Turgay Bakırtaş

Gök mavi elbiseler giymiş yüz kadar yetim çocuk “Selamun aleyküm! Selamun aleyküm!” çığlıklarıyla üzerimize hücum ettiğinde sevinçten gözlerim parlıyordu.

Geçtiğimiz ay, İHH ile birlikte hakkında hiçbir şey bilmediğim Nepal’e gittim. Ülkedeki Müslüman nüfusun bir milyon olduğunu duyunca çok şaşırmıştım. Kimdir bunlar, ne durumdalar, nasıl yaşıyorlar bilmiyordum.

Sunsari şehrine vardığımızda kendimi çok yorgun hissediyordum. Nepal’e gelişimizin ikinci, Ramazan’ın üçüncü günüydü. İnsanın üzerine erimiş sakız gibi yapışan sıcak yüzünden bedenlerimiz yavaşlamış, hareketlerimiz ağırlaşmıştı. Birinci gün konakladığımız Biratnagar’ın her yanına sinmiş olan sefalet Sunsari’de de başroldeydi. Necmeddin Erbakan Okulu ve Said Nursi Camii ziyaretlerinden sonra yetimhaneye vardığımızda yeşillikler içinde güzel bir bina görünce rahatlar gibi oldum. Ama asıl sürpriz arabadan indiğimizde gerçekleşti. Gök mavi elbiseler giymiş yüz kadar yetim çocuk “Selamun aleyküm! Selamun aleyküm!” çığlıklarıyla üzerimize hücum ettiğinde sevinçten gözlerim parlıyordu.

Mavi bir çocuk denizinin ortasında, Peygamber Efendimiz’in nasihatini yerine getirmenin kıvancıyla her yetimin tek tek başını okşamaya ve yanağını öpmeye çalışırken bir çocuk özellikle dikkatimi çekti. Kapkara yanaklarının ortasında sanki biraz evvel mıncıklanmış da iz kalmış gibi beyazımsı lekeler olan 5 yaşlarında bir çocuktu bu. Adı Samir’di.

Samir’i diğer çocuklardan ayıran bir özelliği vardı. O, babasını kaybetmeden yetim kalmıştı. Samir’in annesi iki yıl önce Müslüman olduğunda Hindu kocası tarafından gece yarısı iki çocuğuyla birlikte evden kovulmuş (Daha sonra farkına vardığım bir meseleydi bu; anne Müslüman olduğunda varsa buluğa ermemiş çocukları da Müslüman olmuş sayılıyor ve anneyle birlikte sokağa atılıyordu). Anne Katmandu’da hayatını kazanması için gerekli meslek eğitimini alırken Samir’in payına yetimhane düşmüş.

‘Eşim gece 11’de sokağa attı’

Sonraki günlerde konuştuğum Ayşe’nin ve daha birçok mühtedi kadının yaşadıkları da Samir’in annesinden farklı değildi. Tanya adında 7 aylık bir kızı olan Ayşe, Müslüman olduğunda yaşadıklarını şöyle anlatmıştı:

“Evlenmeden önce Hindu idim. Kızımı doğurduktan sonra, o henüz 1 aylıkken Müslüman oldum. Kur’ân’daki Hz. Peygamber ile alakalı olan ayetlerden çok etkilendim ve bu şekilde Müslümanlığı seçtim. Çok fazla sıkıntı yaşadım. Eşimle sürekli bunun münakaşasını yaptık. Bebeğim 2 aylıkken, bir gece saat 11 civarında eşim evi terk etmemi istedi ve beni bebeğimle birlikte dışarı attı. O yüzden şu an buradayım.”

Ayşe’nin “buradayım” dediği yer, İHH’nın da desteğiyle Müslüman olan kadınlara meslek kursu, din-Kuran eğitimi ve kısıtlı da olsa barınma imkânı sağlayan, İslami Sangh (Sangh, Nepalce’de “yuva, ev” anlamına geliyor) çatısı altında faaliyet gösteren iki katlı bir evden ibaret New Muslim Centre idi. Bu evden istifade eden 100’ün üzerinde kadının arasında 17 yaşındaki Hafsa da vardı:

“Adım Hafsa, 17 yaşındayım. İslam’ın insanları sevmeyi ve korumayı teşvik etmesinden çok etkilendim. Elhamdülillah 1 yıl önce Müslüman oldum. İlk zamanlar herhangi bir dini kabul etmiyordum. Kiliseye gidiyordum, Hindu tapınağına gidiyordum. Ailem de Hindu idi. Ben de Hindu gibiydim fakat tam anlamıyla öyle değildim. Ailem Müslüman olduğumu öğrendiğinde çok büyük şaşkınlık geçirdi. Aynı zamanda öğretmenim, arkadaşlarım da oldukça şaşırdılar. Müslüman olduktan sonra okula ilk geldiğimde tesettürüm ile okumama müsaade etmediler. Bunun benim özgürlüğüm olduğunu söyleyerek direndim ve birçok Müslüman da beni takip etti.”

Nüfusun yüzde sekseninden fazlasının Hindu olduğu Nepal’de, Müslüman olduğu için ailesi tarafından reddedilen, sosyal hayattan dışlanan, işinden kovulanlar sadece kadınlar değil. Erkekler de Müslüman olur olmaz büyük zorluklara göğüs germek mecburiyetinde kalıyor.

Nepal’de bulunduğumuz süre boyunca her şeyimize koşturan İrfan Pokharel o isimlerden biri. İrfan abi, Brahman sınıfına mensup bir Hindu iken 20 yıl önce İslam’la şereflendiğinde ailesi, arkadaşları, komşuları tarafından dışlanarak yalnızlaştırılmış, işinden olmuş. Ama o da her hâlis Müslüman gibi yolundan dönmemiş.

Şehadet…

İrfan abinin mütebessim yüzüne bakıp sakin kişiliğine şahit oldukça etrafımı saran huzur, Ferzan Ahmed’in hikâyesini dinleyince dağılmaya başlayacaktı. 1970 Sunsari doğumlu Ferzan Ahmed, Pakistan’da tamamladığı eğitiminden sonra kendini Nepalli Müslümanlara adayan enerji dolu bir mücahitti. Onu tanıyan herkes istisnasız aynı şeyi söylüyordu: “Yüzüne baktığınızda bir sahabe, bir şehit, bir melek görüyordunuz.”

Ferzan Ahmed, 2011 yılında bir sabah namazı çıkışı uğradığı silahlı saldırıda şehit oldu. Etrafına ışık saçan, İslami faaliyetleri son derece etkin biçimde yürüten bu iffetli insana birileri daha fazla tahammül edememişti. (Türkiye’ye döndüğümden beri, sırf Müslümanlara daha fazla hizmet edebilmek için yakın zamanda öğretmenlikten istifa eden İrfan abinin ve diğer isimsiz kahramanların sonu da Ferzan Ahmed gibi olmasın diye dua ediyorum.)

Samir, Ayşe, Hafsa, İrfan, Ferzan ve adlarını anmaya kalksam sayfaların dolup taşacağı diğerleri… Tüm bu isimleri zihnimde yan yana getirdiğimde aklıma hep İslamiyet’in ilk yıllarının Mekke’si geliyor. Müslüman olduğu için evden atılan, dövülen, aç bırakılan, işkence gören ama yine de Rasûlullah’ın (sav) açtığı yoldan dönmeyen o kutlu insanların bugün de yaşadığını ve kardeşliğimize ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum.

Cami ve Yetimhaneden Başka İhtiyaçlar Var

Başkent Katmandu’ya geçtiğimizde, İslami Sangh Genel Başkanı Nazrul Hasan’a, ihtiyaç duydukları kardeşliğin İslam dünyası tarafından gösterilip gösterilmediğini sordum. Hasan, bundan yana genel bir sıkıntıları olmadığını, ancak çok büyük olanaksızlıklar içinde mücadele ederken Müslüman hayırseverlerin sadece cami ya da yetimhane için bağış yaptığını; araba, ofis, bilgisayar, kitap basımı gibi acil ve Müslümanlar için hayati ihtiyaçlar söz konusu olduğunda isteksiz davranıldığını anlattı. Gerçi bunu böyle açıkça ifade etmedi ama onun nezaketen bıraktığı boşlukların meali buydu.

Nazrul Hasan’ın sıkıntısının temel sebebi, dünyanın en fakir ülkelerinden olan Nepal’de en düşük gelir grubunu Müslümanların oluşturması. Zanaat, ulaşım, eğitim, spor, ticaret gibi bizim için standart, onlar içinse lüks sayılan alanlardaki gelişmeyle üstesinden gelinemeyecek bir fakirlik değil bu. Ancak Nepalli Müslümanlara bu imkânları sağlayacak kapasitede bir oluşum şimdilik yok. Ümmetin ilgilenmesi gereken en önemli sorunlardan biri bu.

Ümmet demişken, Nepalli Müslümanlara el uzatan tek ülkenin Türkiye olmadığını belirtmek gerekiyor. Suudi Arabistan kaynaklı bazı kuruluşlar da Nepal’de faal durumdalar. Ancak bu kuruluşların birinci hedefinin Müslümanlara kardeşlik etmekten ziyade mezhebi ve siyasi bazı amaçları hayata geçirmek olduğunu bizzat Nepal Müslümanları söylüyor.

Sonuç olarak, hakkında hiçbir şey bilmeyerek gittiğim Nepal’den, kalbimde bir sürü duygu biriktirerek döndüm. Uçağımız Katmandu’dan İstanbul’a doğru havalanırken içimden tek bir şey geçiyordu: Risalet’i 1400 yıl farkla kaçırdım ama ashabın mirasçılarını buldum; ne mutlu bana.


GENÇ'ın Yazısı.