Zaman geçtikçe bulunduğumuz bölgeye atılan bombaların sayısı daha da artıyordu. Birden hemen önümdeki Afgan mücahidlerden birinin ayağından vurulduğunu fark ettim. Bir ara fırsatını bulup bacağını göstererek Afgan mücahide yaralandığını haber verdim. O da bana dönüp kolumu göstererek “sen de yaralanmışsın” dedi. Ben de mi yaralanmıştım!...

Gece geç saatlere kadar Numan ve kampta nöbet tutan mücahidlerle sohbet ettikten sonra uyumak için yatağıma gittim. Kamptaki tüm yataklar yer yataklarından oluşuyordu. Ben de yer yatağında yatmaya iyice alışmıştım. Güzel bir uykunun ardından kamptaki bir mücahidin okuduğu sabah ezanıyla uyandım. Sabah namazı kılındıktan sonra operasyon için hazırlıklara başlandı. Planlar yapılıyor, operasyon esnasında kullanılacak malzemeler kontrol ediliyordu. Gerekli hazırlıkların ardından mücahidler toplu halde dua etmeye başladı. Gözyaşlarının eşlik ettiği duada sadece Afganistan için değil; yeryüzündeki tüm mazlum Müslümanlar için Allah’tan yardım isteniyordu. Afganistan dağlarındaki bu mütevazı kampta bir kez daha İslam kardeşliğinin ne demek olduğuna şahit oluyordum. Mücahidlerin operasyona çıkmadan önceki son duaları Filistin, Irak ve Somali’deki mazlum Müslümanların özgürlüğüydü.

Afgan dağlarındaki develer

Toplu halde yapılan duanın ve bulunduğumuz dağı inleten “Allahuekber” nidalarının ardından arkası açık arabalara binip yola çıktık. Ben de operasyonu görüntülemek için fotoğraf makinamı hazırlamıştım. Amerikalı ve İngiliz askerlerin bulundukları askeri üsse saldırı düzenleyecek olan mücahidler 8-9 kişilik bir gruptan oluşuyordu. Arabalarla bir süre yol aldıktan sonra uğradığımız bir medresede iki Afgan daha bulunduğumuz gruba katıldı. Bu Afganlar bölgeyi iyi biliyorlardı. Hem gruba dağlarda rehberlik yapacaklar hem de operasyona katılacaklardı. Arabalarla yaptığımız yolculuk bir süre daha devam etti. Ben bu arada arabanın ön koltuğunda oturan Numan’la sohbet ediyordum. Numan bana operasyon hakkında bilgi veriyordu. Saldıracakları işgal üssü sürekli uçakların kalktığı, Afgan köylülerin üzerine bombalar yağdıran bir yerdi. Bu arada yolları aştıkça dağlar daha da dikleşiyor, içinde bulunduğumuz arabalar dağlara tırmanmakta zorluk çekiyordu. Bir süre daha yolculuk yaptıktan sonra arabalardan indik ve dağların yamaçlarında bizi bekleyen köylülere doğru yürümeye başladık. Kuçi denilen Afgan köylülere daha önceden haber verilmiş, onlar da mücahidlerin mühimmatlarının taşınması için develer ayarlamışlardı. Afganistan’da dağ başında develerle karşılaşmak bana oldukça ilginç gelmişti. Mücahidler yanlarında getirdikleri mühimmatları develere yüklediler ve bir süre yolumuza develerle devam ettik.

Dünyanın en adaletsiz savaşı

Saatlerdir karların üzerinde yürüyorduk. Kimi zaman dağlara tırmanıyor kimi zaman da vadilerde ilerliyorduk. Hep birlikte marşlar söylüyor, dualar ediyorduk. Develerle sadece yarım saat yolculuk yapabilmiştik. Daha sonra operasyonda kullanılacak füze ve çeşitli mühimmatlar mücahidler tarafından taşınmaya başlandı. Cihad gerçekten hiç de kolay değildi. Bu dimdik dağlarda sırtında füzelerle yol almak hem dayanıklılık hem de sabır gerektiriyordu.

Yaklaşık iki buçuk saat daha yürüdükten sonra dağları aşıp Veziristan’dan Afganistan’a girdik. Bu bölge uçsuz bucaksız dağlarla kaplı olduğu için ortada bir sınır da yoktu. Mücahidler bu dağları aşıp Afganistan’a girerek ABD ve İngiliz askerlerinin bulunduğu askeri üslere saldırıyorlardı. 8-9 kişilik gruplar .......................................................................................


Adem Özköse'ın Yazısı.