Turgay Bakırtaş

“Batı’nın Malala’ya alkışları onun çocuk eğitimi için harcadığı emeğe ya da Pakistan’daki milyonlarca kız çocuğunun mücadelesine değil. Malala’nın öyküsü yarattığımız şöhretin etrafında içimizi ısıtıyor. Çünkü böylesi daha çok işimize geliyor. Böylece ferahlıyoruz ve kötü adamlarla iyi adamların mücadelesinde doğru tarafta olduğumuza ikna oluyoruz.”

Malala Yusufzay, 2012’de Taliban militanları tarafından başından vurulduğunda henüz 14 yaşında bir kız çocuğuydu. Pakistan’ın Swat Vadisi’nde yaşayan Malala, Taliban’ın kız çocukların eğitimini engelleme girişimlerine karşı okuma hakkı için mücadele ediyordu. Urduca servisine Taliban günlüğü yazması için Pakistanlı birini arayan BBC, henüz çok küçük bir kız olmasına rağmen Malala ile anlaşmış, onu bir anda dünya çapında şöhrete kavuşturmuştu. Gerek ülkesinde, gerekse batı dünyasında yıldızı giderek yükselen Malala’nın Taliban’ın hedefine oturması da uzun sürmemişti tabii.

Vurulduğunda yaşamasına çok ihtimal verilmiyordu genç kızın. Başından ve boynundan aldığı ağır yaraların iyileşmesi oldukça zor görünüyordu. Ancak Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait özel bir uçak Malala’yı İngiltere’ye götürmüş, seferber olan doktorlar yoğun bir çabayla kendisini hayatta tutmayı başarmışlardı.

Hikâyenin geri kalanı, dünyada kız çocuklarının eğitimi için mücadele eden tek kişi Malala’ymış, onun başına gelenlerde hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranan Batı’nın “vicdan endüstrisi”ni harekete geçirmesiyle ilgili. Birmingham’da yaşamaya başlayan, adına bir vakıf kurulan, hayat hikâyesi kitaplaştırılan Malala, İngiltere kraliçesinden ABD başkanına kadar dünyanın en önemli şahsiyetleri tarafından ağırlandı. Yetmedi, BM Genel Kurulu’nda çılgınca alkışlanan bir konuşma yaptı. O da yetmedi, kendisine Nobel Barış Ödülü verildi!

Washington Post’tan Max Fisher, Malala hadisesini şöyle özetledi: “Batı’nın Malala’ya alkışları onun çocuk eğitimi için harcadığı emeğe ya da Pakistan’daki milyonlarca kız çocuğunun mücadelesine değil. Malala’nın öyküsü yarattığımız şöhretin etrafında içimizi ısıtıyor. Çünkü böylesi daha çok işimize geliyor. Böylece ferahlıyoruz ve kötü adamlarla iyi adamların mücadelesinde doğru tarafta olduğumuza ikna oluyoruz.”

Umursanmayan Mazlum: Nebile

Ardı arkası kesilmeyen parlatma çabaları yüzünden Malala kendi ülkesinde “kuşkulu” hale geldi. Batı dünyasının hiç kimseyi durduk yere bu kadar cilalamayacağını düşünenler genç kız hakkında onlarca teori ürettiler, Malala’nın ajan olduğuna varana dek sayısız iddialar ortaya attılar. Bugün ne yazık ki Pakistan’da kendisini kahraman olarak görenler olduğu kadar hain sayanlar da var.

Fotoğrafın diğer yüzünü çevirdiğimizde Malala kadar şanslı olmayan bir isim çıkıyor karşımıza, Nebile Rahman. ABD’nin sivilleri “yanlışlıkla” öldürmesiyle meşhur insansız hava araçlarından biri, 2012’de Nebile’nin kardeşleri ve babaannesiyle birlikte çalıştığı tarlayı bombaladı. Babaanne oracıkta can verdi, diğerleri yaralandılar. Nebile, babasıyla birlikte bunun hesabını sormak için ABD’ye gitmeye karar verdi. Bitmek bilmeyen engeller ve vize problemlerini aşıp ABD kongresinde başından geçenleri anlatma fırsatı bulan Nebile’yi, 430 kongre temsilcisinden sadece 4’ü dinledi. Daha birkaç hafta evvel vatandaşı Malala’nın Beyaz Saray’da ağırlandığı ülkede, Nebile’nin yüzüne bakan kimse olmadı. Zira Nebile’nin “pazarlanabilir” bir özelliği yoktu. Ayrıca hikâyedeki kötü adam bu kez Taliban değildi, adını anmak sakıncalı olabilirdi.

Muhammed’e Kelepçe

ABD’de yaşayan 14 yaşındaki Ahmed Muhammed, bilim ödevi olarak yaptığı saati okula götürdüğünde terörist muamelesi göreceğini bilmiyordu. Öğretmeninin saati bombaya benzetip haber verdiği polis, küçük çocuğu kelepçeleyip gözaltına aldı. İsminde “Muhammed” olan “Müslüman” bir çocuğun patlayıcıdan başka bir şey yapabileceğine ihtimal vermeyen emniyet teşkilatı sebebiyle ülke bir anda karıştı.

Hikâyesinin basına yansımasıyla birlikte ABD Başkanı Obama’dan Facebook’un kurucusu Zuckenberg’e kadar sayısız ünlü isim Ahmed’e destek vermek için sıraya girdi; gelecekte yapacağı bilimsel çalışmalar için davetlerde bulunuldu, burslar verildi, hediyeler yağdı. Ahmed’in gönlünü almak için harekete geçen vicdan endüstrisi işini o kadar iyi yaptı ki kimse küçük bir çocuğa neden kelepçe takıldığını sormadı, bir insana sırf Müslüman diye terörist muamelesi yapılmasını kimse umursamadı.

Suriye’den Real Madrid’e

Zaid Muhsin, isim olarak birçoğunuza yabancı gelebilir. Ama “Macar gazeteci Petra Lazlo’nun çelme takarak yere düşürdüğü Suriyeli babanın oğlu” dersem hemen hepiniz kendisini hatırlarsınız.

Esed zulmünden kaçabilmek için Suriye’yi terk eden milyonlarca insan, kendilerine kucak açan Türkiye, Ürdün ve Lübnan’ın giderek zorlanmaya başlamasıyla birlikte rotayı Avrupa ülkelerine çevirdiler. Fakat (göstermelik bir-iki mülteci kampı kuranları saymazsak) neredeyse tüm Avrupa ülkeleri sınırlarını kapatınca ağır dramlar yaşandı. İnsan kaçakçılarından dolandırıcılara, açlıktan salgın hastalıklara kadar türlü belanın musallat olduğu mültecilerin birçoğu da umuda yelken açtıkları denizlerde hayatını kaybetti.

Usame Abdül Muhsin ve oğlu Zaid Muhsin’in, Macaristan sınırını koşarak geçmeye çalışırken olayları görüntüleyen kameraman Petra Lazlo’nun çelme takmasıyla yere kapaklanmalarının görüntüleri sosyal medyaya yansıyınca kıyamet koptu. Tüm ülkeler bir anda baba oğula kucak açtı. Okyanusta yüzlerce kişinin boğularak ölmesine herhangi bir tepki vermeyen onlarca kurum çelme takılan baba üzerinden imaj parlatma çalışmasına girişti. İş teklifleri yağmur olup yağdı, birçok ülke vatandaşlık teklifinde bulundu. Hatta Zaid, Christian Ronaldo ile birlikte bir Real Madrid maçında sahaya bile çıktı!

Almanya’da Bir Umut Hikâyesi

Reem Sahwil, doğuştan yürüme engelli Filistinli bir kız çocuğu. Babası kızını tedavi ettirebilmek için bütün imkânlarını kullanarak Almanya’ya gelmiş. Burada iki kez ameliyat olan Reem’in durumunda bir düzelme yaşanmamış ancak kurdukları yeni hayata güçlüce adapte olmuş. Babanın 2011’de yaptığı sığınma başvurusu ise sürekli bekletilmiş.

Bu yılın Temmuz ayında, Almanya’da yaşayan gençlerin Başbakan Merkel’le konuştuğu ve televizyonda canlı yayınlanan panelde Reem de bulunuyordu. O akşam söz sırası kendisine geldiğinde Reem gözyaşlarını tutamayıp Almanya’dan ayrılmak istemediğini, 4 yıldır bekledikleri kalıcı oturma iznini alamazlarsa Lübnan’daki mülteci kamplarından birinde yaşamak zorunda kalacaklarını söyledi. Buna cevaben Merkel genç kıza Almanya’nın da belli bir gücü olduğunu, isteyen herkese kucak açamayacaklarını, bazı göçmenlerin mecburen evlerine gönderileceğini söyledi.

Programın ardından benzer olaylarda olduğu gibi medya hareketlendi ve Merkel tüm dünyadan eleştirilerin hedefi oldu. Bunun üzerine geri adım atıldı ve Alman hükümeti Reem gibilerinin oturma izni almasını kolaylaştıracak yeni bir yasal düzenleme yapılmasına karar verdi.

Batı dünyası, sebep olduğu veya görmezden geldiği büyük sorunların “karizmasını çizeceğini” anladığında işletmek üzere dört dörtlük bir vicdan endüstrisi kurduğu için benzer hikâyelerle bundan sonra da sıkça karşılaşacağız. Kimi zaman bacağı kopmuş bir kediye binlerce dolar harcayıp protez takarak safarilerde zevk için hayvan öldürdüklerini unutturacak bu endüstri, kimi zaman da Ahmed Muhammed gibileri hediye ve ilgiye boğarak Müslümanları potansiyel terörist olarak gösterenin kendileri olduğunu gizleyecek. Tüm bu ışıltının, vitrinin, ambalajın, sahteliğin arkasında ise çocukların ölü bedenleri sahillere vurmaya devam edecek.


GENÇ'ın Yazısı.