Hem Batı cenahında hem Doğu cenahında uzun zamandır Türkiye aleyhine bir kampanya yürütülüyor. Bir şeytanlaştırma kampanyası da denebilir buna. Ya da kuşatma harekâtı. Önce Gezi kalkışması ile devreye sokulan ama başarılamayan proje bu sefer DAİŞ üzerinden yürütülmek isteniyor.

DAİŞ’ten en çok zarar gören ve bu baş belası örgüte karşı gerekli tüm adımları atmasına rağmen Türkiye’yi terör örgütü DAİŞ ile ilişkilendirmek için dört bir koldan saldırıyorlar. Bir taraftan neo-con çizgisindeki Batı medyası diğer taraftan katil Esed’in hâmisi İran ve onun medyası, kimi Körfez ülkeleri ve Sisi’nin yayın organları ağız birliğe etmişçesine hemen hemen benzer argümanlarla saldırıyorlar.

Peki bu ağız birliğinin gerekçesi, sebebi, hikmeti ne?

Bu birlikteliğin altında yatan en önemli ortak sebep, Türkiye’nin, söz konusu algı operasyonu yürüten çevrelerin ekonomik ve siyasi menfaatlerine çomak sokması diye özetlemek mümkün. Eğer Türkiye, Ortadoğu denkleminde yerini almada bu denli diretmeseydi, Afrika’dan Orta Asya’ya varıncaya kadar geniş bir coğrafyada olup bitene bigane kalsaydı, bir başka ifadeyle ona öngörülen çizgilerin dışına çıkmasaydı bugün Batı’nın hedefinde bu denli olmazdı.

Bu noktada bir de ekonomik ve askeri bağımlılık meselesi var. Mesela Türkiye, PKK teröristlerini vururken F-16’larda artık kendi yazılımını kullanıyor. Yazılımdaki dost-düşman tanımlamasını ABD ve İsrail değil kendimiz belirliyoruz. Artık yerli malı akıllı füzelerimizle dağları taşları rast gele bombalamıyoruz. Hangi silahı nerede nasıl kullanacağımıza ilişkin başkalarının yüksek müsaadelerini almak zorunda değiliz. Diyeceğimiz o ki askeri bağımlılıktan da önemli ölçüde kurtuluşumuz söz konusu. Bu da Batı’da ciddi bir hazım problemini ortaya çıkartmış gözüküyor.

Sonra Türkiye, Mısır’da darbe mağduru Mursi’nin yanında değil de son iki yılda 2800 kişiyi katleden darbe lideri Sisi’nin yanında saf tutsaydı, zalime zalim, diktatöre diktatör demeseydi ne Sisi’nin kuklası konumundaki medyasının ne de onun hâmiliğini yapan Körfez sermayeli kimi Arap basınının yalan ve iftiralarına maruz kalırdı…

İran, bırakın kendi ülkesindeki medyasıyla saldırmayı, finanse ettiği pek çok uluslararası yayın organlarıyla yaydığı yalan ve iftiralarla bir algı operasyonu yürütüyor. Kendisi Esed canisinin yanında onun cinayetlerine ortak olurken, terörist örgütler PKK ve PYD’nin hâmiliğine soyunurken Türkiye’yi terör örgütleriyle ilişkilendirmesi tam bir parodi…

Toparlarsak, son yıllarda kontrol edilebilir bir ülke olmaktan çıkan Türkiye, yeniden kontrol edilebilir bir ülke haline getirilmek isteniyor. Bu uğurda her bir unsur kullanılıyor. Medya da, terör örgütleri de…

Dolayısıyla özellikle yeniden tırmanışa geçen PKK terörünün arkasında da iç faktörlerden ziyade dış faktörlerin daha belirleyici olduğunu ifade etmek gerekiyor.

Bir taraftan PKK terörü azdırılarak Türkiye istikrarsızlaştırılmaya çalışılıyor, diğer taraftan DAİŞ’in desteklendiği algısı üzerinden Türkiye kontrol edilmek isteniyor.


Beytullah Demircioğlu'ın Yazısı.