S. Bilgehan Eren

Sadettin Ökten Hoca’nın deyimiyle; ‘‘Modern çağdaki en büyük sıkıntımız müstağni kalabilmek.’’ Hâsılı, gözü dönmüş, imanı sönmüş, cebi dolmuş ama gönlü boş kalmış; vefayı, sadakati, diğerkamlığı unutmuş fertlere dönüştük.

Geçen sayıdan, bıraktığımız yerden devam edelim... Ve öncelikle, Eylül yazımızda yer verdiğimiz, Okyanusya’nın meşhur iki sloganını hatırlayalım.

İlki şuydu;

“Savaş Barıştır

Özgürlük Köleliktir

Cahillik Güçtür”

İkincisi ise;

“Büyük Birader’in Gözü Üstünde”

Evet, George Orwell’in anlattıkları gerçek oldu. Lâkin ince bir farkla: Büyük Birader’in gözünün üzerimizde olmasına gerek kalmadı, biz artık Büyük Birader’in gözü ile görüyoruz. Büyük Birader’in şuurlu bir biçimde, türlü vasıtalarla şuursuzluk pompalaması zaten hepimizi Küçük Birader’ler hâline getirdi. Onların adamı olmadık, dikkat buyurun, bizzat onlar olduk!.. Ehramlara zorla taş taşıyan kölelerin belki yırtma şansı vardır, ama bizler “düzen”in nimetlerini, -güya müspet taraflarından faydalanacağız diye- “düzen”in adamı değil, “düzen”in kendisi, yürütücüsü, bizzat Firavunu olduk. Zira Şeytan’la zifafa girenin, “nefsi emmare”nin dünya görüşüyle pazarlığa oturanın, kalbinden imanına, ahlâkından vicdanına kadar hiçbir şeyinin bakir kalması mümkün değildir. Misal, bir kesimin para kazanma serüveni, para tarafından kazanılmalarıyla sonuçlandı. Onlar paraya değil, para onlara hâkim oldu. Kariyeri, koltuğu, makamı, ulvî bir gaye için başlangıçta araç görenler, dünyevî oyuncaklarla nefslerini yellemeye başlayınca, istifade ile başlayan süreç, aslî amacın fedasıyla sonuçlandı. Sadettin Ökten Hoca’nın deyimiyle; ‘‘Modern çağdaki en büyük sıkıntımız müstağni kalabilmek.’’ [1] Hâsılı, gözü dönmüş, imanı sönmüş, cebi dolmuş ama gönlü boş kalmış; vefayı, sadakati, diğerkamlığı unutmuş fertlere dönüştük.

Peki neden bu hâle geldik? Elbette bunun onlarca sebebi var ama biz burada en önemlisini başa alarak söyleyelim; maveraî fikir kumaşımızın, yama tutmayacak bir şekilde delik deşik olması... Yeni Dünya Düzeni’nin karşısına, kendi nizamımızla, sistemle çıkamayışımızdır. Bu sistemin asgari fikir seviyesinin toplumda maya tutmamasıdır. Daha da acısı, böyle bir zorunluluk olduğunun farkında bile olunmayışıdır.

Büyük Doğu Mimarı yıllar öncesinde şöyle sesleniyordu:

"Fikirsiziz efendiler, fikirsiz! Ne yola, ne madene, ne buğdaya, ne silaha muhtacız! İhtiyacımız sade fikre. Ondan da mahrumuz! Fikir olunca hepsi olur, o olmayınca da hiçbiri olmaz; bunu bile anlayamıyoruz!

Bugüne kadar başımıza gelen her felâket, şahidi olduğumuz her kepazelik, sadece fikirsizliğimizden ileri gelmiştir. Bu yüzden büyüklüğümüz bize küçüklük, hiyanetler kahramanlık, suikastler kurtarıcılık gibi gösterilmiştir. Bizse bunları yutup hazmetmiş bulunuyoruz.

Efendiler! Dünya çapında tecrit ve teşhis cehdi, bize, delinin pösteki sayması gibi mânâsız ve faydasız bir iş görünüyor!" [2]

Heidegger ise mealen şöyle diyordu: “Dile getirmediğimiz şeyler var olmazlar! Bir şeyi düşünmek ona onurunu vermektir!..”

İşte tam da Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te tasvir ettiği gibi (düşünceyi kısırlaştırmak için kavramların nasıl yok edildiğini ve düşünce polisini hatırlayalım); fikirsizliğimizden dolayı, haysiyetsiz ve şahsiyetsiz bir hâldeyiz.

Hâlbuki yıllar sonra ilk konferansını, 2014 yılında Haliç Kongre Merkezi’nde veren Mütefekkir Mirzabeyoğlu şöyle haykırıyordu: “Yeni Düzeni kurulacaksa, biz de diyoruz ki buradan başlasın!”

Bu kuru kuruya bir efelik değil, küfrün dünya düzenine karşı, Üstad’ı Necib Fazıl’dan aldığı İslâm’a muhatap anlayışın nizamını bayraklaştıran ve “mutlak fikir”in gerekliliğinin kök hücrelerine kadar nüfuz edici -arslan payına sunulmuş- altmış eser sahibi bir Mütefekkir’in modern çağın putlarına ve Yeni Dünya Düzeni Elitlerine meydan okumaya davetti. Aynı Mütefekkir bir eserinde gençleri şöyle ikaz ediyordu:

"Nasıl ki doyurulmayan açlık bir müddet sonra açlık hissinin iptaline ve neticede ölüme yol açıyorsa, okuma ve fikretme davası için de aynı şeyler sözkonusu... Açlık bir yana, hiç olmazsa böyle olabilmenin özencinde olsa gençler..." [3]

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ten devam edersek, romanının başkahramanı Winston, eserin birinci bölümünde tuttuğu günlüğe; ‘‘Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.’’ [4] notunu düşmüştü. Oysa, hikâyenin sonunda Winston, Büyük Birader’in sadık kölesi ve “parti”nin sarsılmaz bir hizmetkârı olmuştu.

Winston’ın direnişinin kırılmasının aslî sebeplerinden biri şüphesiz ki, “öncü fikir”den yoksun olmasıydı. Cemil Meriç’in Kayserling’den aktardığı ‘‘Logos Spermaticos’’ [5] (gebe bırakan söz) dediği, “dölleyici fikir”i olmadığı için Winston, sadece özgürlük adına özgürlük mücadelesi vermek gibi kısır bir döngüde kalmış, eşya ve hadiseleri doğru muhakeme ve tasarrufu altına alma gibi, hakiki bir inkılâpçı olma payesine erememiştir.

Yeri gelmişken vurgulamakta fayda var; fikir olmayınca gönül de olamıyor ve gönül pörsüyünce fikir de güdükleşiyor. Kalplerin hantallaşması ile ilgisi olan bu hususta Osman Nuri Hocaefendi bir makalesinde şu satırlara yer verir:

‘‘Bazı kimseler Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne gelerek:

“–Yâ Şeyh! Gönlümüz gaflet uykusundadır; öyle ki, artık hiçbir sözün tesiri olmuyor. Ne olur, bizi uyandırmak için siz bir nasihatte bulunsanız…” dediler.

Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurdu ki:

“–Keşke sizin gönlünüz uyuyor olsaydı… Çünkü uyuyan kişi tez uyanır. Fakat sizin gönlünüzün ölmüş olmasından korkarım! Zira ne zamandır uyandırmak isterim de hiç yerinden kımıldamaz!”

Bu ifâdeler karşısında dehşete kapılan o şahıslar:

“–Yâ Şeyh! Bu hükmünüzle bizi korkutuyorsunuz.” dediler.

Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurdu ki:

“–Eğer bugün korkarsanız, yarın kıyâmet günü emîn olursunuz. Vay o kişinin hâline ki, bugün burada korkulması îcâb eden (emir ve yasaklar)dan korkmaz!..” [6]

Diğer bir ifadeyle şunu söylememiz de mümkündür. Bu ikazı, kalben fikretme yeri burasıdır, toprağın altı değil.

Bugün fikri (insanı!) hadım etmek için, her türlü vasıta ve kurum meydandadır. “Tavistock”tan “Stanford Araştırma Enstitüsü”ne, “müzik”ten envai çeşit uyuşturucuya, ezoterik öğretilerden nörolojik çalışmalara, “eğitim müfredatı”ndan “mimarî plan”a kadar her şey, teknoloji de dahil, insanoğlunu düşündürtmeme üzerine kurgulanmıştır.

Her anlamda, “olmak mı, ölmek mi?” sualine muhatap olan Anadolu ise iman ediyoruz ki büyük bir aksiyona gebedir!

Zira, inanıyoruz ki; ‘‘Motor gürültüleri, savaşlar, esrar ve eroin dalgaları, sapıklık ve fuhuş, iyi ve kötü değer yargılarının ismiyle bile unutulmaya başlandığı bir zamanda, fikrin “beş para etmez” bir değer hükmüne indirildiği dünya çapı mekânda, yeni bir FİKİR ÇAĞI doğuyor!..

İmkânlar âlemine bakıldığı zaman, doğum değil de ölüm haberini veren bir hâl içinde yeni bir fikir çağının doğuyor olması iddiası, kutupta güneşin 24 saatte bir görüneceğini söylemek kadar imkân dışıdır; bu kaskatı bir vakıa... (...)

İşaretlenen ümitsizlik içindeki ümit, bu, işin çilesini çekenlerin biricik mânevî gıdası ve şevki, su kabağı cinsinden bön, çilesiz, tekerlemeci ve hissiz kereste yığınlarını, büyük ümit içinde en büyük ümitsizlik sebebi diye gösterse yeridir. Ama bunlara, fikir ve fikircilik haysiyetini işlerin en ucuzu hâline getiren içten çökerticilere rağmen de FİKİR ÇAĞI doğacak!..

MADEM Kİ BEN VARIM, ÖYLEYSE BU DAVA VAR dercesine yakın bir temas içinde duyuyoruz ki, FİKİR ÇAĞI doğacak!..

Çocuk için doğduğu ândan itibaren ana sütü kadar mânevî havaya da muhtaç olduğu idrak edilecek ve FİKİR ÇAĞI doğacak!..’’ [7]

Son Söz:

Birileri görmese de, göstermese de,

Birileri gömmeye çalışsa da,

Birileri bu hâle hiç ses çıkarmasa da,

Hazret-i Allah her şeyi bilmektedir.

Hain gizlese de,

Kâfir saldırsa da,

Münafık çarpıtsa da,

Bîinsaf kalabalık umuruna getirmese de,

Her hesabın üzerinde, hesabı bulunan,

Hesap gününün sahibi

Hazret-i Allah’a yemin olsun ki;

BU MİLLET ÖLMEYECEKSE,

BU FİKİR ÇAĞI DOĞACAKTIR!


Dipnotlar:

[1] Sadettin Ökten, ÖRSELENMİŞ OSMANLI’DAN MEDENİYET UMUDUNA, Hayy Kitap, İstanbul 2013, s. 116.

[2] Necib Fazıl, İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ, 9. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1997, s. 490.

[3] Salih Mirzabeyoğlu, DAMLAYA DAMLAYA, 2. Basım, İbda Yayınları, İstanbul 1997, s. 52.

[4] George Orwell, BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT, Trc. Celâl Üster, 34. Basım, Can Yayınları, İstanbul 2012, s. 95.

[5] Cemil Meriç, BU ÜLKE, 27. Basım, İletişim Yayınları, İstanbul 2006, s. 263.

[6] Osman Nûri Topbaş, HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLÂKINDAN-25, Altınoluk Dergisi, Sayı 285, Kasım 2009.

[7] Salih Mirzabeyoğlu, İBDA DİYALEKTİĞİ, 4. Basım, İbda Yayınları, İstanbul 2004, s. 225-226.


GENÇ'ın Yazısı.