Ömer Öztürk

…Bir de bakmışız ki, Ne arkadaş ne de dost, varsa-yoksa yazar kasa pos, limanına demirleyivermişiz.

Nasıl mı? Şöylesini seyir defterimden okuyorum:

İnsan hayatı ölmez özlemler bütünüdür. Âşık Veysel’in, muhtemelen, kendileyin merhum şair Ümit Yaşar’a ithaf etmiş olduğu “Ümit Yaşar” adlı deyişinin ilk satırlarını teşkil eden Son Nefeste de olsa kişi/yine onda umut yaşar’da da pekâlâ ifade etmiş olduğu üzere, insan bir ömür-boyu, devr-i daim motoru misâli, umut üretir durur, bir umudun ıskartaya ayrıldığı yerde on umut devşirir.

Özlemler, bütün bu umutların toplamıdır, insanla doğar insanla büyür, insan yaşlandıkça özlemleri de gençleşir. Ve insan ne zaman ölür, özlemleri de onunla birlikte ölür. Ne var ki, birisinin neticesiz özlemlerini de yanına alıp bu dünyayla işini bitirdiği ân-ı mutlakta, bir diğerinin özlemleri tay tay yürümeye başlar.

Yaşımın kırk sınırını birkaç adım geçtiği şu günlerde, ah bilseniz, neler neler istiyorum. Kaf Dağı’nın ardında nice umutlar besliyorum. Kendime şaşıyorum.

En çok da neye şaşıyorum, bilir misiniz? Bu bir nefeslik mola mahalline, bu uyudun-uyanamadın canbazhanesine, bu sefası yalan cefası yaman Hayalistan’a, bu kadar arzu, bu kadar özlem çok fazla değil mi, işte ona şaşıyor, şaşı baktıkça daha çok şaşırıyorum.

Son nefesimle püff diye üfler üflemez devrileceğini bilmezden gelip, kumdan kaleler inşa etmeye yeltenmeyi marifet biliyorum.

Tamamlanmak istiyorum. Asla ve kat’a bunun olamayacağımı bilmeme rağmen, tastamam olmak istiyorum.

Sanırsınız, tosbağa gibi yusyuvarlak olmak istiyorum.

Bu hissî karmaşalarla yemyeşil gönül tarlalarını sarartan kahırhanede boşlukta sallanan küçük dünyamın yörüngesine oturacak dost hani?

Ecdâdımız, dert çok, hemdert (dert ortağı) yok demiş, ne güzel demiş. Hep öyle olmamış mıdır? Derdimiz çoktur ama umumiyetle derdimizle dertlenecek bir dert ortağı bulamayız. Kul Himmet bu güzel söze bir dost bulamadım, gün akşam oldu diyerek isabetli bir karşılıkta bulunmuş. Hepimizin başına gelmiştir. Bazı zaman, bütün gün avare avare gezindiğimiz hâlde, hiçbir ahbaba rastgelmeksizin günü akşam etmişizdir.

Galiba, öyle anlarda meşgâlemize, işimize-gücümüze sarılmak tek çıkar yol gibi görünüyor. Hem çoklukla dost sandıklarımız post çıkmıyor mu` Geçmiş hayatımı manevi bir film şeridinin ardından seyrediyorum da, yanımdan yöremden kimler gelmiş, kimler geçmiş. Hepsi de derilerinden soyunan yılanlar misali çok geçmeden kimlik değiştirmişler, beni hayal kırıklığına uğratmışlar.

Kimî dost kurbanını gövdeye indirdikten sonra bir-iki damla sahte gözyaşı akıtan timsah misali, yaşadığım acılara üzülür görünmüş; dışından vah vah, içinden oh oh demiş.

Kimî telefonlarıma çıkmaz olmuş, kimî “yok” dedirtmiş, ama Nasrettin Hocanın komşusu gibi bir kez başını kapıdan uzatmış bulunmuş, hâliyle “söyleyin de evden çıkarken başını kapıda unutmasın” tenbihlerimi hak etmiş.

Önceleri üstad, beyefendi diye dizlerime eğilenler sonradan bana bak efendii! diye diklenir olmuş.

Çoğunluğu teşkil eden bir kısım vaadost da, evvelce Vaadler ve Sokaklar adlı yazımda ayrıntılı olarak naklettiğim gibi, ne zaman ne de zeminle uyuşan, ölçüsüz ve bol keseden vaatte bulunmuş, bu desteksiz atışlarının hemen ardından kayıplara karışmışlar.

Ben böylelerini fast-dost olarak isimlendiriyorum. Fast-food yemeğe alışmış bir milleti artık fast-dosttan gayrısı paklamaz.

***

Dosttan yana nasibi olmayan, fast-dosttan da illallah getiren asrî insan özlemlerine sarılmasın da ne yapsın?

Neler neler istiyorum. Çocukluğumun Seksen Günde Devriâlem’lerinde okuduğum uzak diyarlara yol almak istiyorum. Ne pasaport, ne vize; göçmen kuşun kanadında sınır-sız bir dünyada seyr eylemek istiyorum.


GENÇ'ın Yazısı.