Düşünmenin "Düşüncesi" Olur mu?
Esra Ekinci
Fizyoloji dersinde hocamız şu bilgiyi paylaşmıştı bizimle: “Düşünen, kafa yoran insanların beyinleri girintili çıkıntılıdır. İnsan düşünme fiilini kısıtladıkça, beyni düzleşir.” Haliyle insan düşünüyor. “Acaba benim beynim nasıl? Cevizin içi mi, dışı mı?” Bu bilginin doğal olarak yaptırdığı iç sorgulamasının sonucu, kişinin düşünmeye verdiği önemin göstergesidir. Bana öyle geliyor ki, ya bu sorgulamayı yapmıyoruz, ya da karşılaştığımız sonucun gereklerini yapmıyoruz. Beynimizin üzerinden son model bir ütü geçmiş gibi. Hülâsa; düşünmüyoruz.
Kendimize düşüncesizler veya düz beyinliler muamelesi yapmak değil derdim. Hele düşünceleriyle bize yol olmuş büyüklerimin ve küçüklerimin emeklerini görmezden gelmek hiç değil. Aslında bana bu yazıyı yazdıran çaresizlik. Bu çaresizliği hissettiren durum ise, düşünce ve nihayetinde fikir adına içinde bulunduğumuz tıkanıklık. Çünkü bu açmaza ben /biz yeterince düşünmediğimiz için girmiş bulunuyoruz.
Düşünme öyle hafife alınacak cinsten değildir. Attığı adımı atmadan, söz ağzından çıkmadan düşünmesi gereken bizlerin, hassaten düşünmeye yoğunlaştığı zamanları olmalı. Fikri olmayan işin fiili de olamaz. Fikir sağlam bir temeldir. Bir meşale gibidir. Bir zihinde yanmaya görsün. Tıpkı Efendimiz (sav) gibi. Onun Hira yolculukları düşünceye ayrılmış vakitlerdi. Nitekim düşünce kıvamını bulduğunda da büyük bir iş, vahy, inmişti.
Hâlâ vahyin muhatabı olan bizler, düşünmeyi bir düşünsek mi acaba? Düşünürsek yol açılır belki çıkmazlarımıza. Peki, nedir bu çıkmazlarımız, başta da dediğim çaresizlikler neler ki? Birkaç başlık açayım benim dünyamda yankısı olan. Gerisi sizin ilginize, merakınıza ve kendi çıkmazlarınıza bağlı.
-Sinema ve TV: Bu alanda bizi, başkaları, istedikleri gibi anlatıyorlar. Biz bizi olduğumuz gibi anlatamıyoruz, anlatmıyoruz. Bunun sonucunda ya bu alandan izleyici yahut yapımcı olarak ya tamamen uzak kalıyoruz, ya da bize izletilerek benimsediğimiz dünyanın bir bireyi gibi yaşamaya başlıyoruz. Replikleri ezberlemeler, günlük konuşmada bile taklit üzere konuşma, yaşanmasını uygun görmediğimiz hayat tarzını sevimli görme çabası, en acısı belki de kendini ezik görme vs. Nedir bu durum Allah aşkına. Bunları duyunca “ Ey sinema sen nelere kadirsin” diyor insan. Öyle tabi. Sinema sektörünün etkileyici yönüne ya da toplum mühendisliği vazifesine girmeye gerek yok. Çizgi film desen ayrı bir yazı konusu. Çocuklarımız savunmasız bir şekilde yetiştiriliyor hem de kendi evlerimizde.
-Mizah: Mizah çok etkili bir kale. Güldürü üzerinden ilerler ve zekice kurgulandığında hedefi tam on ikiden vurma imkânı sunar. Bu alanda kaleci sayımız az.
-Tıp, genetik: Organ nakli caiz mi, klonlama teknolojisine bakışımız nasıl olmalı, anne karnındaki bebeğin genetiği ile oynanabilir mi, genetiği değiştirilmiş organizma üretebilir miyiz(iyi yönde)… Tıp ilerliyor ve biz bu alanlara hep yabancıyız. Hep bir korku var. Düşüncede iş bitmediği için her hareketimizde âdeta elimiz titriyor.
Yazdıkça yazasım geliyor. Bu alanlara dair başka başka tıkanıklıklarımız ve sair alanlara dair de başka tespitlerimiz var. En iyisi burada nihayete erdirmek. Şunu da belirteyim ki bizim haklı nedenlerimiz de var. Gerçekten sınırlarımıza rağmen iş yapmadığımız için de “helâl olsun” bize. Ama bizim bu yaşadıklarımızın çaresizlik olduğu sonucuna vardırmaz. Bunların hepsi için ve daha fazlası için de eylem şart. Eylemin ön eylemi olan düşünce ise şartın şartı. Bizim dâhil olmadığımız ya da yetişmeye çalıştığımız konuların ortak özelliği sınırı olmayan bir dünyayla karşı karşıya olmamız. Sınırlarımız var bizim. İşte bunu deyip de çekilmek olmuyor. Düşüne düşüne yeni bir yol bulacağız. Kabımıza sığmayacağız. Tekniğimizi artıracağız. Misal istersen ip cambazını düşün. Faal olduğu alan ne kadar sınırlı. İncecik bir ip üzerinde ve havada, yerdekileri kendine hayran bırakıyor. Hem bizim müjdemiz de var. “İnanıyorsanız üstün gelecek sizsiniz”( Âli İmrân-139). Demek ki çaresiz değiliz. Demek ki “helâl daire keyfe kâfi gelir” düsturunda olduğu gibi sınırlarımız içinde kalıp, alternatifler üretebiliriz. Kul yola çıkar, Allah yolu yapar. İhtiyacımız olan ise o yolları açacak fikir işçileri. İhtiyacımız olan düşünceyi, ardından eylemi hayata geçirecek olan, dertli, derdinin büyüttüğü yetişmiş insan.
Mehmet Lütfi Arslan hocamızdan işittiğim mühim bir kaide var: “Bir üçüncü yol her zaman vardır.” Bu kaide bana düşünmenin sınırlarını zorlamam gerektiğini öğretti. Üçüncü yolu yani alternatifi bulmak zorundayız. Edison’un önünde iki yol var gibi gözüküyordu. Ya karanlıkta yaşayacaktı ya da mumla.
Fatih’in önünde de iki yol vardı. Denizden ilerlemek veya geri dönmek.
Zihnin sınırları zorlandı mı o işe bir kapı daha açılır. Edison ampulü icat ederek, Fatih gemileri karadan yürüterek bunu ispatlamıştır.
İnsan düştüğü yerden kalkar ve biz düşünce düşte kaldığı gün düştük. “Yüz üstü çok süründün/Ayağa kalk Sakarya” diyen şairin iç yangınıyla sesleniyorum: Öyleyse düşünmeyi bir düşünsek mi acaba?
GENÇ'ın Yazısı.