Bir sohbet halkası böylesine derinden onarabilir mi kalpleri? Hangi eğitim metoduyla, hangi seminerde verilmiş bilgilerle, hangi romanla, hangi kitapla, hangi yüce materyaller kullanılarak bu kıvama gelebilir bu eller?

Bir mahalle düşünün. İki kadın el ele tutuşmuşlar. Kapı kapı dileniyorlar. İki tesettürlü orta yaşlı kadın düşünün. Biri Suriyeli. Diğeri Konyalı. Kapı çalınıyor, aynı hızla açılıyor. Suriyeli hanım yarım yamalak Türkçesi ile diyor ki “borç var, 120 lira eksik”. Konyalı hanım inanıyor kadına. Muhammed diyor kadın çünkü. Sen ev sahibisin ben misafir diyor. Ağlıyor. Ev sahibi elinden tutuyor misafirinin. Sokaklarda el ele tutuşmuş iki kadın beliriyor Muhammed aşkına. Sohbet arkadaşlarının evlerini turluyor ev sahibi. Birlikte çalıyorlar kapıları. Komşular sohbet arkadaşlarını tanıdıkları için para fazlasıyla toplanıyor. Suriyeli kadın paranın fazlasını geri vermek istiyor. Almıyorlar… İğne oyası yaparak geçimini sağlayan kadınlar bunlar, kocası işçi olan, sanayiye bisiklet ile gidip gelen beylerin hanımları… Ayrılırken Suriyeli hanım ellerini öpmek istiyor. Diğer kadınlar sen misafirsin deyip kendilerinden büyük bu kadının elini öpüyorlar.

O elleri tanıyorum. O mahalleyi tanıyorum. Sohbet halkalarında yetişen bu hanımların, duydukları her manevi bilgiyi hayatlarına nasıl eklediklerini biliyorum. Bu kaçıncı, insan giydirip donattıkları biliyorum. Yine de şaşırıyor insan.

Bu kadınların elleri ne zaman bu kadar güzelleşti diye düşünüyorum. Bu annelerin elleri nasıl bu kadar yüceleşti. Bir sohbet halkası böylesine derinden onarabilir mi kalpleri? Hangi eğitim metoduyla, hangi seminerde verilmiş bilgilerle, hangi romanla, hangi kitapla, hangi yüce materyaller kullanılarak bu kıvama gelebilir bu eller?

Bu ellerde ne var böyle diyorum. Bir kovanın diğer ucundan tutup yükü nasıl da hafifletiyorlar. Üçüncü bir el aşkına, O’nun ellerine uzanıp tutmak aşkına kendileri müstağni oldukları halde bir diğer kardeşleri için nasıl da kapılar çalıp, istemeye alışkın olmayan dillerini yoruyorlar.

Bu ellerde ne var böyle diyorum. Muhammed aşkına açılan, O’nun aşkına dolan, O’nun aşkına tutulan bu eller nasıl da bağlıyor kopmuş tüm ipleri birbirine. İflah olmaz tanrıların çelik makaslarla kırptığı bağları derinden bir anlamla nasıl da onarıveriyor bu eller.

Anlam’ın bin parçaya bölünmüş ama yine de yok olmamış masumiyeti ile. Viran olmuş kelimelerden, twetlerden, iletilerden sıyrılıp, derinlerden bir yerlerden besleniyorlar.

Kendisinden isteyen eli, O’nun elidir diye geri çevirmeyen, kendisiyle konuşanı belki O’dur diye terslemeyen tepeden tırnağa, saniyeden yıla Hak ile beraber olan insanlar, feleğin çemberini, sohbetin halkasını, zamanın devri daimini kaç kere turladılar ömürleri boyunca kim bilir.

"Elin elimde olsun kapı kapı dilenek" diye bir söz geçiyor Dersim ağıtında… Sevdiğinin elini tutana yolda kalmak, aç kalmak, biçare olmak zor gelmez diyor. Hepimiz bu yüzden kendimize doğru uzanmış bir el arıyoruz. Beynimizi kaplayan fikirlerin bize doğru uzanan bir ele dönüşmesi için bu yüzden çaresizce yanıp tutuşuyoruz.


Ayşegül Genç'ın Yazısı.