Bir Osmanlı İstihbaratçısı: Kuşçubaşı Eşref
Cumhuriyet’i ilan eden kurucu kadronun ülkede istemediği 150 kişinin arasında Kuşçubaşı Eşref de vardır. Bize bir ayıp olarak yüz yıl yetecek şekilde ülkeden sürgün edilir ve onlarca yıl sürgünde yaşar.
İstanbul’da doğar. Yıl 1873. Asıl adı Eşref Sencer Kuşçubaşı iken Kuşçubaşı Eşref adıyla anılır. Ailesi Çerkes boylarına mensuptur. Babası Abdülaziz Çerkes Mustafa Nuri Bey’dir, Sultan Abdülaziz’in kuşçubaşılığını yapmıştır. Harp okulunun son sınıfında iken Jön Türkler’le ilişkisi iddiası üzerine dönemin padişahı II. Abdülhamit tarafından babasıyla birlikte Hicaz’a sürgüne gönderilir. Bir süre Taif’te kaldıktan sonra buradan kaçar ve kardeşi Selim Sami Bey’le birlikte isyan hareketi başlatır. Kendine çekmeyi başardığı genç subaylarla birlikte girdiği mücadelelerden zaferle çıkar. Üzerine gönderilen kuvvetleri yener ve böylece silah, para ve malzeme ele geçirir.
Gitgide güçlenen Eşref, kendisi gibi sürgünde olan Miralay Râsim Bey’in telkinleriyle 1898’de Osmanlı’nın ilk istihbarat kuruluşu olan Teşkilât-ı Mahsûsa’yı kurar ve ilk başkanı olur. Teşkilat’ı kendi kurmayıp sonradan dahil olduğuna dair rivayetler de vardır. Bu kurum, özellikle Arap Yarımadası’nda 1 Dünya Savaşı boyunca bir çok kirli iş yapmış olan İngiliz istihbarat ağına karşı amansız bir mücadele verir.
Avrupa’daki Jön Türkler ile temas kuran Kuşçubaşı, hoca kılığında Makedonya’ya geçip Üçüncü Ordu’nun kadrosuna girer. Burada faaliyet gösteren ve daha sonra Osmanlı yönetimine gelecek olan İttihatçılardan Niyazi, Enver ve Eyüp Sabri beylerle sıkı işbirliği yapar. 1908’de yeniden meşrutiyetin ilan edilmesinde etkili olur. Kuruluşundan 2 yıl sonra, yani 1910’da Teşkilât-ı Mahsûsa, Sultan Reşad tarafından onaylanarak resmiyet kazanır ve başkumandanlığa bağlanır. Teşkilatın başkanı olarak Hint Hilafet Komitesi’nin Zürih’teki toplantısına gider. Trablusgarp ve Balkan savaşlarına katılır. Edirne’nin geri alınmasında ve Batı Trakya zaferlerinde etkili olur. 1. Dünya Savaşı yıllarında da gizli yolculuklar yaparak Türkistan’da Ruslar’ı zor durumda bırakan ayaklanmalar başlatır.
Destansı Yolculuk
Enver Paşa bir gün İstanbul’da Kuşçubaşı’nı ziyaret eder. İngilizlerin Kuzey Arabistan’ı ele geçirdiğini buradan Filistin’e doğru ilerlediklerini anlatır. “Biz orada bir savunma hattı oluşturduk ama yeterli değil, onları güneyden vurmamız gerekiyor” der. Fakat güneyde Osmanlı’nın askerleri yoktur. “Yemen halkı bizimle, onları örgütleyip yardım yapabilirsek, hem isyan eden Şerif Hüseyin birliklerini dağıtırlar hem de İngilizler’i güneyden vurabilirler” der Enver Paşa, Kuşçubaşı şaşkındır ve devam eder Paşa, “Yemen için 300 bin altın hazırladık, bunu siz götürmelisiniz.” Kuşçubaşı hayretle sorar “Tüm Ortadoğu işgal altında iken İstanbul’dan Yemen’e 300 bin altını nasıl götüreceğiz?” Enver Paşa O’nu cesaretlendirerek “Bu işi yalnız siz yapabilirsiniz” der. Nihayetinde Kuşçubaşı, Teşkilât-ı Mahsûsa’dan en sağlam 70 adamını toplar. Tüm altınları o 70 kişiye paylaştırır, İstanbul’dan ayrı noktalar üzerinden gidip, Medine’de buluşmak üzerine bir plan yaparlar.
Kuşçubaşı Arabistan yolculuklarında şeyh kıyafetine bürünüyordur ve çok iyi Arapça konuşabilmektedir. Araplar O’na “Kuşların Şeyhi” der, çünkü her şeyi bilen bir adamdır. Kuşların dilinden anladığı için bu kadar çok gizli bilgilere vakıf olduğunu düşünürler. Bu yolculuğu esnasında birkaç kez yakalanmanın eşiğinden döner. Bize, hazır film senaryosu sunan bu zorlu yolculuk hikayesinin ardından 70 kişi Medine’de buluşur. Fahrettin Paşa bir süredir Medine’yi savunmaktadır ama işler hiç iyi gitmiyordur. Kuşçubaşı Eşref’e “İngilizler Yemen’e yardım götürdüğünüzü öğrenmişler, ben sizi ancak Hayber’e kadar koruyabilirim, İngilizler niyahetinde sizi yakalar” der. Kuşçubaşı kararlıdır, “Neye mâl olursa olsun, bu işi yapacağız.” Hayber’e kadar güvenli bir şekilde gelirler ama daha fazla ilerleyemeden Şerif Hüseyin’in 10 bin kişilik birliği, 70 kişiyi kuşatır. Sonu belli bir çatışmaya girişirler, bir süre mücadele ettikten sonra çoğu şehit olur, ellerindekiler yağmalanır ve Kuşçubaşı esir alınır.
Yemenliler olayı duymuş ve derin bir üzüntü içine girmişlerken kısa süre sonra, bir gecenin sabahında Yemen’e yanında 7-8 deve ile iki adam gelir. Önünü kesip kim olduklarını sorarlar, siyahi olan ve boyu 2 metreyi geçen yiğit adam “Biz Kuşçubaşı Eşref’in askerleriyiz, emanetleri getirdik” der. Siyahi olanın adı Zenci Musa’dır. Ayakları öpülesi Sudanlı bir yiğittir ve kahramanlığı ile Yemenlilerin bir ömür minnet borcu içinde olması gereken biridir. Sana Valisi Mahmud Nedim Paşa yatağından kaldırılır, iki kişi huzura alınırlar. Ve durumu anlatırlar. Kuşçubaşı Eşref, baskın olabilir endişesiyle çölün başka bir yerinden 7-8 deveye altınları yüklemiş ve Zenci Musa’yı görevlendirmiştir. “Siz bunları sağ salim Yemen’e ulaştırın” demiş ve kendisi mertçe ölüme gitmiştir. Zenci Musa’nın hikayesi ayrı bir yazının konusu olabilecek derinlikte.
Lawrens ve Kuşçubaşı
İngiliz Lawrens’ı ne ise Türk Kuşçubaşı’sı da odur denir. Adeta bir efsane haline gelmiştir. İstihbarat ile aynı cümlede geçen her şey ‘ispatlanamaz’ kategorisinde olduğu için bu konularda spekülasyonlar hayli fazladır. Efsaneler en olmadık rolleri de biçmiştir kendisine. Kimine göre Kuşçubaşı, Lawrens’in korkulu rüyası olmuştur, kimilerine göre ise, Osmanlı’nın yıkılışını geciktirmiştir.
Ahmet Efe ‘‘Efsaneden Gerçeğe Kuşçubaşı Eşref’’ adını taşıyan eserinde, bilinenin aksine Kuşçubaşı’nın Harbiye Mektebi mezunu olmadığını söyler. Bunu da Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanlığı kayıtlarına dayanarak yapar. Aynı eserde, aslında Teşkilatı Mahsusa’yı da Eşref’in kurmadığını, adına birçok gerçek dışı efsane uydurulduğunu anlatır.
Çalışkan, teşkilatçı, cesur bir kişidir. Uzun ömrü boyunca biriktirdiği anılarını ‘‘Tarihe Benden Haberler’’ adı altında kaleme alır. Cumhuriyet’i ilan eden kurucu kadronun ülkede istemediği 150 kişinin arasında Kuşçubaşı Eşref de vardır. Bize bir ayıp olarak yüz yıl yetecek şekilde ülkeden sürgün edilir ve onlarca yıl sürgünde yaşar. Af çıkıp döndüğünde ise zorluklar içinde bir kaçak gibi yaşar ve Söke’de kendi evinde 1964’te vefat eder. Kendi tarlasına defnedilir. Allah ona, tüm kahraman Osmanlı yiğitlerine ve bize rahmet etsin.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.