suudi Kralına ise dokunulmaz. Neticede mesele demokrasi değildir; söz dinleyen, Batı otoritesini tanıyan uslu çocuk olma yahut olmama meselesidir.
Lütfen, herkesin huzur içinde yaşadığı, çoğunluğun hakkı, azınlığın hakkı, çoğunluğun idare sistemi yollu safsataları öncelikle geçelim. Bir Müslüman için bu rüya ile, bu istek ile yaşamak bile küfre varır. Halk, homoseksüelliği istiyor ne olacak? Kemiyet kriterine bakarsak, örnek bu ya, 100 kişinin yaşadığı bir ülkede, 51 kişi homoseksüellerin sokakta rahat bir şekilde ilişki yaşamasından yana rey kullanıyorsa, serbest olmalıdır. E ne oldu demokratik-liberal Müslüman kardeşim (!), halkın iradesi nereye vardı?.. Başlıkta kemiyet köleliği ve muhakeme sakatlığı dedik ya, işte demokrasi bu sapkınlığın meşrulaştırıcı kılıfıdır. Bir Müslüman için imanî sual şudur: Halka nisbetle idare mi, Hakk’a nisbetle idare mi?!..
Bu vesileyle hatırlayalım, vakti zamanında bir manken kız şöyle demişti: “Benim oyumla, çobanın oyu bir olamaz.” Bunun üzerine birçok şey yazıldı, konuşuldu hatta üzerine politikalar üretildi. “Bunlar var ya bunlar, halkı küçük görüyorlar işte” yollu polemiklere girildi. Bir Allah’ın kulu da çıkıp şunu demedi: “Çobanı, mobanı geç. Bizim inancımızda, beyninin her hücresi pırıl pırıl parlayan, Batıda felsefeyi parçalayan adam olarak nam salan, Hüccetül İslâm İmam-ı Gazalî de bir reye, bu manken hanım da bir reye zaten sahip olamaz!”
Neden söylenemedi, belki de kemiyet çoğunluğuna sahip olunduğu içindi. Lâkin bu çoğunluk gidince, manken kızın söylemine benzer cümleleri epey bir duyar olduk. Ezcümle, Hakk’a değil halka, keyfiyete değil kemiyete yaslanışın sonu her halükârda hüsrandır.
Şimdi, bu perspektif doğrultusunda, bazı şeyler zorumuza gitmesin!.. (Daha doğrusu gitsin gitsin de, azcık da samimi olalım, meselelere sadece mikro değil, makro da bakalım.)
Ne mi mesela?.. En somut örneklerinden birini, mübarek bir Ramazan günü, 28 Haziran’da fahişelerin, ibnelerin, travestilerin ve bilumum sapık taifenin İstanbul’da yürüyüşünden sonra müşahede ettik. Ramazan ayı ile dalga geçen pankartlar, yollarda gerçekleştirilen rezillikler, Cumhurbaşkanı’na edilen hakaretler…
LGBT’nin yürüyüşü çok zorumuza gitti değil mi?.. Veliler ocağı, alperenler otağı, gaziler bucağı Anadolu coğrafyasında, Allah Resûlü’nün sahabilerinin bulunduğu, Sultan Fatih’in İslâm başkenti yaptığı İstanbul’da böyle bir şey olması…
İyi de, şimdi ucuzculuğa kaçmadan biraz fikretme zamanı…
Sözde Müslüman kardeşim!.. Eğer özde de Müslümansan, şehid kanıyla sulanmış ay yıldızlı bayrağımızın, meyhanede, kerhanede asılı olması zorunuza gitmedi, LGBT bayrak açınca mı zorunuza gitti?!..
Şehirlerimizin bu hâli sana soysuzluk gelmedi… Mimarinin hâli, sanatın hâli soysuzluk gelmedi… Soysuzluğu sadece yürüyen translarda mı müşahede ediyorsun?!..
Muhafazakâr takılıp, iktidardan yana görünüp, yıllarca ihale yamyamlığı yapan, WC ihalesine kadar takip eden, her türlü serbest piyasacı ibnenin makarayla cirit attığı bir ülkede, bu işlerin sarrafları bir saatlik bile zorunuza gitmezken, LGBT’lilerin yaptığı mı zorunuza gitti?!..
Hiçbir insanî verim şubesinde, oluş sancısı çekmedin. Bize göre ne olmalı, nasıl olmalı demedin. Diyenleri dinlemedin, susturdun, kovdun. Kapitalizmin taşeronu oldun, işine geldi AB’ci, işine geldi ABD’ci oldun, İslâmcılık değil, yamacılık yaptın. Bu oluşunuz, daha doğrusu olamayışınız midenizi bulandırmadı da, LGBT’nin meydanda olması mı midenizi bulandırdı?!..
Hukukun guguk olduğu 28 Şubat’tan kalma, birçok İslâmcı mahkûm kâh sürgünde, kâh F tipinde çile çekiyorken, onların analarından babalarından evlatlarından uzak olması, içerde olması sizi üzmedi de, ibnelerin dışarda olması şimdi sizi niye üzüyor?!..
Kiralık katil sürüleri, Kur’ân’ı ayaklarının altına alıp defalarca çiğnediler, yaktılar, tek kelime etmedin, edenlere her türlü adi iftirayı attın, n’oldu gücünüz yalnız ibnelere, sözünüz sadece travestilere mi geçiyor?!..
Taraf tutmadan, “kol kırılır yen içinde kalır” demeden, içten hesap yapmadan, hak ve hakikat adına bir kez olsun bile “memleketi soyanlardan hesap sorulsun” demedin, şimdi sadece soyunanlardan ne hakla hesap talep ediyorsun?!..
Şehirlerimizin bu hâli sana soysuzluk gelmedi… Mimarinin hâli, sanatın hâli soysuzluk gelmedi… Soysuzluğu sadece yürüyen translarda mı müşahede ediyorsun?!..
Kasasına tomarla para koyduğu için, yeni bir ekonomik sistemin, hakça bir paylaşımın çilesini çekmeyen; “ahlâkın istisna, ahlâksızlığın kaide olduğu” kapitalist sistemden ise bir kez bile şikâyetçi olmayanlar, size ne oluyor ki LGBT’nin yürüyüşünden şikayetçisiniz?!..
Ne diyordu Einstein, “hiçbir sorun, onu meydana getiren bilinç ile çözülemez”. Müslüman kardeşim, sen önce içindeki duble kaşarları bir temizle, sokaktaki kaşarlar çok kolay temizlenir, bunu cidden dert etme!..
GENÇ'ın Yazısı.