Esad Mücahit Eskimez

Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı

Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.

En güzel mâbedi olsun diye en son dînin

Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,

Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;

Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,

Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.

Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,

Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..

Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.

Yahya Kemal’in bu şiirini, Süleymaniye Camisi’ni görmeden önce, lise yıllarımda okumuştum ilkin. Gözümün önünde o kadar canlı bir hal almıştı ki bu satırlar, yıllar sonra camiyi ilk ziyaretimde gördüklerim, o gün düşlediklerimle nerdeyse birebirdi. Süleymaniye`nin o muhteşem azameti ve bu azameti en güzel bir biçimde tamamlayan zarafeti, Yahya Kemal’in kelimeleriyle hayat bulmuştu. Ve Mimar Sinan’ın kalfalığını tamam hale getiren nasıl bu satırlarsa, Yahya Kemal’i şair yapan da bu taşlardı. Mimari bir eserin, en az kendisi kadar güzel bir edebi eseri meydana getirebileceğini ve bunun daha sonra ayrılmaz bir birliktelik olacağını da işte böylece öğrenmiş oldum.

İnsanlar, olaylar, mekanlar kısaca hayatın içinde kendine yer bulmuş herşeyin dile gelişi olan edebiyat, mimariyle de kendisi arasında sıkı bir bağ kurmuştu. Ahmet Hamdi Tanpınar Bursa’da Zaman derken de, Necip Fazıl Canım İstanbul derken de hep bu kadim mimarinin etkisi altında idiler. Kimi bir caminin haşmetiyle dile gelmişti, kimi en basit bir sokağın kaldırımlarında hayatın manasını kavramıştı. Mimarinin insan ruhunda bıraktığı derin izler, işte hep bu satırlarda gün yüzüne çıkmıştır.

Bugün artık ne zarif mimari eserler yapabiliyoruz, ne de onları tamamlar güzellikte şiirler yazabiliyoruz. İnce düşünmeyi ve güzel bakmayı unutuşumuz, bize ne güzellikler kaybettirmiş.450 yıllık Süleymaniye de 80 yıllık bir bayram sabahı kalmış elimizde. Sahi, kaybedilenleri kazanmak bu kadar uzun mu sürmeli?


GENÇ'ın Yazısı.