Türk Milliyetçiliğinin Babası: Ziya Gökalp
Ziya Gökalp, hiç kuşkusuz bir döneme damgasını vurmuştur. Bugün bile etkisi yer yer sürmektedir. Her ne kadar fikirlerinin önemli bir kısmı hayata geçme imkanı bulamamışsa da, günümüz Türk milliyetçileri ve bazı Kemalist düşünceye sahip kişilerin önderidir.
23 Mart 1876. Asıl adı Mehmet Ziya Gökalp. Nedendir bilinmez, Mehmet ismini pek kullanmamıştır. Biz O’nu daha çok Ziya olarak tanıdık. Diyarbakır doğumlu bir Kürt olarak Türk milliyetçiliğinin fikir babalığını yapmıştır. Böyle de çelişkiler ülkesiyiz.
Çermik’te doğar. Diyarbakır’ın ilçelerinden biridir burası. Eski ismi ‘Aberna’. Küçük bir ilçedir. Türkmen ya da Zaza olduğuna dair rivayetler varsa da, kuvvetli olan ihtimal Kürt olduğu yönündedir. Babası vilayet evrak memurudur. Dayısı dönemin Diyarbakır Belediye Başkanıdır. Eğitimine burada başlar. 1886’da askeri ortaokula girer. Son sınıfta iken babasını kaybeder. Amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den dini eğitimini alır. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek ister fakat imkan bulamaz. İdadi Mülkiye’ye başlar.
Arapça, Farsça ve Fransızca Öğrenmeye Çalışır
Amcasından Arapça ve Farsça dersleri alır. Tasavvuf ile ilgilenir. Fransızca da öğrenmeye çalışır. Diyarbakır’daki kolera salgınından dolayı şehre gelen Dr. Abdullah Cevdet Bey ile tanışır. Fikirlerinden etkilenir. (Ayrı bir yazının konusu olmalıdır bu isim. Osmanlı’nın son zamanlarında yaşayan ateist düşünür, Batıcılık hareketinin öncülerindendir.)
Bu yıllarda (18 yaşındadır), ekonomik sıkıntılar, ailesinin evlilik baskıları ve düşünce dünyasında içinden çıkamadığı türlü meselelerden ötürü intihara kalkışır. Hilmi Ziya Ülken’in Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi isimli eserinden (s.304) öğrendiğimize göre, intihar sebebi aldığı felsefe dersleri ile dini dersler sonucunda yaşadığı zihni çatışmadır. Kafasına bir kurşun sıkar. Güç koşullar alıtında morfinsiz bir ameliyat gerçekleştirilir. Ameliyatı yapan da Dr. Abdullah Cevdet’tir. Tekrar sağlığı yerine gelince okuluna devam eder. İstanbul’da baytar mektebine kayıt yaptırır. Jön Türkler’den etkilenir, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılır. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” suçundan hapse girer ve bir yıl cezaevinde kalır.
Diyarbakır’a döner. Amcasının vasiyeti üzerine kızı Vecihe ile evlenir. 1908’e kadar şehirde küçük memurluklar yapar. Eşinin mal varlığı ile kalan ömrünü daha rahat geçirir. II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurar ve Peyman isimli bir gazete çıkartır. Lise derslerine ‘sosyal bilimler dersi’nin konulmasına önayak olur.
Türk Sosyolojisine Katkısı
1912 yılındayız. Artık mecliste vekil olmuştur. Ne yazık ki bu vekillik 4 ay gibi kısa bir sürede sona erer. Zira meclis dağıtılmıştır. Gökalp, vekilliği sona erince Edebiyat Fakülte’sinde öğretim görevlisi olarak yeni işine başlar. Darülfûnun (İstanbul Üniversitesi) ve Eğitim Fakültesi’nde ders programı hazırlar, okutulacak kitapları belirler. Böylelikle ülkemizdeki uzun yıllar sürecek eğitim anlayışına önemli katkılarda bulunmuş olur.
Kendisine Maârif Nazırlığı (Millî Eğitim Bakanlığı) görevi önerilir fakat kabul etmeye yanaşmaz. 1915’de Felsefe bölümüne, İçtimâiyyât Müderrisi (Sosyoloji öğretim görevlisi) olarak atanır. Böylece ülkemizdeki ilk sosyoloji profesörü ünvanına sahip olur. Diyebiliriz ki, O’nun vesilesiyle üniversitelere sosyoloji girmiştir. Sosyoloji’nin kurucularından Fransız düşünür Durkheim’ın fikirlerinden çok etkilenir. Durkheim’ın Türkiye’deki temsilcisi denir Gökalp’e. ‘Türk Sosyolojisi’ diye bir şey varsa, onun kurucularından sayabiliriz kendisini.
İdam Cezası İle Yüzyüze
Bir dönem askeri mahkemede idam cezası ile yargılanır. 1920 yılında, İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesi ile birlikte birçok İttihatçı gibi Gökalp de tutuklanır. İddia ‘asayişi bozma ve Ermenilere zor kullanma’ şeklindedir. İdam cezası almaz fakat Malta’ya sürgün gönderilir. Malta’da çok sıkıntı çeker. 1921’de serbest kalarak tekrar Diyarbakır’a döner.
Türk milliyetçiliğinin babası olarak anılır. Mustafa Kemal’in fikir hayatında önemli bir yere sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisinin yazarıdır. O’nun temel ideali Turan’dır. Yani dünyadaki Türkleri birleştirecek güçlü bir Türk devletinin kurulması. Ulus birliğine önem verilmesi. Gökalp her ne kadar dini hassasiyetlere sahip olsa da, esas meselesi Türklük olmuş, ümmet gibi bir dert taşımamıştır. Türklük düşüncesini de ırk temelli değil, kültür temelli kurar.
Ünlü tarihçimiz Halil İnalcık, Gökalp hakkında şöyle der: “Yaşamı kısa oldu ama düşüncesi yüzyıla damgasını vurdu. Müstesna kişiliği ona, savaşlar ve devrimler içindeki dramatik bir dünyada kılavuz rolü hazırladı. Etnik kökeni ile ilgili söylentilere karşı, ‘kendini Türk hissettiğini’ söylerdi. Çünkü O’na göre, bir adamın milliyetini belirleyen unsur nesebi olmayıp, aldığı terbiye ve içindeki duygulardır. Ziya Gökalp’in ulusal kimlik hususundaki bu görüşleri Atatürk Türkiyesi’nin millet-vatandaş anlayışına esas oluşturmuştur.”
Önemli eserlerinden olan Kızılelma 1914’te yayımlanır. Yeni Mecmua isimli bir dergi çıkartır aynı yıllarda. 1918’de yayımladığı Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak isimli eserinde temel derdini anlatmaya çalışır. O’na göre milletimiz “Ural-Altay dil ailesine, İslam ümmetine ve Avrupa topluluğuna” mensuptur. Türkçülüğün Esasları 1923 yılında Osmanlı alfabesi ile basılır.
Türkçe Ezan ve Türkçe Kur’an
Türkçe ezanı ve Kur’an’ı savunur. Vatan isimli meşhur şiiri şöyle başlar: “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur / Köylü anlar manasını namazdaki duanın / Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur / Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın”. Aynı zamanda öztürkçecidir. Dilde sadeleşmeyi, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin atılarak, Türkçe köklerden yeni kelimeler üretilmesi gerektiğini savunur. Tıpkı Türkçe ezan gibi öztürkçe düşüncesi de tutmamıştır.
Günlük hayatında, içe dönük, sakin ve kendi halinde birisidir. Aynı zamanda idealist ve mücadeleci bir yapıya sahiptir. En kötü durumlarda bile ümidini kaybetmeden yoluna devam ettiğini görüyoruz. Hayal gücü olabildiğince geniştir. Ülkenin her köşesinde isyanların çıktığı ve 7 cephede dünya savaşına girildiği bir dönemde O, büyük devlet ideali çizer. Ve aynı zamanda şairdir. Şiirleri çoğunlukla vatan sevgisinden mülhemdir.
Dönemin diğer düşünürleri gibi Gökalp’te de gördüğümüz şey şudur: “Osmanlı Devleti yıkılıyor, parçalanma sürecine hızla gidiyoruz, askeri, siyasal, dini ve ekonomik birçok sorumuz var, mevcut durumdan nasıl çıkabiliriz?” Gökalp’in önerisi Türkçülük olur. “İslamî yapımızı koruyarak Türklüğü öne çıkaralım ve Türk dünyası ile birlikte hareket edelim” der. Kültürel milliyetçilik yaptığını savunur.
Ziya Gökalp, hiç kuşkusuz bir döneme damgasını vurmuştur. Bugün bile etkisi yer yer sürmektedir. Her ne kadar fikirlerinin önemli bir kısmı hayata geçme imkanı bulamamışsa da, günümüz Türk milliyetçileri ve bazı Kemalist düşünceye sahip kişilerin önderidir. Hayatının son dönemlerinde dünya klasiklerini Türkçe’ye çevirmeye çalışır. Ekim 1924’te hayata gözlerini yumar.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.