Arnavutluk`ta Kalbime Dokundular…
Adını sadece yemek ve kaldırım ismi olarak duyduğum bir ülkeydi Arnavutluk… Ta ki Uluslararası Genç Derneği’nin (UGED) Balkan Kardeşliği projesi kapsamında bir dizi faaliyet için oraya gönderilecek gönüllüler arasında ismimi görene kadar.
Hakkında hiçbir fikrim olmayan bir ülkeye gidecek olmanın verdiği heyecan beni biraz araştırmaya sevk etmişti ve o zaman aslında oranın ne kadar hüzünlü bir coğrafya olduğunu anlamıştım…
Tiran’a indikten sonra ilk durağımız beş günümüzü geçireceğimiz İşkodra olmuştu. İşkodra bizim Üsküdar’ın kardeş şehri imiş. Önceden İşkodra’nın adı da Üsküdar’mış. Sonradan kendi dillerine, Shkoder (İşkodra) şeklinde çevirmişler. Öyle anlattılar… Sokakları, caddeleri –filmlerden gördüğüm kadarıyla- Türkiye’nin doksanlı yıllarını anımsatıyordu…
Kendimce kararlar almıştım gitmeden evvel. Kendi ülkemdeki gibi kaçmayacaktım insanlardan. Konuşacaktım, konuşurken de kaçırmayacaktım gözlerimi onlardan; gözlerinin içine bakacaktım. Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öpecektim. Ötekileştirmeyecektim, sevecektim. Sevecektim çünkü ben onlar için “Osmanlı” idim…
Tüm bu saydıklarımı yapmak için fırsat oluşmasını bekleyemezdim. Fırsatı ben kovalamalıydım. Ne yapabilirim diye düşünürken arkadaşlardan gelen teklif üzerine grup halinde dışarıya çıktık. Tarifini önceden aldığımız çarşının yolunu tuttuk. Caddeler Türkiye’deki kahvehaneleri aratmayacak sıklıkta barlarla doluydu. Yüreğim sızladı… Çarşıya geldiğimizde birbirine çok yakın mesafede bir cami ve kilise gördük. Kiliseye gitmeye karar verdik ve ilerlemeye başladık. Yaklaştığımızda bir Katolik kilisesi olduğunu anladık. İçeride insanlar vardı. Kapıdan girdik. İçeriyi korkak bakışlarla müşahede ederken papaz el işareti ile buyur etti. Yanındaki diğer papaza bir şeyler anlatıyordu. Konuşması bitirince bize döndü ve nereden geldiğimizi sordu. İngilizce sorduğu soruya İngilizce cevap verdik: “We are from Turkey.” Gülümsedi ve belki bir daha bir papazın ağzından asla duyamayacağım şu cümleyi sarf etti: “Es-selamu Aleyküm…” Şaşırdık, sevindik, gülümsedik… Donuk donuk bakarak, “Aleyküm Selam” dedik. Biz olayın şokunu yaşarken “ve-rahmetullahi” dedi papaz. Bu karşılık yanaklarımızı biraz daha çekti geriye doğru. Olayın şokuyla içeriğini hatırlayamadığım beş dakikalık diyaloğun ardından kiliseden çıktık. Dışarıda, bizimle içeri girmeyen iki-üç arkadaşa şaka ile “kilisenin papazı Müslüman çıktı” dedik ve anlattık yaşadıklarımızı. Olayı bizzat yaşayan bizler kadar olmasa da onlar da şaşırdılar. Biraz ilerledikten sonra caminin önündeki bankta oturan, yaşlarının seksen olduğunu öğrendiğimiz amcalara rastladık. Gayri ihtiyari “Selamunaleyküm” dedim ve sordum: “Müslüman mısınız?” Soruyu yönelttiğim baştaki amca evet dercesine başını salladı. Hristiyan birine selam vermediğime sevindim. Aksi takdirde kalbi kırılabilirdi… Türkiye’den geldiğimizi söyledim ve eline sarıldım. Öptürmemek için çok çabalamasına rağmen ısrarcı davrandım ve öptüm. Çok hoşuna gitmişti. Belli ki uzun süredir; belki de hiç el öptürmemişti. Doğrulmadan, gülümseyerek ortadaki amcanın eline sarıldım. Baş parmağının eklem yerinden başlayıp işaret parmağına çapraz uzanan haç dövmesi; beni, onun elini öpmekten alıkoymadı. Evet... “Müslüman mısınız?” sorusunu yönelttiğim baştaki amca, kendi adına cevap vermişti. O Müslümandı ama yanındaki değildi. Sondakinin ne olduğunu hiç düşünmedim onun da elini öptüm. Dedim ya ben Osmanlı idim… Ellerini öpmemden ötürü kahkacıklar attılar. Mutluluğumuza mutluluk kattılar.
Eve dönüş yolu boyunca son birkaç saatte yaşadıklarımı düşündüm. Ne garip şeylerdi değil mi? Selam veren papaz, cami önündeki bankta yan yana oturan Hristiyan ve Müslüman amcalar… Döndükten sonra bulduğumuz ilk fırsatta, bizimle ilgilenenlere anlattık tüm bu olanları. Onlar da bizim şaşkınlığımıza gülümsediler. Uzun uzun bu meseleleri konuştuk. Bledjan abi alkol tüketiminden ve barlardan başladı anlatmaya. “Erkek alkol alır, burada böyle” dedi ve ekledi ”bilmiyorlar”… Kilisede papazla aramızda geçen diyalogdan bahsettik. Gülümseyerek “o papazın hanımı Müslüman” dedi. Nasıl olurdu? Müslüman bir bayan gayrimüslim biriyle nasıl evlenirdi ki? Biz sormadan o söyledi. “Bu ülkede üst kimlik Arnavut yani Arnavut olmak Müslüman veya Hristiyan olmaktan önde gelir” dedi. Bunu duyduktan sonra “cami önündeki bankta oturan seksenlik amcaların durumunu da anladım. Bledjan abi buradaki insanların durumunu; Peygamberimize (s.a.v) gelip cennete girmek için ne yapması gerektiğini sorduğunda Peygamberimiz’in (s.a.v) namazı ve orucu emrettiği, ayrıldıktan sonra ise hakkında “eğer bunları yaparsa cennetliktir” buyurduğu bedeviye benzeterek “bilmiyorlar, sadece bildiklerinden sorumlular” dedi.
İşte bu kadar uzağız en yakınımıza…
Arnavutluk’la alakalı zihnimde kalan; hayatımın diğer safhalarında da kullanacağım bir anlayış kaldı bana: “Onlar bildiklerinden sorumlular, biz de öğretmediklerimizden…”
Ahmet Ünal'ın Yazısı.