Kendi Fatihin Olacak Yaştasın!
İçinde bir Konstantinopolis var. Açılıp gülzar olmayı bekliyor. Onun Fatih’i olursan müjden hazır: Kurtulacaksın, iki dünyan mamur olacak. Ne var ki bu o kadar kolay değil. Aşılması zor surları var, suda bile yanan Rum ateşi var, önüne geleni yıldıran, ürküten bir ünü var. Nice civanları, yiğitleri alt etmiş. Köhne bir mezbelelik gibi, hep orada kalmış, kötülük yapmaya ve yaymaya devam etmiş. Onu almak, açmak kolay değil, dışarıdan da destekçileri var. Ama sana Fatih’lik yazılmış bir kere, çare yok, kendi İstanbul’unu alacaksın, buna azimli ve kararlısın. “Ya ben, ya o” diyecek kadar hem de… İçindeki karanlığın Fatih’i olma zamanı geldi kardeşim, bunu yaptığın zaman dışarıdaki fetihler ardı ardına sökün edecek. Haydi durma, harekete geç, sen de kendi Fatih’in olacak yaştasın!
Kendini fethedemeyenin başka bir fethe nail olması mümkün değildir. O ancak zapt ve gasp olur. Bu ise bizden kalbimizle, isteyerek, murad ederek kendisine gelmemizi isteyenin muradına aykırıdır. O bizden fetih istiyor. Bu yüzden Fatih olmamız şarttır. Kendi içimiz de dahil, hiçbir yeri zorla açamayız. Fetih, kalpleri açmaktır. Kalbin kapısını ancak ona sevgi ve merhametle yönelmiş bir kalp açabilir. O öyle bir kalptir ki muhatabının hayatını, ondan daha fazla düşünür. Öyle bir kalptir ki esas hayatı ahiret olarak görür. Öyle bir kalptir ki rahmet, merhamet ve sevgi ile doludur. Öyle bir kalptir ki yüzünde hep tebessüm görülür. Öyle bir kalptir ki içinde bahar, yüzünde bahar yürür. Fetih, ancak bu kalp ve bu kalbin çekim alanında seyr edenlere nasip olur. O yüzden fetih önce içimizde başlamalıdır. Kendini fethedemeyen başka fetihlere layık olamaz, zaten buna mecali de olmaz. İçimizdeki köhne karanlığı aydınlığa çevirmeden, başka aydınlıklara nasıl vesile olabiliriz ki?
İÇİMİZDEKİ MEDİNE BİZİ BEKLER
Fetih, içimizdeki köhne Bizans’ın tasallutu altındaki kalbimizin kurtuluşu ile başlayacak. Kalbimiz, En Güzel İnsan’ın kalbinin çekim alanına bir yürüyüş başlatmadan içimizin fethine muvaffak olamayız. İçimizde bir Medine var. Sahibi ile bizi bekliyor. O bizim belde-i tayyibemizdir. Şerefli ve güzel bir beldedir. Fethinin müjdesi, irade, gayret ve azmimizle başlayacak bir imar, inşa ve ihya sürecinde saklıdır. Orada nihai hüküm Hakk’ın ve O’nun nurunundur. Orada yani kendi mülkümüzde hüküm, nasıl karanlığın ve karanlığın dostlarının olabilir ki? Beldemizi fethin aydınlığı ile açmamız şarttır. Kalbimize ve kendi belde-i tayyibemize doğru yapacağımız fetih yürüyüşü, ayaklardaki prangalardan kurtulmadan başlamayacak. O yürüyüş içimizdeki Bizans’ın kalbimizin etrafına ördüğü surlar aşılmadan hedefine varamayacak.
İçimizde bir Konstantinopolis var. Karanlık ve tekinsiz. Kötülüğün merkezi. Pusuda ve tetikte. Görmediğimiz yerlerden etrafımıza surlar örmüş, ayağımıza prangalar vurmuş. Düşelim, kayalım ve böylece iyice içimize kapanalım diye bekliyor. Dışarıda destekçileri ve yardakçıları ile biteviye tuzaklar hazırlıyor. Bir an kendisinden gafil olmaya gelmiyor; sarsıyor, yaralıyor, acıtıyor, zarar veriyor. Derhal cerrahi müdahale görmesi gereken bir yara gibi… Şifa bulması gerekeli, irinli bir çıban gibi… Deva nereden ve nasıl gelecek? Deva fetihle gelecek; bize fetih lazım. İçimizdeki karanlık merkezin bir an önce açılması, gülzar edilmesi ile mülkümüz salaha, sulha ve selamete kavuşacak. Bunun için önce içimize yönelik bir fethe niyet etmek gerekiyor. Eğer bu zamanda, bu arzda bir Fatihlik nasip olacaksa, bu ancak kendi içimizin Fatihliği ile başlayacak. Kendi fethimize muvaffak olamadan, başka fetihlere yol bulamayacağız.
FETİH KENDİNİ KEŞFETMEKTİR
Fetih, bir hazırlık süreci gerektirir. Her güzel, bereketli ve kalıcı iş gibi fetih de derdine düşmek, niyet etmek, planlamak, erzak tedarik etmek, yola koyulmak, yolda sebatkar olmak gibi tadat edilebilecek safhalardan oluşur. Sabır bu işin olmazsa olmaz azığıdır. Ve şu da işin özüdür ki, fetih ve Fatih’lik ancak nasibi olana lutfedilir. Lütuf ise niyet, himmet ve dua ile iradesini yola düşürenin harcıdır. O istemeden, O dilemeden olmaz. O yüzden içinin fethine niyet etmiş bir Fatih’e düşen, O’nun istemesini ve dilemesini istemektir. İçimizin fethi, O’nun zaten bizden muradıdır. O’nun istediğini istemek gerekir. Murad olunana mürid olmak, yani hakkımızda isteneni, kalbimizle istemek fethe giden yolu açar.
Fetih, bir hazırlık süreci gerektirir. Her güzel, bereketli ve kalıcı iş gibi fetih de derdine düşmek, niyet etmek, planlamak, erzak tedarik etmek, yola koyulmak, yolda sebatkar olmak gibi tadat edilebilecek safhalardan oluşur.
Fetih hazırlığı, Fatihlik arzusu ve niyeti ile başlar. Kendi Fatih’in olmaya hazır mısın? İçindeki Bizans’ın farkında mısın? Onun, senin iki dünyana kastettiğini biliyor musun? İçindeki Bizans misali o karanlık odak, senin hem dünyanı hem de ahiretini çalmak istiyor. Sen, seni var edenin muradına uygun bir hayat yaşamak istiyorsun, o ise bunu engellemeye çalışıyor. Onunla hesaplaşmadan istediğin hayatı yaşayamayacaksın. Onu alt etmeden kendin olamayacak, bu kadar insan içerisinde neden artı bir olarak gönderildiğini, niye bu zamanda, bu insanlar arasında ve bu mekanda var edildiğini bir türlü keşfedemeyeceksin. Bu yüzden Fatih olmaya mecbursun aslında. Çünkü kendi fethin, aslında kendi kurtuluşun anlamına geliyor. Fetih, kendini keşfetmektir. İçindeki dehlizlerin, surların, mahzenlerin, karanlık odaların farkına varmaktır. Fetih, potansiyelini fark etmek, ne verildiyse onu görmek, verileni de verildiği yerde murada uygun şekilde istimal etmek demektir. İçinde hikayesi ezelden beridir anlatılan bir gizemli belde var. Nice yiğitleri, nice dilberleri mest etmiş ama kimseye yar olmamış. O seni, yani Fatih’ini bekliyor. Sen onu fethedemezsen, bir başkası onu fethedecek değil. Bir düğüm ki sen onu açamazsan, gelip dışarıdan birisi açacak değil.
Fetih bekleyen içindeki karanlık Bizans’tır. Her geçen saniye aleyhine işliyor. Vakit geçtikçe, karanlık üstüne karanlık ekleniyor. Zifiri ve koyu kütle kalbine doğru sarkıyor. Bir koyu bulut gibi çörekleniyor; onun hayat gıdası olan, diriltici sesleri, sözleri ve işaretlere engel oluyor. Oradaki karanlık dağılmadan içine bahar gelmesi muhaldir. Orayı aydınlığa açabilir, fethedebilirsen kendinden başlayan ve göklere uzanan bir yürüyüş başlayacak içinde. İçini açmadan, göklere açılamayacaksın. Niyet, bunun derdine düşmektir ve ilk adımdır.
SURLARIN BİR ULUBATLI HAMLESİ BEKLER
İkinci adımda bir plan yapmalısın. İçini nasıl fethedecek, kendi Fatih’in nasıl olacaksın? Bunun için elinde hangi imkanlar var? Neyi tahkim etmeli, hangi eksikliği gidermelisin? Fethe dair bir stratejin olacak mı? İçindeki düşmanın da senin bu niyetinden haberdar olarak karşı planlar geliştireceğini bilmen gerek. Bu bir savaş ve savaşta kendi artıların ve eksilerin kadar, düşmanın güçlü ve zayıf yönlerini de bilmek zorundasın. Fatihlik süreci, böyle bir planlama ile başlar. Bu dönem; ateş, barut ve kan ile yaşanacak savaş döneminden daha önemli olabilir. Fethe çıkıyorsan, imkanlar, zaaflar, fırsatlar, tehditler, dostlar, düşmanlar, her şeyi ama her şeyi göz önünde tutmalısın.
İçindeki karanlığı kat kat koyulaştıran bu surlar senin fethinin, Fatih olmanın önündeki en büyük engellerdir.
Evvela kaç Fatih sevdalısını önünde diz çöktüren, acı bir mağlubiyet hissi ile geri döndüren surları bir düşün! Ne kadar sağlam, yüksek ve kalınlar, öyle değil mi? Aslında değiller, biliyor musun? Aşılmaz gibi görünmeleri, tam da sen böyle düşünesin ve pes edesin diyedir. Onlar bir Ulubatlı hamlesi ile tuz buz olacak toz heykellerden başka bir şey değiller. Evet, kararmış göklere doğru heyula gibi uzanan toz heykeller onlar… Ama onları tuz buz edecek, ancak Ulubatlı’daki serdengeçtiliktir. Bu tozdan heykeller; kibrin, gururun, kıskançlığın, tembelliğin, umursamazlığın surlarıdır. İçindeki karanlığı kat kat koyulaştıran bu surlar senin fethinin, Fatih olmanın önündeki en büyük engellerdir. Onların aşılmazlığını, senin onlar önündeki iradesizliğin belirliyor. Sancağı sura dikme iştiyakı ile ilk safta öne atılan bir Ulubatlı bu tozdan heykelleri kolayca aşar da oradan hakikatin güneşine zahmetsizce uzanır. Mesele, bir Ulubatlı heyecanı kuşanıp kuşanamama meselesidir işte. Mesele, ilk safa girme, kelleyi koltuğa alma, serden, yardan ve yarandan geçme meselesidir. Mesele; aşkınlık ve aşkın adamı olmak meselesidir. Bu o kadar kolay mıdır? Ulubatlı olup da surları paramparça etmek herkese nasip olur mu? Nasıl olur da o heyecana erilir? Nasıl olur da ilk safa niyet edilir ve içinden Ulubatlı’yı çıkaran o bahtlı erlerin arasına girilir?
Ulubatlı olmak bir baht işidir; doğru. Ama Ulubatlı olmaya niyet etmek ve o ilk safta yer almayı seçmek bir irade işidir. Bahtı vermek O’nun işidir, kim karışabilir ki? Ama irade göstermek ve onda ayak diremek de irade sahibinin işidir, bu da işte tam ehl-i iradeye verilendir, kim engelleyebilir ki? İrade herkese potansiyel olarak verilmiştir; onu kullanmak ya da kullanmamak zaten imtihanın özüdür. Ulubatlı olmaya giden yola girmek bir irade işidir. Bu iradeyi gösterebilmek ve bu irade üzere berdevam/berkarar olmak kolay değildir, bir muhit ister. Seni Ulubatlı ya da Fatih olarak görmekten hoşnut olacak, kendi içindeki karanlığın fethini kolaylaştıracak dostlar bulmalı, muhitini ona göre seçmelisin. Dostlarını Fatihlerden ya da kendi fetihlerinin derdine düşmüşlerden seç! Ulubatlı olmak derdi ile yananlar her daim vardır, onları bul, onlarla ol, onlardan ol! Kulağını ve gönlünü, hep fetih sevdası ile yanan, işini, sözünü ve duruşunu ona göre kurgulayanlara ayarla! İçindeki Bizans’ı kuvvetlendirecek sesler, sözler ve görüntülerden uzak dur! Fetih ve Fatihlik derdi olmayanların karanlık yanlarından çıkan her şey, içindeki Bizans’ı tahkim edecektir. En kıymetli sermayen vaktindir; boşa geçirilmiş vakitler onun karanlığını artırır. Fetih derdi ve özlemi her anına sinmeli ki o sinsi odak kalbine perde olmasın.
URBAN’IN TOPU GİBİ HEYBETİN OLSUN
Üçüncü adım harekete geçmektir. Harekete geçmek, tek bir yönden değil, farklı yönlerden ve fakat tek bir irade ile içimizdeki Bizans karanlığına doğru yürümek demektir. Fatih, İstanbul’una doğru harekete geçtiğinde karadan, denizden ve yer altından olmak üzere birçok yol kullandı. Her birisinin, nihai darbeye giden yolda bir faydası vardı muhakkak. Sen de okuyarak, düşünerek, az yiyerek, az uyuyarak, az konuşarak, çok çalışarak, vaktini iyilik ve iyiliğin dostları ile değerlendirerek, içindeki karanlığa hamle üstüne hamle yap! Öyle ki karanlık başını alıp da sana karşı hamle yapma fırsatı bulamasın. Sen içindeki karanlığı kendi hamlelerin ile öyle meşgul et ki o sana karşı hep savunma durumunda kalsın. İyiliğin ve güzelliğin aktifliği, sende kötülüğün ve çirkinliğin pasifliğine yer bırakmasın.
Fatih olmak, karanlıkla sürgit devam eden bir mücadelenin her anında sanki İstanbul’u yeniden fethediyormuş gibi yeni zaferlere, her an zafere talip olmak demektir. Fatih olmak, fethin heyecanını, içimizin heyecanı yapmak ve bu heyecan ile karanlığı boğmak demektir.
Karanlığın surları önünde aşılmaz gibi göründüğünde Urban’ın topu gibi heybetin olsun. Suda bile yanmaya devam eden Rum ateşi her taraftan yağıp da seni hareketsiz bıraktığında yine durma, yer altından lağımlar kazar gibi basiret ve ferasetle hareket et. Donanma komutanın Baltaoğlu Süleyman Bey başarısız olduğunda, tek başına atını denize sürecek bir celadetle hareket et. Haliç’in önündeki büyük zincir gemilerine engel oluyorsa, onları karadan yürütecek bir kararlılık yoluna devam etmeni sağlasın. Haçlı orduları gibi karanlığın bütün unsurları bir araya gelip ittifak oluşturmuşlarsa, sen de dua, himmet, nazar, sohbet ve nasihat gibi dostlarını yardıma çağır.
Dördüncü adım, Konstantinopolis’i İstanbul yapmaktır. Esas fetih budur işte. Fatih şehre girdiğinde savaşmaktan bitap düşmüş, korkudan tir tir titreyen bir halk ve viran olmuş bir belde ile karşılaştı. Bu beldeyi, açıp gülzar yapmak, imar, inşa ve ihya ile oldu. İçindeki karanlığı teslim aldığın gün, fetih gerçekleşmeyecek, sadece fethe giden yol açılmış olacak. Bil ki fetih, o karanlığın tekrar hortlamasını ve kalp mülküne tahakküm etmesini engelleyecek bir bahar ikliminin içinde sürekli kalması ile mümkün olacak. İmar, inşa ve ihya, son nefese kadar devam edecek bir çabadır. Fatih olmak, sürekli fetihle yaşamak demektir. Fatih olmak, karanlıkla sürgit devam eden bir mücadelenin her anında sanki İstanbul’u yeniden fethediyormuş gibi yeni zaferlere, her an zafere talip olmak demektir. Fatih olmak, fethin heyecanını, içimizin heyecanı yapmak ve bu heyecan ile karanlığı boğmak demektir. İçinin fatihi olmak, içimizdeki karanlığın kalbimizi ve çevremizi esaret altına almasına engel olmak ve bunu emaneti teslim edinceye kadar bir ömür boyu teyakkuzla devam ettirmek demektir. Hayatının baharını yaşayan güzel kardeşim, sen bunu yapabilecek bir kıvam ve kalitedesin. Sen, kendi Fatih’in olacak yaştasın. Haydi fethin mübarek ola!
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.