Geldim. Yoktun. Kumlara “Son Kuşlar” kitabını koydum. Oturdum.

Sonbaharda iç ve dış turizm şirketleri doğanın gerdanından ellerini çekip gelecek sene tırtıklayacakları güzelliklerin peşine düşmek için izne çekildiğinde ve insanlar tatil sandıkları hastalığı, evlerine varıp sağaltmaya çabaladıklarında, sezon bittiğinde, kırık şezlong öbekleri sahilde yükselmeye başladığında, yüksek sesli müziklerin, motor seslerinin, fütursuzca kahkaha atanların, denize pat küt atlayanların, nemden daralan nefeslerin, gürültüsü; tuzdan kaşınan son köpeğin hırıltısına eklenip bitince… Deniz insanı aşıp kuma kavuşunca, yalnızlık yalnızlığa ulaşınca, kabaran dalgaların önünde kendinden başkasıyla karşılaşmadığın o anda… O anda…

Çitler kırılmış, can kurtaran kulesi terk edilmiş, fileler yırtılmış, kırık şemsiyeler yırtık brandalar eski bir afiş gibi tozlanmış; insan elini çekmişse sahilden… Bir genç kızın demir iskeleye sıkıştırdığı rüzgar gülü avare dönüyorken, bakımına gerek kalmayan palmiyeler rüzgarla uzlaşıyorken… Yiyip içmeler, esneyip tıksırmalar şehrin koyu gölgelerine taşınmışken, banklara kazınmış isimler alfabede yerlerini aramaya koyulmuşken… İşte o anda… O anda…

Aramıza girenler bir bir çıktığında, sahil boşalıp sararmış yapraklar denize doğru uçtuğunda, onarılmamış gezi tekneleri kıyıyı kaplayan yosunlar bir harabenin son rötuşlarını yaptığında, her şey kendi sonbaharına kavuştuğunda… İşte o anda…

Terkedilmiş bir sahilde terkedilmiş biri gibi gözlerimi ufka doğru kilitlediğimde, gözlerim bir gemiyi aradığında, gözlerim mavi sularda yitirilmiş, örselenmiş o gemiyi aradığında, kurşunlanmış, acıtılmış, kanatılmış o gemiyi aradığında… O anda…

Bir dalga iner bir dalga çıkar, bir bulut susar, bir bulut ağlar. Müşterisi kalmamış işletmelerin esmer garsonları turistlerden daha yabancı bulurlar beni. Yanlış ve eksik bulurlar. Bu harabeye bu yanlışlık yakışır. Çay soğur, yakışır. Kapıların ardında, denizin bu tarafında, savaşın kıyısında, ucundan kıyısından zulme karışmamak için burada, bu insan durur. Sahilde kalan son cam kırığı yaşadığım coğrafyanın ta kendisi olur!

Geldim kumlara oturdum. Yoktun. Hava soğuktu. Uçmasın diye başörtümü iki elimle tuttum. Hayır, başımı iki elimin arasına almak için sebep uydurdum. Kim bilir ne zaman buluşacağız seninle. Ne zaman aynı gemiyi bekleyeceğiz. Ne zaman deniz denilince aynı şeyleri düşüneceğiz. Umudumu kaybedersem ben de bu harabenin bir parçası olurum. Yanlış olurum, gereksiz. Denize ulaşan her kıyıdan birlikte bakalım. Denizi aşalım. Şam’a, Bağdat’a, Lübnan’a, Filistin’e aynı kıyıdan uzanalım. Terazi nasıl ikiye ayrılıyorsa, deniz de ayrılıyor ikiye. Bizi ayırmak için değil, bizi birbirimizden uzaklaştırmak için değil, iki farklı yakada kalalım diye değil. Musa gibi yürüyelim diye. Derinden. Korkmadan. Birlikte.

Geldin kıyıya vurdun. Yoktum. Denize baktın, Musa’yı andın, kumlara koymak için belki bir kitap aradın. Yoktu. Denize doğru kuşlar havalandı. Birbirinden habersiz kuşlar… Son kuşlar.


Ayşegül Genç'ın Yazısı.