Veziristan`ın Orta Çağ`dan Kalma Şehirleri
Miranşah, Mirali gibi şehir merkezlerinden geçerken Veziristan’ı daha iyi gözlemleme imkânı buluyordum. Burada şehirler daha çok Orta Çağ’dan kalma yerleşim bölgelerine benziyordu. Sanki bir zaman makinesiyle 14. Yüzyıl’a geri dönmüştüm.
Sonunda tehlikeli ve heyecanlı bir yolculuğun ardından Pakistan-Afganistan sınırındaki Veziristan’a ulaşmıştım. Veziristan’daki ilk gecemizi Türk mücahidlere ait bir evde geçirdik. İkisi Vanlı, biri Adanalı bir de bana eşlik eden Ebu Yusuf vardı evde. Dördü de daha önce hiç tanımadıkları insanlar için, sırf aynı dini paylaştıkları için Türkiye’den buralara kadar gelmişlerdi. Arkalarında ailelerini, sevdiklerini bırakıp kardeşlerine yardıma koşmuşlardı. Her biri zulme uğramış mazlumlar için savaşmayı dünyanın en anlamlı davranışı olarak görüyordu. Kapitalizmin, konforun, lüksün, rahatlığın insanları bu denli esir aldığı bir çağda Türkiye’den kalkıp buralara kadar gelmek bana da son derece anlamlı geldi. Türkiyeli bu dört mücahidin zihnindeki vatan kavramı da Anadolu ile sınırlı değildi. Müslümanların yaşadıkları her yer onlar için vatandı ve bir Müslüman kendi toprağını savunur gibi kardeşlerinin topraklarını, namusunu, özgürlüğünü savunmalıydı. Çay bardaklarının biri boşalıp diğeri dolarken biz sohbet etmeye devam ediyorduk. Onlar bana Türkiye’de neler olup bittiğini soruyor ben de onlardan Veziristan ve Afganistan’daki savaşla ilgili bilgiler alıyordum.
Bombardımandan kaçanların sığındığı bölge
Başkent Kabil’deki Taliban yönetimini devirmek için ABD’nin öncülüğündeki NATO işgali başlayınca Kabil yoğun şekilde bombalanmış. Başkentte adeta bir can pazarı yaşanmış. Kabil’den kaçmayı başarabilen Afgan ve yabancı mücahidler ise ülkenin güneyindeki Veziristan’a sığınmışlar. Topraklarına sığınan herkesi sonuna kadar koruyacaklarını ilan eden Veziri aşiretler böylece Veziristan’ın direnişçiler için bir karargâh, lojistik merkezi olmasının önünü de açmışlar. Veziri aşiretlerin ana omurgasını Taliban’ın oluşturduğu direnişçilere Veziristan’ı açmasının bir başka nedeni de Taliban ve Veziri aşiretlerin soy olarak Peştun ırkına dayanması… İslam; Afganlar için son derece önemli olsa da kabilecilik, milliyetçilik Âlem-i İslam’ın tümünde olduğu gibi burada da etkisini gösteriyor. Bundan dolayı aynı din ve mezhebe mensup olmalarına rağmen Peştun, Özbek, Tacik ve Türkmenler ırki kimlikleri nedeniyle birbirlerine savaş ilan edebiliyorlar.
Bir giysi kültürü: Burka
İlk gecemi Türkiyeli mücahidlerin kaldıkları evde geçirdikten sonra sabahleyin tekrar yola çıktık. Her taraf ormanlıktı. Yolda giderken zaman zaman ormancılarla karşılaşıyorduk. Özellikle Miranşah, Mirali gibi şehir merkezlerinden geçerken Veziristan’ı daha iyi gözlemleme imkânı buluyordum. Burada şehirler daha çok Orta Çağ’dan kalma yerleşim bölgelerine benziyordu. Sanki bir zaman makinesiyle 14. Yüzyıl’a geri dönmüştüm. Bazen de kendimi başka bir gezegenden gelme modern bir yabancı gibi hissediyordum. Fakat tanıştığım Veziriler’in sırf Müslüman olduğumuz için bize gösterdikleri ilgi Veziristan’ı bana daha çok sevdiriyordu.
Afgan kültüründe kadınların sokağa çıkması pek hoş karşılanmadığı için sokaklarda çok az kadın vardı. Tamamı Burkalı olan kadınlar bir erkekle karşılaştıklarında hemen arkalarını dönüp yol veriyorlardı. Birkaç kez buna ben de şahit olmuştum. Bu arada Burka ile ilgili de birkaç cümle kuralım. Basında her ne kadar Burka’nın Afgan kadınlara Taliban tarafından zorla giydirildiği iddia edilse de gördüğüm kadarıyla bu doğru değildi. Burka Afganistan’da yüzyıllardır kadınların kullandıkları, vazgeçmedikleri bir giysi kültürü… Bundan dolayı Taliban’ın hâkim olmadığı, başka grup ve aşiretlerin etkin oldukları yerlerde de Afgan kadınlar genelde örtünmek için bu elbise çeşidini tercih ediyorlar.
Canlı, heyecanlı bir dünya…
Dünyayı gezmeye başladığım, ilk yolculuklara çıktığım dönemlerde farklı gelenekleri, kültür ve alışkanlıkları asla yargılamamam gerektiğini öğrenmiştim. Yargılamak yerine anlamaya, keşfetmeye çalışmak bana daha anlamlı ve zevkli gelmişti. Ben ayrıca bir Müslümandım. Bundan dolayı Âlem-i İslam’ın farklı bölgelerinde yaşayan Müslümanların kültürlerine asla bir Londralı, Parisli gibi bakamazdım. Küreselleşme dünyayı tek tip, zevksiz, heyecansız bir hale getirirken İslam diyarları hâlâ daha o farklılığını, çeşitliliğini koruyordu. Âlem-i İslam’da Batı’da asla bulamayacağınız bir heyecan ve canlılık vardır. Dünyanın merak ettiği, sadece ünlü birkaç gazetecinin girmeyi başardığı Veziristan’da dolaşırken ben de aynı heyecanı hissediyordum. Ayrıca modern hayatın sürekli bir yere koşmak zorunda bıraktığı telaşlı insanlardan da burada hiçbir iz yoktu. Veziristan’da her şey yavaş yürüyor, insanlar birbirlerine bolca vakit ayırıyorlardı. Doğru dürüst televizyonun olmadığı bölgede dünyadan radyolar vasıtasıyla haber alınıyor, insanlar basit şeylerle mutlu olmasını biliyorlardı. Veziristan’da rutin şekilde süren hayatı bozan tek şey ise insansız hava uçaklarıyla gerçekleşen ABD bombardımanlarıydı.
Genç mücahid adayları
Biz de bu arada Türkiyeli mücahidlerle birlikte Ebu Ömer’le görüşebilmek için bir başka bölgeye doğru ilerliyorduk. Ebu Ömer ayrıca beni Afganistan’a davet eden kişiydi. Genç yaşlarda cihad için Afganistan’a gelen ve 20 yılı aşkın bir süredir bu topraklarda savaşan Ebu Ömer’le ilgili çok şey duymuştum. Bundan dolayı bir an önce Ebu Ömer’le tanışmak istiyordum. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından yine Türk mücahidlerden oluşan bir başka grupla karşılaştık ve bana bundan sonra yola onlarla devam edeceğimi söylediler. Yeni tanıştıklarım arasında ismi Numan olan uzun saçlı, orta boylu bir Türk mücahid Ebu Ömer’in benimle ilgilenmesi için kendisini görevlendirdiğini söyledi. Sonra da hep birlikte arkası açık bir Skoda’da yolculuk yapmaya başladık. Bizimle birlikte arabada Türkiye’den yeni gelen genç mücahid adayları da vardı. Hepsinin son derece heyecanlı olduklarını yüzlerinden hemen okunuyordu. Hilafet’in yıkılmasıyla birlikte Anadolu’nun Âlem-i İslam’la olan bağları koparılmaya çalışılsa da Anadolu insanı ümmeti hiç terk etmemişti. Sırf kardeşlerinin haklarını savunmak için buralara kadar gelen Türkiyeli bu gençler de Anadolu ile ümmet arasındaki güçlü bağın delillerinden sadece biriydi.
Cephe gerisinde beklerken
Yarım saatlik bir yolculuğun ardından ormanlıklar arasında tek gözlü bir eve geldik. Numan cepheye yeni gelen gençlerle birlikte Ebu Ömer gelene kadar burada kalacağımızı söyledi. Ebu Ömer’in nerede olduğunu sorunca onun dağlarda, operasyonda olduğunu öğrendim. 7 kişi bu tek gözlü evde kalıyorduk. Zamanımızı da daha çok sohbet ederek geçiriyorduk. Birlikte kaldığım Türkiyeli mücahid adayları beni basından tanıdıkları için bana daha önceleri gazetecilik yaptığım bölgelerle ilgili sorular soruyorlardı. Ben de onlardan cihada katılmaya nasıl karar verdiklerini öğrenmeye çalışıyordum. Bizim bulunduğumuz bölge cephe gerisiydi. Etrafta savaşçılardan ziyade daha çok siviller yaşıyordu. Cephede ise Afgan mücahidlerle ABD askerleri arasında kıran kırana bir savaş yaşanıyordu. İslam dünyasının farklı yerlerinden gelen gönüllü mücahidler de bu savaşta Afgan mücahidlere destek veriyorlardı.
Ebu Ömer’le ilk karşılaşma
Günlerimiz yavaş yavaş geçiyordu. Ben iyice sıkılmaya başlamıştım. Numan’a her gün Ebu Ömer’in ne zaman geleceğini, onunla ne zaman görüşebileceğimi soruyordum. Numan ise Ebu Ömer’in ne zaman geleceğini kendisinin de bilmediğini; fakat cepheden döndüğünde benimle görüşmek için ilk olarak buraya geleceğini söyledi. Numan ayrıca Ebu Ömer’in uzun zamandır beni beklediğini de sözlerine ekledi. Yapacak bir şeyim yoktu. Yolculuğun başından beri yaptığım gibi sabretmeye devam edecektim.
Ben artık sabrımın sınırlarını zorlarken bir gün elinde mavzeriyle ufak boylu, hafif göbekli, üstü başı çamur içinde bir adam bulunduğumuz eve geldi. Görünüşe göre çok yorgundu. Önce bize “hoşgeldiniz” dedi sonra da Numan’a nerede yatabileceğini sordu. Numan da bu garip adama bizim kullandığımız yataklardan birini gösterdi. Bu ilginç adam benim de hemen dikkatimi çekti. Numan’a “kim bu adam” diye sorduğumda “günlerdir beklediğin Ebu Ömer işte bu adam” dedi. Ebu Ömer’in çoktan uykuya dalmış olan bu ufak boylu adam olduğunu duyunca acayip şaşırdım. Çünkü onunla ilgili o kadar çok şey duymuştum ki Ebu Ömer’i zihnimde hep iri yarı biri olarak hayal etmiştim. Artık Ebu Ömer’le sohbet etmek için onun uykudan uyanmasını beklemeye başlamıştım. Sonunda tanışmak için can attığım, günlerdir heyecanla beklediğim adam dağlardan inmiş, cepheden dönmüştü.
Adem Özköse'ın Yazısı.