Esra Ekinci

Birkaç insan tanıdım ki, selâm olsun onlara, yerdeki karo taşlarının arasından sıyrılan çiçek gibiydiler. Arkalarında bir Sonsuz (c.c.) ve ufuklarında direksiz duran gökyüzü vardır. Bilirler ki o göğü öylece tutan kudret, umutlarının yeşermesi için de bir sebep yaratacaktır elbet. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, umutları için yaşarlar. Çünkü onlar umudu aşılayandan umarlar.

“Sana umut etme yeteneğini veren, umutlarının yeşermesi için de verimli bir toprak hazırlayacaktır elbet.” Bunu söylediler bana hep. Ve devam ettiler: “İnsan sarmaşık gibidir. Tutunmak ister daima bir yerlere. Sen umutlarına tutunacaksın. Ya tutunacaksın, ya savrulacaksın. Umut insanı ayakta tu-tar. Rüzgâra karşı yürümen gerektiğinde, arkandan bir el olur ve daima seni itekler. Bazen de insanın umudu öyledir ki bir binek gibidir. Binersin ve o seni ötelere taşır. Bu da ufukta ne gördüğün ile ilgili-dir. Şöyle ki, umut; zirvede konumlanır. Mesele senin zirvenin neresi olduğudur. Kimi insan vardır zirvesi yürüme mesafesindedir. Kimisi de bir ömür yürür zirvesine. Esasında bu yolculukta ikisi de olsun. Biraz yürürsün bir tepeye çıkarsın. Sonra biraz daha ilerlerken bir tepe daha. Önemli olan, o tepeler ve üzerinde konumlandırdığın umutlar, ömürlük zirvenin yolu üzerinde olsun.

Tecrübeyle sabittir ki, bu yol meşakkatlidir. Çoğu insan bir yerden sonra pes eder, yorulur. Bazen şartlar öyle gelişir ki, dizlerinin dermanı kesilir. Öyle sis olur ki, bırak zirvesini önünü göremez. Bu noktada geri dönüşler başlar. Ama unutma! Sen karo taşlarının arasından sıyrılan çiçeksin. Üzerine basacaklar, koparmaya çalışacaklar. O zaman kulağında 1400 yıl önceki hitap yankılansın.

“Sabredin ey Yasir ailesi, randevunuz cennettedir.”

Anlıyoruz ki bu aile zamanlarının üstünden sıyrılan bir çiçek. Hangi umut için açmışlar ki, ufukta cen-net görünüyor? Neden sabretmeleri gerekti? Sabır, umut için değer mi ki? Sözün sahibi Efendimiz, ‘sabredin’ diyor. Biz 1400 yıl sonraki kaderdaşları olarak bunu şöyle anlıyoruz: Sabredin çünkü sınanı-yorsunuz. Çünkü umutlarınız var sizin. Sabra değecek hayalleriniz var. Eğer vazgeçmezseniz, Al-lah’tan umduğunuz en güzel şey sizin olacak. Hem geri dönmeyin çünkü umutlarınız dağların zirvele-rindeki karlar gibidir. Mevsim değişir ama o kar orada kalır. Sen istikametini bozmasan da, geri de dönsen oradadır.”

Sözün ipini biraz da ben alayım ve bana/bize bu umut aşısını yapanları anlatayım size. Onlarda başka bir hâl vardı. Onlar umutla yaşamanın yanında bir de umutlar. Hani demiştim çiçek gibiydiler diye. Hem güzellikleri kendilerinedir, hem başkasının toprağında açarak orayı da bereketlendirirler. Sanki kulaklarına umut ismi okunmuş. Nereden ‘umut’ diye seslense biri, sesin sahibine dönerler. İsimle-riyle müsemma yaşarlar. Yani onların ki sadece kendi zirvelerine yolculuk değil. Bazen, rüzgârın aksi yönde yürüyen birinin arkasından itekleyen el olurlar. Bazen akıntıda yalpalayan geminin sahili olur-lar. Bazen de başkasının zirvesi olurlar. 

Şimdi bize ne düşüyor peki? Herhalde dinleyip, gıpta etmekle yetinmeyeceğiz, öyle değil mi?

Eğer buna razıysak hakkında umutlanmak istediğimiz, hayallerimizi süsleyen ne varsa; uğrunda fe-dakârlık yap(a)mayacağımız, unutacağız. Unutup, umurumuzda değilmiş gibi davranacağız.

Ama eğer umutlar umurumuzdaysa, yeri gelecek karo taşlarının arasından sıyrılan çiçek olacağız, yeri gelecek karlar altından yükselen kardelen olacağız.

Yani mevsim, mekân fark etmez. Taş da olsa, kar da olsa bileceğiz ki, umudu var eden içimize yerleş-tiren kudret, orayı bereketli bir arazi haline getirmeye muktedir elbet. Dahası var, kim istemez umut diyen bir kimsenin kabul edilmiş duası olmak?

Öyleyse umudu sevdirenin adıyla, uyandır umutlarını ve başkalarının rüyalarına gir.


GENÇ'ın Yazısı.