GENÇ Dergisi olarak bu ay farklı bir heyecan içerisindeyiz. Sizlerle birlikte tam 9 yılı sonlandırıp, 10. yılımıza girmiş bulunuyoruz. Bu anlamda yeni dönemde; abonelerimizi ve GENÇ okuyucularını harika bir kitap bekliyor; “Medeniyet Öncülerimizden 365 Fikir.” Biz de bu kitabı, kitabın müellifi ve GENÇ Dergisi yazarı Ali Can ile konuştuk…

“Medeniyet Öncülerimizden 365 Fikir” nasıl bir kitap` GENÇ okuyucularını muhteva ve üslup olarak neler bekliyor?

365 temalı kitap serisi, GENÇ Dergisi’nin son birkaç yıldır verdiği hediye kitapların ana temasını oluşturuyor. Aslına bakarsanız adı rakamlarla sınırlandırılmış, rakamların çerçeve çizdiği kitaplar zor kitaplardır. Söz konusu kitap, belirtilen rakamın dışına çıkamadığı için dar muhtevalıdır; öte yandan verilen rakama ulaşmak adına da geniştir. Bu tarz kitaplarda içeriği oluşturmak için çok iyi planlama yapmak gerekir; “efradını cami, ağyarını mani” (yani, o şeyin özelliklerini taşıyan bütün birimleri içine alan, taşımayanları da dışarıda tutan) bir içerik ve plan oluşturmak elzemdir. Kitap, 21 İslam mütefekkirinin kısa biyografileri ile bunlara ait bazı fikirleri ihtiva ediyor. Adından da anlaşılacağı üzere bu fikirlerin toplamı 365. İbn Haldûn, Muhammed İkbal ve Aliya İzzetbegoviç’i hariç tutarsak diğer 18 mütefekkir bu topraklarda neşv ü nema bulmuş şahsiyetler. Son 150 yıllık yakın tarihimizde ne olup bittiğini anlamak, bu toprağın derdiyle dertlenmek ve varolan çözüm yollarını tekrar tekrar gözden geçirmek için onlara ve fikirlerine dönüp dönüp göz atmak gerekiyor.

Bu çalışmayı, Rabbimizin lütfettiği okuma, yazma ve sabır nimetleri ile tamamladık. Kitap, benim muhtelif yazı çalışmalarımı saymazsak ilk defa hemhal olduğum bir kitap çalışması. Sabrın da burada ne kadar önemli bir amil olduğunu keşfetmiş oldum. Bu, benim uzun zamandır hayata geçirmeyi planladığım bir hayalimdi. Özellikle gençlerin tanımalarını istediğim, fikirleri ile bir kimlik ve karakter inşa edilesi şahsiyetlerin önemli bir kısmını buraya aldık. Bu mütevazı çalışma, eserleri yüzlerce, binlerce sayfa tutan bu şahsiyetleri adeta yeniden hatırlatma vazifesi görüyor; yoksa buraya alınmış bazı fikirleri ile söz konusu şahsiyetleri bütün yönleriyle tanımak ve tanıtmak takdir edersiniz ki mümkün değildir. Ancak okuma ameliyesi bugün daha da önem kazanmıştır. Zihinleri kuşatılmış, sindirilmiş, haz merkezli oyalamalarla kandırılan yeni neslin yeniden kitaplara çekilmesi büyük önem taşıyor. Kitapta da yer bulan Cemil Meriç, “Yığın düşünmez, maruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince aslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları ölçülü, düzenli, devamlıdır.” derken, Nurettin Topçu, “İradesizliğimizden dolayı karar alamıyoruz, ancak alınmış kararlara tabi oluyoruz” derken aslında tefekküre, okumaya, incelemeye bizi davet ediyorlardı.

Kitap, bizlere öncü isimlerin fikirlerini sunuyor… Bu anlamda sizde de vuku bulan fikirlerle alakalı olarak, hazırlık sürecindeki duygularınızı paylaşır mısınız?

Ben üniversiteli gençlere onlarla ilk tanışmamda hep iyi bir kütüphane kurmalarını tavsiye ediyorum. Yalnız bu kütüphane e-kütüphane olmayacak! Kâğıttan yapılmış kitaplardan oluşacak; hangi rafta ne var bilinecek, çoğu başvuru kitabı olacak, sayıları bilinecek, içlerinden biri eksilince haberdar olunacak, ödünç verilen kitap verilen kimsede unutulmayacak. Yazma eylemi bende önce okuma eylemini hatırlatıyor. İnsan bilmediği bir şeyi yazamaz, aktaramaz. Sözlü kültüre ait şeylerin yazılamaması da bundandır bana göre, çünkü onlar hiç okunmamıştır. Okumak insanda aynı zamanda delil de oluşturur; en nihayetinde söylediklerinizi, fikirlerinizi bir yere, birine izafe etmek durumundasınız.

Müslüman’ın ilmi, âlem şümuldür. Efendimizin beyanıyla “İlim ve hikmet Müslüman’ın yitiğidir, onu nerede bulursa almaya en layık olan da odur.” İlim de âlemdeki bütün sünnetullahı, adetullahı kapsar. Pozitivist bir anlayışla oluşturulan ilim tasniflerini ben kabul etmiyorum. Din bilimleri, pozitif bilimler gibi. Kâinatta bilinmesi gereken ne varsa Allah yaratmıştır, varlığın ve eşyanın bilgisini içine koyan O’dur. Bütün bunları, ilim adına ne varsa almaya meraklı olmak gerektiği için söylüyorum. Ancak bizim bir de ilk önce gelen kulluk ödevimiz var. Bunun için Kur’ân-ı Kerim’i, Efendimizin sünnetinin bilgisi olan Hadis-i Şerifleri her daim başucu kitapları yapmamız gerekiyor. Bu konularla alakalı kitabın “Giriş” bölümünün okunmasını istirham ediyorum. Bu kitabı hazırlama sürecinde edindiğim en büyük tecrübe; ne okursak okuyalım bir şekilde önemli gördüğümüz, “bunu başkaları ile mutlaka paylaşmalıyım” dediğimiz satırları, bölümleri mutlaka kayıt altına almaktır. Az önce de söyledim, kendimize ait bir kütüphaneyi bu yüzden önemsiyorum. Satın aldığın kitap senindir, okurken altını çizdiğin, notlar aldığın kitap ancak senindir. Bunca büyük kütüphane ne güne duruyor dediğinizi duyar gibi oluyorum; o kütüphanelerin müdavimi iseniz ne mutlu size!

Hangi isimler var kitapta? Ayrıca sizi özellikle etkileyen bir isim oldu mu?

Başta da beyan ettim, toplam 21 isim var. Kitap İbn Haldûn ile başlıyor. Sırasıyla Ahmet Cevdet Paşa, Said Halim Paşa, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, Babanzade Ahmed Naim, Mehmed Akif Ersoy, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Ahmed Hamdi Akseki, Hilmi Ziya Ülken, Mümtaz Turhan, Sabri Fehmi Ülgener, Osman Turan, Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Erol Güngör, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, İsmet Özel, Aliya İzzetbegoviç ve Muhammed İkbal bazı fikirleriyle kitapta yer alıyor. Beni etkileyen isimden önce etkilendiğim en önemli meseleyi burada sizinle paylaşmak isterim. Bizim çok ciddi bir dil problemimizin olduğunu bir kez daha anladım. Neredeyse her yirmi yılda bir dil değişiyor. 1980’li yıllara kadar “sosyal” kelimesi neredeyse kitaplarda hiç kullanılmazken bu kelime yerine o zamanlar serdedilen “içtimaî” kelimesini bugün üniversitelilerin bile büyük kısmı bilmez. Bugün üniversitelerde ilahiyat, tarih ve diğer sosyal bilmlerde tahsili gören gençlerin Ahmed Cevdet Paşa’yı, Mecelle’yi, Elmalılı Hamdi Yazır’ın makalelerini, Ahmed Hilmi’yi Ahmed Naim’i Mehmed Akif’i orijinal yazdıkları metinlerle anlamaları imkân dâhilinde değildir. Eminim 20 yıl sonra da bu dil yozlaşması yüzünden Necip Fazıl’ın ve Sezai Karakoç’un kitapları da tozlu raflarda yerini alacaktır. Beni etkileyen en önemli isim ya da isimlere gelirsek, hepsi birbirinden değerli, hepsinin yeri ayrı olan bu mütefekkirlerden hiç değilse Necip Fazıl Kısakürek’in, Sezai Karakoç’un ve bugünlerde yapıp ettikleriyle ve söylemleriyle kıyasıya eleştirilse de İsmet Özel’in ciddi şekilde okunması gerektiğini düşünüyorum.

Kitaptaki şahsiyetleri hangi ölçülere göre belirlediniz? Görüştüğünüz kişi veya kurumlar oldu mu?

Bu belki de benim bir eksikliğim oldu, ama isimleri tamamen kendim belirledim. Kütüphanemde bulunan eserler sayesinde, ilahiyat lisans eğitimim ve din sosyolojisi yüksek lisans eğitimim süresince tanıdım birçoğunu. Kitabın giriş bölümünde isimlerini zikrettiğim ve titizlikle okuduğum, İsmail Kara’nın 3 ciltlik “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi” ve Hilmi Ziya Ülken’in “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” böyle bir çalışma yapma hususunda bana fikir verdi ve rehber oldu.

Oldukça hacimli bir kitap; bu yönüyle de alanında nadir eserlerden biri olacağa benziyor. Çünkü sadece biyografilere ve lokal özelliklere yer verilmemiş… Müellifi olarak siz nasıl yorumluyorsunuz?

Özellikle kitapta yer alan isimlerin yeniden hatırlanması ve bu çalışmanın böyle bir hatırlatmayı ödev görmesini önemsiyorum. Piyasada yüzlerce yazar var. Kitapçıların “en çok satanlar” raflarına her hafta neredeyse onlarca yeni kitap geliyor ve kayboluyor. Bizim tarihimizde de çok nadir yazarlar var ki bugün eserleri hâlâ biliniyor ve okunuyor. İşte burada isimleri kayıtlı yazarlar -daha onlarcası bulunanlar arasından seçilmiştir- mümkünse bütün eserleriyle okunması ve etraflıca tanınması gereken yazarlardır. Zikredilen isimlerden Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Rasim Özdenören de hâlâ hayatta olan insanlardır. Bir vesile ile onlarla da tanışıp sohbet etme fırsatı şu an için imkân dâhilindedir. Burada şunu ifade etmeden de geçemeyeceğim. Bizler, kendimize yakın gördüğümüz her yazarın her fikrini onaylamak ve kabul etmek zorunda değiliz. Hayatın bilgi değeri, o hayatı yaşayan için yol, başkaları için tecrübe demektir. Bizler her fikre bir tecrübe nazarıyla bakmaya alışmalıyız. Bazen fikirler öylece orada durup dururlar da biz onlara göre kendi yönümüzü tayin ederiz. Ya da “böyle de bir fikir varmış” deriz sadece.

Eminiz ki, okurlarımız bu kitabı çok sevecek, onlara “bu yüzden okumalısınız” diyeceğiniz şeyler vardır muhakkak. Paylaşır mısınız?

Medeniyet Öncülerimizden 365 Fikir’i gençler okusun diye hazırladık. Buradaki en büyük kaygım da demin ifade ettiğim gibi dil meselesi. Ancak bundan kaçış yok. Bu mütefekkirler bizimse, bu toprağın sesi olmuşlarsa bir yolunu bulup onları anlamamız gerekiyor. Gerekirse elimize sözlük alacağız ki buna gerek olduğunu sanmıyorum, mutlaka anlayacağız. Yoksa üzerine oturmak için çok bir çaba sarf etmediğimiz, kan, ter dökmediğimiz -en azından bizim nesil için söylüyorum- medeniyetimiz, geleneğimiz, ona payanda olmak için gayret sarf edenlerin ne dediklerini, dertlerini anlamadan altımızdan kayıp gidecek. Anlamaya çalışacağız, kendimizi zorlayacağız. Unutmayalım ki çağımızda hakiki fikir çığırları kurulamamasının bir nedeni de bu her şeyi sadeleştirme, basitleştirme anlayışıdır.


Salih Yüzgenç'ın Yazısı.