Kâbe`yi Görmenin Günahı
Kul hakkına girerek, kalp kırarak, hak yiyerek Allah rızası kazanılmaz. Kabe’nin karşısında namaz kılmak ya da Kâbe’ye el sürmek zorunda değiliz ama kimsenin hakkına girmemek zorundayız.
Ramazanın son on günü nasip oldu umreye gittim. Şükründen aciz kalınacak bir nimet. Rabbim herkese tekrar tekrar nasip etsin.
Bir yandan ibadet ile meşgul olurken bir yandan da dünyanın her yerinden gelmiş, dilleri farklı, ırkları farklı, kültürleri farklı, yaşları farklı milyonların içerisinden binlercesini gözlemleme imkanı buldum. Çok güzel insanlar, çok değerli kalpler, çok aydınlık yüzler gördüm. Ancak güzelliklerin yanında sayıca çok daha az olsa da can sıkıcı, üzücü, kırıcı davranışlar da yok değildi. Garip olan şu ki söz konusu davranışların çok büyük çoğunluğu daha iyi bir Müslüman olabilmek, daha çok sevap kazanabilmek, günahlarını affettirebilmek için yapılan davranışlardı. Mesela insanları ezerek tavaf etmek, omuz atarak namaza yetişmeye çalışmak, Kâbe’yi görerek namaz kılabilmek için yolun ortasında herkesi engelleyecek şekilde namaza durmak, başkasının seccadesine zorla oturup seccade sahibini seccadenin dışında bırakmak vs. gibi sayabileceğimiz çok sayıda kul hakkını ihlal eden davranış. Fakat dikkatinizi çektiyse hepsi daha iyi ibadet edebilmek, daha çok sevap kazanabilmek, daha çok günah affettirebilmek için yapılan davranışlar. Yani hepsi esasında Allah rızası için yapılan davranışlar. Ama sonuçta rıza kazanılıyor mu bilemem.
Dikkat çekici bir durum da şu: İnsanlar çok uzun saatler aç susuz kalıyorlar. Hava zaten oldukça sıcak, açlığı ve özellikle susuzluğu oldukça zor hale getiriyor. Üstüne teravih ve teheccüd programlarından dolayı iftar ve sahurda da çok az yeniyor. Uyku deseniz normalden daha az uyumak zorundasınız. Yani beden esasında ciddi ciddi zorlanıyor. Bedenin temel ihtiyaçlarından ciddi fedakarlıklar yapılıyor. Ancak bedeni ihtiyaçlarından dolayı tartışan, kavga eden, kalp kıran ben görmedim. İftar vakti dağıtılan çok kıymetli birkaç hurma için kimse kendini öncelemedi. Hatta kendi yemeyip ya da az yiyip başkasına veren çok gördüm. Zemzemi kendinden önce başkasına içirdi. Dağıtılan sınırlı sayıdaki kahve ve çay için de hiçbir sorun yaşandığına şahit olmadım. Yani tartışan, kalp kıran, eziyet eden insanlar kendi bedeni ihtiyaçlarını önceleyen, bencil, hodgam, kaba insanlar değiller. Yeri geldiğinde en temel ihtiyaçlarına rağmen kendilerinden fedakarlık yapacak kadar yürekli ve güzel insanlar. Ancak yanlış öğrenmişler, eksik öğrenmişler. İsrafı sadece musluktan damlayan su olarak öğrenip bir damla suyun boşa akmasına tahammül edemeyen ama ömrünü, enerjisini, bedenini israf eden kardeşlerimiz (ya da hepimiz gibi) Allah’ın rızasının da neye mal olursa olsun, kimin hakkına girilirse girilsin, kimin kalbi kırılırsa kırılsın Kâbe’nin karşısında namaz kılmakla, Kâbe’ye dokunmakla kazanılacağını öğrenmişler. Değil efendim değil. “Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil” diyor Yunus, “Yunus Emre der hoca, gerekse var bin hacca, hepisinden iyice, bir gönüle girmektir” diyor. Gönüllere girmek lazım, gönüller almak lazım. Allah rızası için gönül kırmaktan, hakka girmekten imtina etmek lazım.
Kâbe’nin karşısında böyle de memleketimizde durum nasıl? Buyrun bir dostumun yaşadığı bir tecrübeyle durumu ifadeye çalışayım: “Bir büyüğümüzün sohbetine gitmeden önce arkadaş grubumuzla oturup çay içiyorduk. Ben kalkalım dedikçe sohbete en çok önem veren, her sohbete muhakkak katılan arkadaşımız ben sizi yetiştiririm, ben hep bu saatte çıkıyorum deyip durdu. Sonra kalktık, arkadaş şoför koltuğuna geçti ve emniyet şeridine girip, son sürat gaza basıp, bir sürü insanın önüne kırıp bizi sohbete yetiştirdi.” Yorum sizin ama keşke hiç o sohbete gitmeselerdi de hiç olmasa günaha girmeselerdi.
Bazı bilgilerimizi, ezberlerimizi, düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmek zorundayız. Kul hakkına girerek, kalp kırarak, hak yiyerek Allah rızası kazanılmaz. Kâbe’nin karşısında namaz kılmak ya da Kâbe’ye el sürmek zorunda değiliz ama kimsenin hakkına girmemek zorundayız.
Değerli dostum Senai Demirci Bey’in bir tespiti/teklifi ile bitireyim: “Ümmeti Muhammed Kâbe’nin karşısında birbirine nezaketle yol verip, önce siz buyrun, hayır efendim siz buyrun dediği zaman ümmet kurtulur.”
Mehmet Dinç'ın Yazısı.