Liderlik Ekibi Korumaktır
Allah Resûlü (s.a.v.) müminlerin bütünlük heyecanını dağıtmama adına, bile bile nice münafıkları idare etmiş ve onlara mümin muamelesinde bulunmuştur.
Büyük iş başaran ve zafer kazanan liderler, sağlam, sadakatli ve nitelikli ekipler kurabilenlerdir. İnsan ne kadar keyfiyetli olursa olsun, tek başına zayıftır. Ekibi doğru oluşturmak, bilgi, basiret ve tarihi tecrübe birikiminden istifadeyi gerekli kılar. Biz bu yazıda ekip kurmaktan değil, kurulan ekibi muhafaza edebilmekten bahsedeceğiz. Evet, kurmak zordur; ancak kurulan bir ekibi muhafaza edebilmek çok daha zordur. Bilgi, dirâyet, sabır, firaset, affedicilik, ayıp örtücülük gibi daha nice hasletler ister. Ekibi tutan liderlik özellikleri, ister aile liderliği olsun, ister dava liderliği olsun, isterse bir iş organizasyonu liderliği olsun değişmez. Bütün liderliklerde ekibi tutmak, ekibi kurmaktan daha büyük bir maharet ister. Ekibi tutma becerisinde bilgi ve basiret önemlidir; ancak adaletli, seviyeli ve doyurucu ilgi çok daha önemlidir.
Abdullah İbn-i Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor:
“Ben bir seriyyeye1 katılmıştım. Askerlerden bir kısmı firâr ettiler, ben de onlar arasında idim. Oradan uzaklaşınca:
“Şimdi ne yapacağız, cihâddan kaçtık, Allâh’ın gazabıyla dönüyoruz.” diye müzâkere ettik. Sonunda:
“Medine’ye girelim, bizi kimse görmez.” diye düşündük. Ancak Medine’ye varınca:
“Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gidip, kendimizi arz edelim, bizim için bir tevbe imkânı varsa onu yerine getirelim, yoksa geri dönelim” diye kararlaştırdık.
Sabah namazından önce mescide varıp beklemeye başladık. Allâh Resûlü mescide geldiğinde ayağa kalktık ve:
“Biz firârîleriz!” dedik. Bize yönelerek:
“Hayır, siz, firârîler değil, komutana yardım etmek için gelen ve savaşa tekrar dönmek üzere manevra yapmış kişilersiniz!” buyurdu.
Kendisine yaklaştık, mübarek ellerinden öptük. Bize:
“Ben Müslümanların ilticâgâhıyım (sığınağıyım).” buyurdu.” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 96/2647; Tirmizî, “Cihâd”, 36/1716.)
Suçunu itiraf eden ve yüzü kızaran kimseyi affetmek ve onu daha fazla utandırmamak ve ezmemek, onu yeniden kazanma adına önemli bir stratejidir. Böylelerinin vicdanları, zaten kendilerine yeterli cezayı vermiştir. Fıtrat ve karakter kumaşı bu seviyede kaliteli olan kimseleri affetmek, onları daha sadakatli hâle getirir. Ancak lider bu nevi durumlarda, samimi olanla olmayanı bir şekilde ayırt edebilmelidir.
İnsan bir yönüyle duygusal bir varlıktır. Çoğu zaman onu aklı, bilgisi ve idrâki değil, duyguları yönetir. Ekibi dağıtmayan liderler, duyguları da organize etmesini iyi bilirler. Duygularına nüfuz edemediğiniz kimselerle ancak yüzeysel ilişkiler kurabilirsiniz. İlişki düzeyi bu seviyede kalan liderler, hiçbir zaman uzun vadeli ekip tutamazlar. Ekipten ayrılanı, küsüp bir kenarda duranı, kırılanı, heyecan kaybına uğrayanı, yeniden daireye alabilmek gerekir ki, çözülme olmasın, ekip ruhu ve heyecanı sönmesin. “Giden gitsin kalan sağlar bizimdir” anlayışına sahip bir lider, asla ekip tutamaz ve hedefe erişemez.
Nakledildiğine göre, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin bir talebesi vardı. Bir gün onu, kendi şahsiyetini lekeleyecek bir durumda yakalamışlardı. Bundan son derece mahcup olan talebe, oradan ayrıldı ve bir daha dergâha gelmedi. Aradan bir müddet geçtikten sonra, gönül hânesi harâb olmuş bu talebe, sohbet arkadaşlarıyla çarşıdan geçmekte olan Cüneyd-i Bağdâdî’nin gözüne ilişiverdi. Talebe, hocasını fark edip, utancı sebebiyle oradan hızla uzaklaştı. Durumu sezen Cüneyd (kuddise sirruh), yanındakilere dönerek:
“Siz gidin, benim yuvamdan bir kuşum kaçmış!” deyip, talebesinin ardına düştü.
Bir ara geri dönüp bakan talebe, hocasının kendisini tâkip etmekte olduğunu görünce, daha da heyecanlandı ve adımlarını sıklaştırdı. Gide gide bir çıkmaz sokağa girdi. Mahcûbiyetin verdiği telâşla, gayr-i ihtiyârî, başını duvara çarptı. Hocasını karşısında gördüğünde ise renkten renge girdi ve başını önüne eğdi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri:
“Evlâdım! Nereye gidiyorsun, kimden kaçıyorsun! Bir hocanın talebesine yardım ve himmeti asıl böyle zor günlerinde olur.” dedi ve onu şefkatle bağrına basıp dergâha götürdü. Hocasının ellerine kapanan talebe, yaptığı mâsiyetlere pişman olup tevbe etti.”2
Dışlanan her insan, muhalif ya da düşman safına destek veren bir konuma itilmiş demektir. Bunun yerine, herkesi bir şekilde daire içinde tutabilmek, ekip heyecanını boşaltmaz, daha da artırır ve pekiştirir.
Mükemmellik arayışı güzel bir arayıştır. Her an yeni bir güzelliğe terakki etme iradesi, saygı duyulacak bir iradedir. Kişi kendi adına böyle bir iç motivasyona sahip ise bu şükredilecek büyük bir nimettir. Ancak bir liderin, ekip üyelerinde mükemmellik arayışına girmesi doğru değildir. İnsanları böyle bir ufka yönlendirmek ayrıdır, onları mükemmellik ölçeğine göre değerlendirmek ayrıdır. Hele bir de mükemmellik gözlüğü sadece sizin gözlüğünüzle gördüğünüzden ibaret ise! Birçok beraberliği bozan işte böyle bir mükemmellik hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan kimse sonunda yapayalnız kalıverir. Özellikle ailelerin dağılmasında bu nevi mükemmellik arayışları önemli sebeplerden biridir. Hâlbuki ekibi dağıtmamak, gerektiğinde, bağışlayıcı, affedici, ayıp örtücü ve hoşgörülü olmayı gerekli kılar. Rabbimiz şöyle buyurur:
“…Eşlerinizle iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” (Nisâ Suresi, 19)
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Teğâbun Süresi, 14)
Ekibi tutmak, çoğu zaman ilgi ve ilişkiyi koparmamaya bağlıdır. Ne yapıp edip ilişkileri sıfırlamamak gerekir. Mısır’da başarılı bir valilik vazifesi icrâ etmiş olan Amr İbn As (radıyallâhu anh)’a, bunu nasıl gerçekleştirdiği sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
“Etrafımdaki her bir insanla aramda bir ip varmış gibi düşünürüm. Bu ip gerilip kopma noktasına yaklaşınca, onu biraz gevşetirim. Gereğinden fazla gevşediğini hissettiğim anda ise onu hemen gererim. Böylece bütün insanlarla ilişkimi dengeli bir şekilde devam ettiririm.”
Dışlanan her insan, muhalif ya da düşman safına destek veren bir konuma itilmiş demektir. Bunun yerine, herkesi bir şekilde daire içinde tutabilmek, ekip heyecanını boşaltmaz, daha da artırır ve pekiştirir. Aşırı gideni dengelemek, geri kalanı ilerletmek, uzaktakini yakınlaştırıp, yakında olanı şımartmadan büyütmek, gerçekten feraset ve basiretli bir liderlik üslûbu gerektirir. Adâlet herkese eşit davranmak değil, herkese hak ettiği muameleyi gösterebilmektir.
Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- müminlerin bütünlük heyecanını dağıtmama adına, bile bile nice münafıkları idare etmiş ve onlara mümin muamelesinde bulunmuştur. Bu davranış, ekibi dağıtmama adına gerektiğinde kahır çekme ve görmezden gelme hasletlerine ne kadar ihtiyaç hissedildiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân Sûresi, 159)
Dipnot:
1- Seriyye, belli bir maksatla oluşturulmuş operasyonel küçük askeri birlik.
2- Osman Nûri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, s. 191-192.
Adem Ergül 'ın Yazısı.