“Allah Vardır” diyelim, sesli de söyleyelim sessiz de, yalnızken de söyleyelim kalabalıklar içinde iken de, zor zamanda da söyleyelim kolay zamanda da…

Gabriel Garcia Marquez, meşhur Yüzyıllık Yalnızlık isimli romanında bir köyden bahseder: Macondo köyünden. Bu köyde yaşayanlar uykusuzluk hastalığına yakalanırlar. Köyde kimse ne gece ne gündüz uyuyabiliyordur. İlk başlarda durumdan keyif alırlar çünkü uyumadıkları için daha çok çalışabiliyor, daha çok konuşabiliyor, daha çok eğlenebiliyorlardır. Ancak farkederler ki uykusuzluk unutkanlık yapmaya başlamıştır. Herkes gün be gün bir şeyleri unutuyordur. Her şeyi unutmaya doğru giden bir sürecin başında olduklarını anladıklarında önlem almaya karar verirler. Her nesnenin üzerine bir kağıt yapıştırıp nesnenin ismini ve ne işe yaradığını yazarlar. Halen hatırlıyorken yazarlar ki unuttuklarında bu kağıtlar sayesinde hatırlasınlar. İneğin boynuna astıkları kağıtta mesela şunlar yazıyordur: “Buna inek derler. Süt versin diye her sabah sağılması gerekir, sütün de sütlü kahve yapmak üzere kahveyle karıştırılabilmesi için kaynatılması şarttır.” Bütün bunların yanında köyün meydanına da bir levha dikerler. Tek, sadece bir tane levha. Eşyaların ve hayvanların üzerindeki yazdıkları uzun yazılardan farklı olarak levhada sadece şu yazıyordur: “Tanrı Vardır.” Bütün bilgilerden bağımsız olarak akıllarında tutmak zorunda oldukları tek ve yegane hakikat olarak bu bilgiyi görürler. Her şeyi unutsalar da bunu unutmamaları gerektiğine inanırlar. Belki de her şeyi unutsalar da bunu unutmasalar yeter diye düşünürler.

Biz de hem toplum olarak hem insanlık olarak türlü hastalıklardan muzdarip olduğumuz bir dönemi yaşıyoruz. Hastalıklarımız arasında uykusuzluk da var uykuculuk da, unutmak da var hatırlamak da. Bizim de unuttuklarımızı hatırlatacak yazılara ihtiyacımız var. En çok da en öz hakikatin bilgisinin yazılı olduğu yazılara. O zaman yazalım hemen bir kenara: “Allah Vardır.”

Bunaldık diyelim kötülüklerden. Kötü haberlerden, kötü olaylardan, kötü insanlardan. Ümidimiz kaybolmaya yüz tuttu. Heyecanımız söneyazıyor. Hayallerimiz her geçen gün daha silik görünüyor. O zaman hatırlatalım hemen kendimize: “Allah Vardır.”

Acı var, çok acı var. Zulüm var, çok zulüm var. Tahayyülü zor dertler günlük görüntü oldu. Tahammülü imkansız sıkıntılar adi haberler oldu. Karamsarlık sardı içimizi. Yarınlara gitmeden bugün kapkaranlık göründü gözümüze. Yüreğimiz ağırlaşmaya, taşıması zorlaşmaya başladı. O zaman fısıldayalım hemen kalbimize: “Allah Vardır.”

Ne güçlü görünüyor haksızlar ve ne de zayıf duruyor haklılar. En hızlı yalan söyleyen kazanıyor sanki, en çabuk iftira atan yeniyor. Yaygın iletişim ağları lağım çukuru gibi sanki giren temiz kalamıyor. Önce kendimize bakıyoruz kirlendik mi diye yüzümüze, gözümüze, kulağımıza. Sonra birbirimize bakmak istiyoruz da çaresizlikten bakamadan başımızı öne eğiyoruz. Eğmeyelim. Anlatalım hemen birbirimize: “Allah Vardır.”

Gücümüzü kan kaybeder gibi hızlı kaybediyoruz sanki. Birliğimiz daha hızlı kayboluyor. Kalplerimiz ise birbirine uzaklaşmada hız birincisi. Dünkü dostlar düşman oluyor. Menfaat muhabbetin önüne geçiyor. Hatasızmışız gibi hataları affetmiyoruz. Kızıyor, yakıştıramıyoruz başkalarına kendimize mazeretlerle süsleyip yakıştırdıklarımızı. Vird edelim hemen dilimize: “Allah Vardır.”

“Allah Vardır” diyelim, sesli de söyleyelim sessiz de, yalnızken de söyleyelim kalabalıklar içinde iken de, zor zamanda da söyleyelim kolay zamanda da…

“Allah Vardır” diyelim de bir bununla yetinelim. Üzerine ne konuşalım ne konuşturalım. Teselli olarak da yetsin bize, müjde olarak da. Sevgi olarak da yetsin bize, korku olarak da. Ümit olarak da yetsin bize, inanç olarak da…

Böyle olursa nereye giderse gitsin dünya biz üzülmeyiz;

kırılmayız, incinmeyiz, yorulmayız,

bıkmayız, usanmayız,

katılaşmaz, kararmayız,

solmayız, sararmayız,

ama illa ki insanlık da kurtulsun istiyorsak haykıralım bütün dünyaya;

“Allah Vardır!”

Zalim de duysun mazlum da, güçlü de duysun zayıf da, haklı da duysun haksız da…

Ve sonra gece gündüz insanlık buna gerçekten iman edene kadar ışığımızı herkese bulaştıralım.


Mehmet Dinç'ın Yazısı.