Fikrin Yoksa Yoksun!
Bizim medeniyetimiz kalp medeniyetidir. Kalp merkezdir çünkü. O iyi olursa bütün vücut iyi olur, o kötü olursa bütün vücut kötü olur. O yüzden hep kalbe dönmüş, onu tasfiye etmenin yolunu aramışızdır. Ama bir şeyi atlamadan... O da ayette geçen ifadesi ile “akleden kalp”tir. Kalp nasıl akleder` Kalbin akletmesi için ne gerekir` Fikir, kalbimizin akletmesi için gereken gıdadır. Ama nasıl maddi bedenimiz için sağlıklı, helal ve meşru gıda gerekir, kalbimizin gıdası fikir için de tutarlılık, mantık ve meşruiyet gibi tadat edilebilecek şartlar aranır. Fikir, akleden kalbe talip olanın tefekkür vadisinde ihtiyacı olan binitidir. Kalbi olanın fikri de olmalıdır, çünkü kalp fikir olmadan yol alamaz. Kalp fikir olmadan kuvvetlenemez, dokunduğunu dönüştürecek bir etkiye kavuşamaz. Etkisi olsun isteyen fikir sahibi olacak. Yeni dönem hediye kitabımız işte bu ihtiyaca binaen hazırlandı. Hediye kitabımızdan tadımlık bir seçki için buyurun…
Asalet Dört Kuşakta Kaybolur 
İbn Haldûn
Kazanılan asalet, şan ve şeref dört kuşak sonra ortadan kalkar. Çünkü bunları kazanan, onları kazanmak için nelere katlandığını bilir ve onu koruyup sürdürmek için gerekli sebeplere sarılır. Kendisinden sonra gelen oğlu, bunları kazanmış olan babasının hemen arkasından geldiği ve bunların kazanılması için nelere katlanıldığını babasından duyduğu için, o da bunların korunup devam ettirilmesine önem verir. Ancak bir şeyi duyanın, o şeyi bizzat görenden daha eksik olması gibi, (bunların korunması noktasında) oğul da babadan daha gevşektir. Üçüncü kuşağa gelindiğinde, onun yaptığı kendisinden öncekilere uymak ve onları taklit etmektir. Mukallidin (taklit edenin), müçtehide göre daha eksik olması gibi, üçüncü kuşak da ikincisine göre daha eksik ve gevşektir. Dördüncü kuşağa gelindiğinde ise, o kendinden öncekilerin yolundan tamamen ayrılır. Sahip oldukları asalet, şan ve şerefi koruyup devam ettirecek her şeyi terk eder ve bunları küçümser.
Temele Bakmadık, Dama Özendik
Ahmed Cevdet Paşa
Dâhilî meşgalesi ne kadar çok olursa olsun, gözünü açıp da âlemin ne yol aldığını ve devletin ne türlü teşebbüslere mecbur olduğunu görüp gözetmek, lâzıme-i haldendir. Frengistanda münteşir olan fünun ve sanayinin neşir ve tervicine himmet olunmak lâzım gelirken öyle yapılmadı. İşin başından başlanmayıp, kuyruğundan tutuldu ve binanın temeline bakılmayıp, damın nakşına özenildi. Bu yüzden Avrupalılaşmak çabası halkla yüksek tabakada bulunan, memurların arasını açmaktan başka bir işe yaramadı. Halk medeniyet nehrinin getirdiği israf ve sefahattan nefret ederek, her türlü yenilikten ürkmeye ve hattâ yeni tarzda yapılan binaları bile kerih görmeye başladı.
İddia Eden, İspatlayacak
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
Beyyine, müddei için ve yemin münkir üzerinedir. Yani bir iddiada bulunan onu ispatlamak zorundadır. Karşı taraftan onu ispatlamasını bekleyemez. Hiç kimseye sahtekâr olmadığını ispatla veya katil olmadığını ispatla denemez. Böyle bir iddiada bulunan, iddiasını ispat etmelidir. Buna karşılık iddia sahibi iddiasını ispatlayamazsa, karşı taraftan yemin etmesini isteyebilir.
Anlamadan Taklit Ettik 
Said Halim Paşa
Bütün felâketlerimizin kaynağı olan şu zararlı kanaat, acaba bize nereden geldi?
Fikrimizce bütün bu fenalıkları doğuran: Batı medeniyetini anlamadan taklit edişimizdir.
Toplumların gelişmesi kanununa hakkıyla vâkıf olmadığımız içindir ki, başka milletlerin kanun, nizam ve anayasalarını iktibâs edecek olursak, bütün işlerimizde ve idaremizde, onlar kadar gelişmeye nâil olacağımıza inanıyoruz.
Bu uğursuz inanç yüzünden meydana gelen fenalıkları saymak uzun sürer. Yalnız şunu söylemek yeter ki: Bu inanç, bizim kendi kendimizi ıslâha olan itimadımızı tükettiği gibi, aynı şekilde, başkalarının bize karşı olan itimat ve hürmetini de yok etmektedir.
Tek Başına Hiçbir İş Yapılamaz
Mehmed Akif Ersoy
Bugünkü hayatın, maişetin, bugünkü ihtiyâcâtın aldığı tarz itibariyle bir insan tek başına bir iş göremiyor. Bütün işler şirketler, cemiyetler, milletler tarafından meydana getiriliyor.
Ne fabrikalar, ne demiryolları, ne vapurlar, ne limanlar, ne hastahâneler, ne câmiler, ne mektepler, ne ticârethâneler, ne de din ve vatanı müdâfaa edecek toplar, tüfekler, cephâneler... Elhâsıl hiçbir şey ferdî sa’y ile yâni tek başına çalışmakla kabil olamıyor. Bugün hayat öyle bir şekil almış ki tek başına çalışan bir adamın alnından damlayan terler, tıpkı gözyaşı gibi dökülüp gidiyor, hiçbir fayda te’mîn etmiyor. Ne zaman, bir yere gelmiş binlerce alın birden terlerse işte o vakit bu sa’yin (çalışmanın) yeryüzünde bir eseri, bir izi görülebilir.
Maddecilik Salgını
Cemil Meriç
Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan hâline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı… İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: Maddecilik.
Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz.
İslâm’ı Sömüren Siyaset
Nurettin Topçu
Dini sömürme yolunda İslâmcılar İslâm’ın içteki düşmanları ile yarışmaktadırlar. Seçimlerden önce erkânlarıyla birlikte maruf camilerde namaz kıldıklarını halka gösteriyorlar. Fayda umdukları yerde başta bulunan din adamını seçim propagandası olarak kullanıyorlar. Müslüman gazeteleri adıyla yapılan yayınlar, Müslümanları soymak için bir taraftan İslâm’ın düşmanlarını taşlarlarken öbür taraftan devrin iktidarını övüyor, ancak bahşişleri kesilince onlara sövüyorlardı. Kendileri Müslümanlık taslarlarken yine de İslâm düşmanlarının hayâ tanımaz üslûbunu kullanıyorlar. Öyle ki zamanımızda İslâm cephesinin bir ruh ve karaktere sahip olmadığını, İslâmî denen neşriyattan daha mükemmel ortaya koyacak delil ve şahit bulunamıyor.
Son Kalan Bizmişiz Gibi… 
Rasim Özdenören
Her birimizin tek tek etkin bir Müslüman olması şüphesiz arzulanan bir şeydir. Ama bu etkinliği nasıl sağlayacağız? Hz. Peygamberin, Bedir Savaşı’nda yaptığı şu duayı hatırlatmak istiyorum; bu savaş bildiğiniz gibi Müslümanların ilk meydan savaşı olmasının yanında, savaşa katılanlar da o günkü Müslüman dünyanın ilk ve son kafilesini teşkil ediyordu.
İşte Resulullah aleyhisselamın duasında bu hususiyet dile getirildi; dua şuydu: “Ya Rab, sen müminlere yardım et. Onlar tamamen mahvolacak olursa artık sana ibadet edecek kim kalır!”
Bu duayı işiten her mümin yeryüzünde son ve tek kalan Müslümanın göstereceği cehd ve gayret içine girdi.
Allah’a Teslimiyetten Başka Ahlâk Yoktur
Aliya İzzetbegoviç
Ahlâk, çıkarlarımız gereği değil, görevlerimiz gereği eylemde bulunmaktır, eğer bir kimse bu hayatın dışında ve ötesinde başka bir hayat olduğuna inanmıyorsa neden çıkarlarına aykırı davransın? İyilik fikri sadece mantık yoluyla açıklanamaz. Kant hiçbir görevin saf akla dayanarak yapılamayacağını matematiksel olarak ispatlamıştır. Benim bildiğim kadarıyla hiç kimse bu tezi çürütecek bir tez ortaya atmayı başaramamıştır. Çünkü iyilik etmenin her zaman karşılığı olmaz. Eğer öyle olsaydı benciller, işe yaramaz kimseler bunun için koşuşur, birer fazilet timsali olurlardı. Kendilerine hayranlık duyduğumuz kimseleri düşünün -bunlar gerçek insanlar olabilir, edebi kahramanlar olabilir- bunların hepsi, Sokrat, Antigone, İsa vb. acı çekmiş insanlardır. Yani eğer yalnız bu yaşadığımızdan başka bir hayat yoksa, Tanrı diye bir şey yoksa bu insanlar kahraman değil, yalnızca kaybetmeye mahkûm kimselerdir, yaptıkları fedakârlıklarınsa hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Üç Silahımız: El, Dil ve Kalp
Necip Fazıl Kısakürek
Müslümana, her şeyden önce, üç silâhı da birleştirmiş olarak eliyle hareket etmesi emredilmiştir. Onu yapamadığı, yâni eli ve kolunun bağlı olduğu yerde iş dile kalmakta, ağız açmaya bile imkân olmayan yerde de kötüyü kalple reddetmekten başka çare kalmamaktadır. Şu kadar ki, el dururken işi dilde bırakmak, hele kendi kendisini tecrit edici bir susma ve katlanma seciyesiyle yalnız kalpten protesto tesellisine sığınmak, İslâm ruhuna asla uymaz! Ancak kati zor altında kalındığı zaman işleyecek olan ikinci ve üçüncü (fakülte)ler, iyice bellemek ve kavramak lâzımdır ki, kıymetçe, mareşal rütbesinde olan ele nispetle çavuş ve er bile değildir. Üstelik mâzur vaziyetlerde dahi makbul sayılamazlar, Hele kati zor ve eli işlemekten alıkoyucu sebep bulunmaksızın, lâftan ve yürekteki gizli duygudan ibaret kalmak, Müslümanı küfrün eşiğine kadar sürükleyen bir iman ve ahlâk zaafına kadar varabilir.
İnsan Yetiştirilen Bir Şey midir?
İsmet Özel
Son derece çirkin, görünüşü korkunç bir adamın gece yarısı bir oğlu doğmuş. Bu adam büyük bir sıkıntı, endişe ve tedirginlik içinde fenerini yakmış ve aceleyle oğlunun yüzüne bakmak istemiş. Acaba oğlu kime benziyor? Kendine mi bir başkasına mı?
Adamın açmazı onun çok çirkin oluşunda odaklanıyor. Eğer güzel bir oğlu olsun istiyorsa kendine benzememesi gerek, kendine benzeyen bir oğul bekliyorsa onun çirkin olacağından kuşkusu yok. Her baba kendinin devamını oğlunda görür, görmek isteğindedir. Bu duygunun mantıkî bir açıklaması yok, neslin idamesi dediğimiz insiyaki temayülün sırlarından biri bu. Ama insanda kendi eksiklerinden kaçmak, kendi çirkin ve kötü yanlarını gidermek duygusu da yaşıyor. Bu iki zıt akım her neslin doğuşunda yeniden ve yeniden mesele olmak durumunda.
İslam Gençliği Çelikleşmiş Bir Gençliktir
Sezai Karakoç
İslâm gençliği bu mudur, daha doğrusu böyle mi olmalıydı? İslâm gençliği, dindar, yurtsever, hakikatçi, doğruya susamış, yürekli, aşklı bir gençliktir. Günlük politikanın dışında kalır, evrensel değerler peşine koşar. İslâm gençliği, İslâm’ın ışıklarını dünyaya salan örnek ve ideâl gençliktir. İslâm gençliği, inanmış, ta yürekten inanmış, yüksek ahlâklı üstün karakterli, bilgili ve şuurlu, ateşten geçmiş ve çelikleşmiş bir gençliktir. İslâm gençliği, kişileri putlaştırmaz. İslâm gençliği inşa ruhunu taşır. Verimli ve yapıcıdır. İslâm gençliği yerinde susar ve yerinde konuşur. O, Allah aşkıyla yanmış, Peygamber sevgisiyle tutuşmuş, öteye inanmış, tarihin gidişini değiştirecek ve insanlığın geleceğinin kefili tek gençliktir. İşte bu gerçek İslâm gençliğini yetiştirmedikçe, bugünkü İslâm gençliğini Müslüman yapmadıkça, kurtuluştan söz açmak boşunadır, papazlara ve kızıl mikilere zaman avansı vermekten başka bir şey değildir.
Dünya ile İçine Girmeden Hesaplaşılmaz
Sabri Fehmi Ülgener
Dünya ile hesaplaşma önce dünyanın dışına çıkmakla değil, içinde olmayı bir vakıa olarak kabul etmekle başlatılabilir. “Dünya ve âhiret selâmeti!” Kütleye seslenişte uzun zaman aynı sırayı tutmuş iki vaad ve mükâfat! Dengenin tarih boyu aynı çizgiyi sürdürebileceği elbette düşünülemezdi. Dışa açık tavır bir süre sonra türlü etkenlerin itişi ile içe dönük bir kapanışla gerilerde bırakıldıktan sonra dünya ile daha ciddî bir hesaplaşmanın zamanı gelmiş olacaktır. Yollar birinden öbürüne şüphesiz farklıdır: Dünyayı maddî varlığı ile toptan inkâra yönelen ya da madde tarafına göz yumup ancak insanı Tanrı’dan uzaklaştırıcı alâka ve kayıtlarını reddetmeyi hedef alan iki anlayış karşısındayız. Dünyayı kelime yapısı ile “denî”den (aşağılıktan) türemiş sayanlar için çıkar yol, maddenin dışına ve ötesinedir! Karşı görüş sakatlığı maddede değil, ilgide görür İslâm’da Kur’ân’la beraber tasavvuf büyüklerine kadar izlerine rastlayacağımız bir anlayış: “Dünya Allah’tan gâfil olmadan başka ne ki? Kumaş, altın ve gümüş, oğul ve kadın. Hiçbiri dünya demek değil!
GENÇ'ın Yazısı.