Dünya bizi bekliyor ifadesini tashih edelim güzel kardeşler; dünya aslında sâlihleri bekliyor. Bize düşen sâlihlerden olmaya niyet ve sâlihlik yolunda gayrettir.

İstikbalin gülleri olacak tomurcukların ilim, irfan ve maneviyatla sulandığı bir kampta sordular: “Dünya bizi bekliyor diyorsunuz, biz dediğiniz kimdir, biz kimiz?” Sorunun güzeli, zihnin ve gönlün güzelinden gelir. Ve hiç şüphesiz diğer zihinlere ve gönüllere güzellikler getirir.

“Biz, dedim, etnik ya da coğrafi bir tarif değiliz. Kur’an’a hizmetle şereflenmiş bir ecdadın vârisiyiz. Vârisi olduğumuz, sanmayınız ki maddi bir hazzın ya da konforun kaynağıdır; vârisi olduğumuz hüzündür, acıdır, derttir ve gözümüzün içine bakmaya bile mecali kalmamış mazlum bir coğrafyadır. Biz mukaddes bir emanetin vârisiyiz.”

Vârisi olduğumuz bir mânâ var. O mânâ aslında hakkımızdaki muradın tecellisidir. Ve bir vazifedir ki “Andolsun ki biz Zikir’den sonra Zebur’da da: ‘Hiç şüphesiz Arz’a sâlih kullarım vârisçi olacaktır’ diye yazdık.” (Enbiya, 105) ayetiyle boynumuza borç kılınmıştır. Biz dünyaya, dünyanın vârisi olmaya geldik. Arza vâris olmak hem kürenin iplerini elinde tutmak, hem de buradan muradı anlamak, buna uygun yaşamak ve burada elde ettikleri ile cennet yurduna liyakat kazanmaktır. Biz dünyaya sâlih olmaya geldik.

Kur’an’ımızda arz diye ifade edilen ve bizim küre dediğimiz mekân, sâlihler için hazırlanmış bir mekândır. Orası özellikle onlar için yayılmış, üzerine dağların, ırmakların ve yolların var edildiği bir döşektir. İçindeki canlıları ile yemyeşil donatılmış, türlü çeşit ürünler bitirilmiş bir yerdir. Düşünüp ibret alacaklar için üzerinde çeşitli ayetlerle müzeyyen bir tefekkür vesilesidir. Küre Allah’ındır. Allah, burasının efendiliğini kullarından dilediğine vereceğini söylemiş, sonra da bu kulların sâlih kullar olacağını haber vermiştir.

Cennetin vizesi arzdadır. Zümer Suresi’nin sonunda zümreler halinde cennete sevk edilecek takva sahipleri Allah’a hamd ile derler ki: “Bize vaadinde sadık olan ve bizi yeryüzüne vâris kılan Allah’a hamdolsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. Çalışanların ecri ne de güzeldir.” Arza vâris olmanın bir güzel neticesi de cennette istediği yerde oturabilmektir. O yüzden arz mühimdir, burasının sahipliği, burada geçirilecek zaman ve buradaki duruş hayatidir.

Ama arza vâris olmak sadece öte dünya ile ilişkili değildir. Verâsetin, kürenin efendisi olma boyutu da vardır. Vâris, mirası olduğunun yönetimini eline alan demektir. Arzın vârisliği arzın iplerini eline almaktır. İpleri başkasının elinde olana, başkasının iplerini eline alma liyakati verilmez. Arzın vârisliği ancak sâlihlerin harcıdır. Sâlih; iyi, hayırlı, faydalı, düzgün anlamlarına gelir; fesadın, bozgunculuğun zıddıdır. Malın temiz ve helali sâlih mal, evladın hayırlısı sâlih evlat, kavmin faziletlisi sâlih kavim, işlerin hayırlısı sâlih amel, kadınların namuslu ve iffetlileri sâlihât, insanların hayırlıları sâlihlerdir. Allah insanları bölük bölük yapmış (Araf, 168), onlardan bir kısmını sâlihler, bir kısmını bu mertebede olamayanlar olarak nitelendirmiştir.

Sâlih olmak sâlih amel işlemek demektir. Sâlihler; nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraber anılan bir gruptur. Onlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eden, iyiliği emredip kötülüğe karşı çıkan ve hayırlarda yarışan kimselerdir. Dostları Allah, koruyucuları yine Allah’tır. Tahiyatta geçen ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Allah’ın selamını kendisi ile beraber üzerine aldığı seçkin müminlerdir sâlihler. Gıpta edilecek bir makamları vardır. Öyle ki birçok peygamberin duasında sâlihler arasına katılmak vardır:

İbrahim aleyhisselam “Ey Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihler arasına dâhil et.” (Şu’arâ, 26/83) diye dua etmiş ve yine oğlunun sâlihlerden olmasını niyaz etmiştir: “Ey Rabbim! Bana sâlihlerden (bir oğul) ihsan et!” (Sâffât, 37/100)

Yine Yusuf aleyhisselam “Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velîm sensin, benim canımı Müslüman olarak al ve beni sâlih kulların arasına kat!” (Yûsuf, 12/101) diye yalvarmıştır.

Süleyman aleyhisselam da sâlihlerle beraber olmak istemiş: “Ey Rabbim! Bana ve anama-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve rahmetinle, beni sâlihlerin arasına dâhil et.” (Neml, 27/19) demiştir.

Zekeriya aleyhisselam’a müjdelenen ve adı Allah tarafından verilen Yahya aleyhisselam için de sâlih tabiri kullanılmıştır: “O, Allah’tan olan bir kelimeyi (İsa’yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamberdir.” (Al-i İmran Suresi, 39)

Zulüm bütün küreyi kaplamış da olsa, bir tek sâlih müminin varlığı kürenin merkezinin o olması için yeter. Çünkü sâlihlik, arzın vârisliğidir.

Peygamberlerin içlerinde yer almak, zürriyetlerini de içlerine katmak için gayret ettiği sâlihler; sâlih amel işleyen, hakkı ve sabrı tavsiye eden kimselerdir. Onların misyonu ıslah, karşı oldukları ifsattır. Hayatları hayrın ve hakkın tecelli etmesi için gayretle geçer. Kimisi bu gayretinin neticesini arzın hayattayken de vârisi olarak görür, kimisine ise sadece kendi iktidar alanındaki ıslah nasip olur. Ama öyle ya da böyle sâlihler arzın vârisi olur. Bu verâset dünya hayatında temsilen veya hakikaten, öbür tarafta ise mutlaka hakikaten olur.

Arz, Allah’ındır; buraya eninde sonunda hayır ve hak hâkim olacak, ifsat edenlerin çabaları boşa gidecektir. O yüzden bu gayretin dünya üzerindeki temsilcileri olarak sâlihler Hakkın, hakikatin merkezidirler. Dolayısıyla arz onlar ve onların temsil ettiği mânâ için vardır. Tabiri caizse küre onların etrafında döner. Onların temsil ettikleri hakikat o kadar ulvîdir ki küre şöyle dursun, belki kâinat onlarla beraber seyr eder.

Yeryüzünde bu kadar bozulma, kötülük ve sapkınlık varken sâlihler nasıl kürenin merkezi olurlar? Kürenin iplerinin başka insanların ellerinde bulunuyor oluşu, sâlihlerin vârisliği hakikatini değiştirmez. Değil mi ki kürenin merkezi, üzerindeki her noktadır, bir sâlihin ve sâlihliğin arzda temekkün ettiği yer de kürenin tam merkezidir. Zulüm bütün küreyi kaplamış da olsa, bir tek sâlih müminin varlığı kürenin merkezinin o olması için yeter. Çünkü sâlihlik, arzın vârisliğidir. Bir Hak vaadidir. Onların temsil ettikleri hakikat, hakikatin merkezi ile buluşmalarından kaynaklanmıştır. İfsat, adı üstünde bozucudur, bir düzen tesis edemez. Islah yani sâlihlerin misyonu ise temsilcileri ne kadar az olursa olsun düzenin adıdır. Kürede tek bir sâlih noktanın bile ıslah üzere olması, orasının yeniden ıslah edilmesi için yeterlidir.

Sâlihler, sâlihlik üzere oldukları müddetçe, Hak ile beraberdirler, çünkü Hak yeryüzünü onlara vaat etmiştir. Kitabımızda ifade edilen “Bir yerde zulme uğrayan eğer hicret etmek isterse yeryüzünde gidecek bereketli birçok yer ve genişlik bulur” (Nisa, 100) hakikati sâlihlerle ayan beyan ortaya çıkar. Sâlihler, misyonları itibarıyla o kadar önemlidirler ki onları gittikleri yer ile değil, gidilen yeri onlarla anlamamız icap eder. Yesrib’i Medine yapan sâlihlik ruhudur. Sâlih bu anlamda mânânın da adıdır, bereketin de, muradın ve iradenin de…

Vârisliğin şartı ıslah üzere olmak, ifsada karşı durmaktır. Bizler küreye vâris olmaya, sâlihlerin arasına katılmaya geldik. Onun için vazifemiz bellidir. İyiliğin, güzelliğin yayılması ve fesadın, kötülüğün yayılmaması için çalışmamız gerekir. Bu dâvâ, Hz. Âdem’den bu yana değişmeyen İslam dâvâsıdır. Allah, Âdem neslini, sâlihlerden olsunlar diye göndermiş, bunu da küre üzerinde iyiliğin, güzelliğin ve hayrın tesisine çalışma şartına bağlamıştır. Kim bu mânâ için çalışmışsa Allah onu arzın merkezi kılmıştır, çünkü arz zaten bu gayret için var kılınmıştır.

Dedelerimiz bir zamanlar bu mânâ için çalıştılar, bu gayretle bilindiler, Allah da onları kürenin merkezi yaptı. Bir onlar vardı, bir de kefere. Nerede bir ifsat varsa, onun üzerine yürüdüler. Neye sahiplerse ıslah için seferber ettiler. Yılmadılar, korkmadılar, çekinmediler; Allah’ın yüce adını tüm küreye yaymayı esas görevleri bildiler. O yüzden kürenin ipleri ellerine verildi. Arzın vârisi onlardı, çünkü onlar dediğimiz bizim dedelerimiz olmaktan öte faziletlerini tarihin, vicdanın ve zamanın ispat ettiği sâlihlerdi.

Dünya bizi bekliyor ifadesini tashih edelim güzel kardeşler; dünya aslında sâlihleri bekliyor. Bize düşen sâlihlerden olmaya niyet ve sâlihlik yolunda gayrettir. Önce halimizi, sonra çevremizi ve nihayet bütün küreyi ıslah edecek bir sulhü selamete ermek için nazarımızı sâlihlik ufkuna kilitlememiz gerekiyor. Bu hem vazifemiz, hem de mesuliyetimizdir, çünkü dünya dedelerinin torunlarını beklemiyor, dünya sâlih dedelerin sâlih torunlarını bekliyor.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.