Peygamber`in Yüzü, Yüzümüzdür!
O’nun edep ile kızaran yanakları bizim meşine dönmüş suratlarımızı delip de geçmeli, O’nun gülümseyip geçtiği şeyler bizi çileden çıkmış bir yüz ifadesi ile buluşturmamalıdır. Yoksa Peygamberimizin “yüzüne” gerçekten değer verdiğimiz iddiası hep sakıt kalacaktır.
Mecid Mecidi’nin Peygamber Efendimiz’in hayatından bir kesiti anlatacak olan filmini hepimiz merakla bekliyoruz. Film, Peygamber’i herhangi biri canlandırabilir mi, yüzü gösterilebilir mi, tasvir edilebilir mi gibi tartışmaları beraberinde getirmiş ve yönetmenin “müsterih olun böyle bir anlatıma başvurmadık” mealli açıklamaları sayesinde tartışmalar son bulmuştu.
Dünya döndükçe bu tarz tartışmaların yapılacağına eminim. Lakin tartışmalar o kadar fazla, çekilen filmler o kadar az ki. Kısıtlamaların, titizliğin Müslümanları çok yönlü düşünmeye, farklı mecralardan sanata ulaşmaya iteceğini düşünürsek elimizde tonla filmin olması gerekirdi. Çünkü insan direkt anlatamadığı şeyler yüzünden şiir yazar, film çeker, musiki besteler. Ecdadımız suretle arasına mesafe koyduğu için hat, tezhip, ebru gibi sanat dallarında zirveye ulaşmıştı. Kendi düşünce dünyasına ait eserler ortaya koymuştu. Bugün bizim de çekincelerimizden, titizliğimizden, hassasiyetlerimizden dolayı ortaya binlerce eser koymamız gerekirdi. Dolaylı yollardan anlatılmış, soyut sanatın imkânlarından yararlanılarak üretilmiş, iç dinamiklerimiz ile beslenmiş milyonlarca eserimiz olmalıydı. Ama yok. Özellikle Peygamberimiz’in hayatını anlatım noktasında çok gerilerdeyiz. Bundan kırk sene önce çekilmiş ve Peygamberimiz’in sadece savaşlarını anlattığı için “Savaşçı Peygamber” imajı ile yoğrulmuş bir Çağrı filmimiz var o kadar.
Oysa Peygamberimiz’in hayatından binlerce kesit ayrı ayrı film yapılabilirdi. Metaforlar, imgeler ile, eskimeyen değerleri bugünlere taşımak mümkündü. Batı/Hristiyan dünyasında “baba” sembolünü kullanarak Hz. İsa’nın hayatını anlatan pek çok eser var. Dolaylı yoldan, sembollerle, göndermelerle. Tam da Müslümanların yapması gerektiği gibi…
Tarkovski’nin veliahtı olarak anılan Rus sinemasını yeniden canlandırmış bir isim olan Andrei Zvyagintsev’in, The Return (Dönüş) filmini izlediğinizde bir Hristiyan olmamanıza rağmen filmdeki “baba” imgesinin neyi anlattığını anlayabiliyorsunuz. Filmdeki iki kardeş farklı karakterlerde. Biri isyankar, diğeri itaatkar. Hz. İsa’nın geri gelmesini, onu beklerken çocuklarının(!) itaat ettiği kadar isyan da edişini bu simgeler üzerinden anlatabiliyor yönetmen. Ve baba tekrar bu kez ölerek hayatlarından çıktığında çocukların yaşadığı derin acıyı ve sorumluluğu göğsünüzde hissedebiliyorsunuz. Yine Polonyalı yönetmen Maciej Pieprzyca’nın yönettiği Hayat Çok Güzel filminde beyin felçli bir gencin zorlukları aşarken hayatında var olan “baba” figürüne dikkat çekiliyor. Her iki filmde de baba oğulları için bir şeyler yapmaya çalışırken yüksekten düşerek hayatını kaybediyor.
Filmlerdeki sadece “yüz” odaklı tartışmaların bizi de yönetmenleri de dar bir çerçeveye hapsettiğini düşünüyorum. Hem izleyici hem de yönetmenler bu çerçeveden çıkmalı, kendilerine sunulan binlerce imkânı suretin dışında bir yerlerde arayarak daha güçlü ve daha olgun bir anlatımla izleyicilerine aktarmalı. Her şair nasıl naat üstüne naat yazıyorsa, her yönetmen de kendi peygamberinin filmini kendine has anlatımlarla çekebilmeli. Böylece bir vasat oluşmalı. Vasatın içinden en iyiler sıyrılıp gönlümüzün köşküne oturmalı.
Biz ümmet olarak görünür olandan içimizde dalgalanan bizi, biz yapan asıl duygulara kilitlenmeyi unutuyoruz çoğu zaman. Peygamberimiz’in yüzüne verdiğimiz değerin bile gerçeğin çok gerilerinde kaldığını düşünüyorum. Peygamberimiz’in yüzü bizim yüzümüzdür çünkü. O’nun aynasıdır ümmeti. O haksızlıklar karşısında yüzünü nasıl asıyorsa ümmeti de öyle asmalıdır. O’nun kaşlarını çattıran fiiller bizim kaşlarımızı teğet geçmemelidir. O’nun edep ile kızaran yanakları bizim meşine dönmüş suratlarımızı delip de geçmeli, O’nun gülümseyip geçtiği şeyler bizi çileden çıkmış bir yüz ifadesi ile buluşturmamalıdır. Yoksa Peygamberimizin “yüzüne” gerçekten değer verdiğimiz iddiası hep sakıt kalacaktır.
Ayşegül Genç'ın Yazısı.