Ölçüyü aşan sınırsız iltifatlar, çoğu zaman muhatabı şımartır ve arsız hâle getirir. Bir de henüz tam ustalaşmadan gösterilen aşırı ilgi ve itibarlar, kişinin gelişmesinin önünde engel bile olabilir.

Bütün varlıkların büyüyüp gelişmesinde, iyi niyetli ilginin (iltifatın) küçümsenemeyecek etkisi vardır. Bitkilerden hayvanlara ve hatta cansız varlıklara kadar bu hakikati görmek mümkündür. Bu durum, insan söz konusu olunca daha da büyük önem kazanır. Bu iltifatın içinde, muhabbet, saygı, takdir, maddi ve manevi destek, hayır dua vb. ilgi çeşitleri vardır. İlgide cimrilik göstermek, esasen haset ve gönül darlığı gibi iç hastalıkların dışavurumudur.

Tarih boyunca iyi yetişmiş insanların hayatları incelenecek olursa bir şekilde iltifat enerjisi ile beslendiklerini müşahede ederiz. Bu iltifat, bazen aileden, bazen çevreden, kimi zaman üst amir ve önderlerden ve zaman zaman da manevî işaret ve beşaretler yoluyla olmuştur. Bu sayede hem heyecanlar sürekli kılınmış ve hem de sabır ve sebatın devamlılığı gerçekleştirilmiştir. Başarıların oluşmasında iradelerin çözülmemesi ve aksine sürekli pekiştirilmesi bir zarurettir.

17. yüzyılda yetişen Hattat Hâfız Osman, hat sanatında yeni bir çığır açan öncü bir sanatkârımızdır. Şeyh Hamdullâh hattına yeni bir güzellik, ayrı bir letâfet ve çeşni katarak husûsiyle sülüs ve nesih hattında yeni bir mekteb olmuştur. İsmail Efendi gibi bir kısım büyük hat üstadları:

“Hüsn-i hattı biz bildik; ancak Hâfız Osman yazdı!” demişlerdir.

Pâdişâhlara da hüsn-i hat dersi veren Hâfız Osman, gâyet mütevâzı biriydi. Saraya derse giderken bile sade giyinir, kendisini kibir ve gurura sevkedecek her şeyden ictinâb ederdi. Bir gün Sultan II. Mustafa, Hâfız Osman’ın hokkasını tutarak kendisine iltifât ve alâka gösterdi. Sonra yazdığı hârikulâde yazılara hayran hayran bakarak:

«Üstâd! Böyle bir Hâfız Osman bir daha zor yetişir! Belki de hiç yetişmez!» dedi.

Bu iltifât üzerine Hâfız Osman, âdetâ küçük bir çocuk gibi mahcup oldu ve şu mânidar cümleleri söyledi:

«Sultanım! Sizin gibi hocasına hokka tutan pâdişâhlar geldikçe, daha çok Hâfız Osmanlar yetişir!..»1

Psikologlar üç çeşit ilgiden bahseder:

1. Olumlu İlgi: Selam vermek, iltifat etmek, takdir hislerini ifade etmek, ihsan ve ikramda bulunmak gibi ilgiler.

2. Olumsuz ilgi: İncitici sözler, eziyet veren davranışlar, hakaretler vb. ilgiler.

3. Sıfır ilgi: Yokmuş gibi davranmak.

Bu üç çeşit ilginin içinde en yıpratıcı olanının, “sıfır ilgi” olduğu söylenmiştir. İnsanı küçülten ve pörsüten işte bu çeşit ilgisizliktir. Bu öyle incitici bir durumdur ki, inkârcılara âhirette verilen cezalardan birisi olmuştur. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Âl-i İmrân 77)

Keyfiyetli ilgi, her şeyi büyüten ve geliştiren bir iksirdir. Ancak bu çeşit ilgi samimi bir gönülle yerine getirilmelidir. Yapmacık ilgiler ise bazen zararlı bile olabilir.

İlginin yetiştirici ve geliştirici olması, sürekliliği ile doğru orantılıdır. Kısa süreli ilgiler, saman alevi gibi geçici bir tesir icra edebilirler.

Özellikle insan yetiştirme, kısa süreli ilgilerle değil, uzun süreli nitelikli ilgilerle gerçekleşir.

Bir toplumun önde gelen âlim, ârif ve idarecileri, hangi alana ilgi ve iltifat gösterirlerse, o alanda bir gelişme ve bereket söz konusu olması tabiidir.

Yahya Kemal’in “Yedi yüz yıllık hikâyemiz”i ihtiyar çınarlardan dinlediğini söylediği Türk musikinin üstadlarından Itrî, “Na’t-ı Mevlânâ” adlı muhteşem eserini bestelediği zaman, Sultan III. Ahmed kendisini saraya davet etti ve şerefine görkemli bir şölen verdi. Sofracıbaşı, elinde altın kapaklı bir sahanı kendi önüne koydu. Fakat III. Ahmed:

«Bu yemeği özel olarak üstad için hazırlamıştım, onun önüne koyun.» emrini verdi ve sanatkâra sahanın kapağını açmasını rica etti.

Itrî kapağı açınca gözleri kamaştı. Çünkü sahanın içi zümrüt, elmas, yakut ve zebercet gibi değerli taşlarla doluydu. Bu zarif iltifat karşısında Itrî heyecanlandı ve:

«Padişahım, fakir böyle iltifatlara layık değildir.» diyerek büyük bir mahcubiyetle hürmetini arzeyledi.

Bunun üzerine III. Ahmed içini çekti ve şunları söyledi:

«Bu mücevherlerin sizin eserlerinizin yanında ne kadar değersiz olduğunu bilmez değilim. Bir padişah olarak bundan değerlisi bende yok. Sizler Allah’ın en sevgili kullarısınız ki, eserleriniz dünya durdukça pâyidâr olacaktır. Sizlere o ilahi ihsanların yanında ne verilirse cüce kalır.»2

Güzelliklerin görülmesi ve değerlendirilmesi, yeni yeni güzelliklerin ortaya çıkmasına vesile olurken, görülmemesi ve takdir edilmemesi, var olanların bile yok olup gitmesine sebep olur.

Teşekkür hissiyatı, nimetleri ve güzellikleri artırıp geliştirirken, nimeti görmezden gelme anlamındaki nankörlük ise acı sonuçlar doğurur.

Büyüklere ihsan ve ikram yakışırken, küçüklere de beklentisizlik, göz ve gönül tokluğu yakışır.

Her şeyde olduğu gibi iltifatta da dengeyi gözetmek önemlidir. Ölçüyü aşan sınırsız iltifatlar, çoğu zaman muhatabı şımartır ve arsız hâle getirir. Bir de henüz tam ustalaşmadan gösterilen aşırı ilgi ve itibarlar, kişinin gelişmesinin önünde engel bile olabilir. Bu itibarla iltifatı yapan kimsenin basiret ve firasetli olmasına ihtiyaç vardır. İltifata mazhar olan kimsede de tevazu ve edep aranır. İltifat ederken ve ona muhatap olurken, güzelliklerin lütfedicisi olan Hak Teâlâ’nın hatırlanması ve güzelliklerin O’nun ihsanı olduğunun ifadesi, her iki tarafın zarar veren ya da zarar gören olmasının önünde bir set oluşturacaktır. Hulâsa iltifat esirgenmemeli ve hazmedilebilmelidir ki nice nice güzelliklerin ve muvaffakiyetlerin vesilesi olabilsin.


Dipnot:

1- Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyet ve Müesseseleriyle Osmanlı, s. 407-408.

2- Mustafa Armağan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, s. 146.


Adem Ergül 'ın Yazısı.