S. Bilgehan Eren

1984 yılında dünya üç süper güç arasında paylaşılmıştır. Doğu Asya, Avrasya ve romanın konusunun geçtiği Okyanusya. Üç süper gücün de görünürde farklı bir yönetim yapısı vardır.

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört... Eric Arthur Blair’ın, kitlelerin onu tanıdığı meşhur mahlasıyla söylersek George Orwell’ın, 1948 yılında yazımını tamamladığı, yayımlandığı dönemde milyonlarca satıp yüze yakın dile çevrilen ve aradan geçen yıllara rağmen hâlâ ilgiyle okunan, distopya türünün baş eserlerinden biri kabul edilen romanının ismidir. Distopya ifadesi genellikle ütopik toplum anlayışının antitezini tanımlamak için kullanılır, kara-kötülük dolu bir gelecek planlaması ve tam anlamıyla baskıcı bir sistem tasviridir.

Orwell’ın, son derece otoriter ve gayriinsanî bir geleceği resmettiği eserinin niçin 1984’te geçtiğini soran yazar dostu Symons’a cevabı şöyledir: ‘‘Kitabın yazımını 1948 yılında tamamladığım için, 1948’in son iki rakamının yerlerini değiştirmeye karar verdim.’’ (1) Ve aynı Orwell, ABD’deki bir sendikacıya yazdığı mektupta, ‘‘Kitapta anlattığım toplumun bir gün mutlaka gerçek olacağına inandığımı söyleyemesem de, ona benzer bir toplumun gerçek olabileceğine inandığımı söyleyebilirim.’’ (2) diyordu.

2015 itibariyle itiraf etmemiz gerekirse, evet, bu konuda Orwell kesinlikle haksız çıkmadı. Eserinde tasvir ettiği gelecek, hatta kimi açılardan çok daha canice şeyler sundu. İmdi, “günümüzden birçok şey bulacağımız”; manipülasyon, propaganda, beyin yıkama ve işkence dolu bu çarpıcı esere birlikte bir göz atalım.

1984 yılında dünya üç süper güç arasında paylaşılmıştır. Doğu Asya, Avrasya ve romanın konusunun geçtiği Okyanusya. Üç süper gücün de görünürde farklı bir yönetim yapısı vardır. Oysa, romanın baş karakteri Winston’ın ele geçirdiği yasaklanmış kitaba göre (Emmanuel Goldstein’in “Oligarşik Kolektivizmin Teori ve Pratiği”), üç süper gücün de ideolojileri birbirinden hiç de farklı değildir. Lâkin halk öyle bir baskı altındadır ki bunun asla farkına varamaz. Savaşlar süreklidir, müttefikler ise konjonktüre göre değişmektedir. Diğer taraftan, savaşlar eski zamanlarda olduğu gibi toprak kazanmak için yapılmaz; amaç, mevcut iktidarları yerli yerinde tutmak ve ekonomik dengeleri korumaktır.

Genelden, Okyanusya özeline gelirsek, tek parti ile yönetilen ülkede en başta “Büyük Birader” denilen bir bakıma soyut bir lider vardır. Soyut diyoruz zira eserin hiçbir yerinde semboller ve fotoğraflar dışında somut olarak karşımıza çıkmamaktadır. Ülke üç sınıfa ayrılmıştır. En üst tabaka “iç parti üyeleri”dir. Bunlar toplumu yöneten ve yönlendiren ayrıcalıklı zümredir. Bunlardan sonra “dış parti üyeleri” gelmektedir. Bunlar daha çok sistemin işlemesini sağlayan memurlar gibidir ve bu operasyonel grup özenle seçilmiş orta kesimi oluşturur. En altta ise halkın yüzde 85’ini oluşturan işçi sınıfı bulunur.

Proleterler; ‘‘Doğuyorlar, sokaklarda büyüyorlar, on iki yaşında çalışmaya başlıyorlar, güzelleşip cinsel isteklerinin uyandığı kısa bir gelişme çağının ardından yirmisinde evleniyorlar, otuzunda orta yaşlı insan olup çıkıyorlar, altmışına geldiklerinde de ölüp gidiyorlardı. Ağır koşullarda çalışmaktan, boğaz kavgasından, komşularla didişmekten, sinema, futbol, bira ve en önemlisi de kumar yüzünden kafalarını çalıştırmaya fırsat bulamıyorlardı. Onları denetim altında tutmak hiç de zor değildi.’’ (3)

Totaliter bir rejimin en uç pratiklerinin bile görüldüğü Okyanusya, günlük tutmanın dahi tehlikeli suç sayıldığı bir yerdir. Düşünce Polisi sürekli ensenizdedir. Düşünce suçu işlendiğinde tutuklamalar hep gece yapılır. Rapor tutulmaz, yargılama olmaz. İnsanlar ansızın ortadan kaybolur. İsimleri kayıtlardan silinir, tümden unutturulmaya çalışılır.

Duvarlara asılı posterlerden, ceplerde taşınan paralara kadar her yerde şu iki slogana rastlanır:

İlki: “Savaş Barıştır

Özgürlük Köleliktir

Cahillik Güçtür”

İkincisi ise; “Büyük Birader’in Gözü Üstünde”

(Böylece ilk defa Orwell’in eserinde kullandığı “Büyük Birader - Big Brother” ifadesi, dünya siyasî jargonuna geçmiştir.)

Gerçekten de “Büyük Birader’in Gözü” halkın üzerindedir. Her eve yerleştirilmiş tele-ekranlar vardır. Bu ekranlar bir taraftan sürekli “parti”nin propagandasını yaparken, diğer taraftan da ortamdaki görüntü ve sesleri kayda almaktadır. İnsanlar, Düşünce Polisi’nin kimi, hangi sıklıkla izlediğini de bilmedikleri için, bir süre sonra içgüdüsel bir alışkanlıkla sürekli takipte oldukları korkusuyla yaşarlar ki bu da zaten onların bir nevi beynini işgal etme, prangayı bilinçlerine vurma anlamına gelmektedir. Ayrıca böyle bir ortamda, “parti”nin büyüklüğüne sorgusuz sualsiz inanan, körü körüne bağlanan ve yeri geldiğinde en yakın arkadaşlarını bile Düşünce Polisi’ne ihbar etmekten çekinmeyecek vatandaşlar, bir bakıma imal edilmiştir.

Ve tüm bunların yanında, “düşünce suçu”nu tamamen ortadan kaldırmak, devletin hegemonyasını kaim kılmak adına Okyanusya’da yeni bir dil türetilmiştir. Okyanusya’nın resmî dili olan “Yenisöylem”, idarenin ideolojik gereksinimlerini karşılama amacıyla oluşturulmuştur. Kelime sayısı ise günden güne azaltılmaktadır. İnsanların kavramlarla, kelimelerle düşündüklerini başa alırsak, bu durum da hâliyle halkın düşünce gücünü sürekli geriletmiştir. “Parti” kendisine göre zararlı sayılan kelimeleri ayıklamış, her türlü ikincil anlamı arındırmıştır. Örneğin “özgür” sözcüğü “Yenisöylem”den çıkarılmamıştır, ama ancak “Sokağa çıkmakta özgürsün” gibi deyişlerde kullanılmaya başlanmıştır. Eskiden olduğu gibi “siyasal özgürlük” yahut “fikrî özgürlük” anlamında kullanılamaz, çünkü siyasal ve fikrî özgürlük artık birer kavram olarak bile kayıplara karışmış, dolayısıyla adlandırılmasına gerek kalmamıştır.

“Parti” bilinçli bir şekilde bilinçsizliği özendirmekte, düşünce ufkunu daraltmaktadır. Bu gaye doğrultusunda kullanılan enstrümanlardan biri de “müzik”tir. Tıpkısının aynısı yüzlerce şarkı, insan eli değmeden güfteyazar denen bir aygıt tarafından üretilmektedir.

“Parti”nin temel anlayışlarından biri de şudur: "Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar." (4) Bundan dolayı Gerçek Bakanlığı kurulmuştur. Her türlü bilgiyi, bunlara tarihî bilgiler de dahil, kendi işlerine geldiği gibi çarpıtırlar ve “gerçek” diye halka sunarlar. Bu o kadar ileriye gider ki, bir yıl önce yayımladıkları bir gıda istatistiğini, geriye dönüp tüm kayıtlarda kolayca değiştirirler.

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, her şeyin tamamıyla devletin denetiminde olduğu, bilinçten yoksun bırakılmış, her türlü muhalefetin yok edildiği bir toplum düzenidir. İktidarın gücü sınırsızdır. Bellek, düşünce, dil ve aşkın iğdiş edilerek özgürlüklerin tamamen ortadan kaldırıldığı; beyin yıkama, manipülasyon ve propagandaya dayanan bir açık hava cezaevi, büyük bir gözaltı sistemidir.

Orwell tüm bu ayrıntıları, Okyanusya’nın orta sınıfına mensup olan, romanın baş kahramanı Winston’un gözünden bize aktarır. İlk bölümde toplumdaki günlük hayat ve Winston’un sıkıcı ama farklılık arayan, sorgulayıcı bir yaşamı vardır. İkinci bölümde Julia adındaki bir kadınla yaşadığı ilişki ve “parti”ye karşı çıkan fikirleri konu edilir. Son bölüm ise okuyucunun üzerine çöken tam anlamıyla bir karabasandır. Winston’ın Julia’ya olan bağlılığını yok etmek, Büyük Birader’den başkasını sevmemek ve “parti”nin istediği tarzda düşünmesini ve inanmasını sağlamak adına aylarca son derece vahşi işkencelerden geçirilmesi anlatılır.

“Özgürlük” adına (ki bunun içinde cinsel bağımsızlık da vardır) özgürlük mücadelesi veren Winston, nihayetinde sisteme uygun bir vatandaş hâline getirilir. Eserin birinci bölümünde tuttuğu günlüğe; ‘‘Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.’’ (5) notunu düşen Winston, hikâyenin sonunda Büyük Birader’in sadık bir kölesi, “parti”nin sarsılmaz bir hizmetkârı olur.

Winston’ın hikâyesinin bittiği yerde ise onların destanı başlar!..

"Özgürlük" için özgürlük mücadelesi veren Winston teslim olur; Hakk ve hakikat adına canını pazara çıkaran Arslan Yakup Yılmaz!..

Nasip olursa önümüzdeki sayılara...


Dipnotlar:

1 George Orwell, BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT, Trc. Celâl Üster, 34. Basım, Can Yayınları, İstanbul 2012, s. 10.

2 a.g.e. s. 14.

3 a.g.e. s. 96.

4 a.g.e. s. 59.

5 a.g.e. s. 95.


GENÇ'ın Yazısı.