Hüma Kuşunun Kanat Gölgesi: Adalet
"Memleketin başına Allah korkusu olanlar geçerse, o memleket huzur içinde olur; ilerler, büyür, gelişir ve refah payı yükselir, hazine de o denli dolar, halk da yönetici de rahat eder. O da kendine göre layık olanları iş başına getirirse verim daha da büyür, huzur daha çok artar."
Varlığı müşahhas olarak görülemese de hayatımızda yokluğu düşünülemeyen kavramlar vardır. Adalet bu kavramlardan biridir. Belki de yokluğu, toplumda en çok yara açacak bir kavramdır adalet. Devletleri ayakta tutan, insanları ya sultan ya da onlara hem dünyayı hem ahireti zindan eden bir kavramdır.
Adaleti nasıl tanımlayabiliriz? “Adalet” ve aynı anlamdaki “adl” kelimeleri aslen Arapça. Eski Araplar, deveye yüklediği yükün bir tarafına “ıdl” veya “adl” derlermiş. Türkçe’deki karşılığı “denk”tir. İki tarafa yüklediğiniz yükün denklerini iyi ayarlarsanız dengeli yüklemiş olursunuz. Böylelikle yük bir tarafa ağmadan, hayvan kolaylıkla yükünü taşıyabilir. Yükler dengeli konulmamışsa, yükünüz çok gitmeden yıkılır.
Seyyid Şerif Cürcânî, dinî kavramları tanımladığı et-Ta’rîfât adlı eserinde adaleti “ifrat ve tefrit arasında orta bir yol tutmak” diye tanımlamış. Yani iki uca kaymadan dengeyi koruyabilmek. Bunun yanı sıra itidal, istikamet ve hakka meyletmek anlamlarını da kaydetmiş. Cürcânî’nin burada adalet kelimesini yargı ile sınırlandırmaması dikkat çekici. Yani adalet denince sadece yargı mekanizmasında gözetilecek adalet ve hakkaniyet prensibi anlaşılmamalı. Devlet idaresinden insanın günlük yaşayışının her safhasında sahip olunması gereken bir duygu adalet.
Kur’an-ı Kerim’de kelime türevleriyle birlikte pek çok defa geçmekte. Bu da adalet kavramının yine olmazsa olmaz olduğunu göstermekte. Kavramın dünyevî olduğu kadar dinî/uhrevî bir boyutu da var. Bu bakımdan Kur’an’da adalet kelimesiyle takva arasında bir bağın kurulması son derece anlamlı: “Ey Müminler! Allah hakkı için her daim adalet ve hakkaniyet sahibi olun. Bir zümreye yönelik öfke ve nefretiniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Gerek dosta gerek düşmana karşı hep adaletli olun. Çünkü takvaya en yakın davranış budur.” (Mâide 8)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Gökler ve yer adaletle ayakta durur.” buyurmuştur. Adaletin olmadığı yerde fesat başlar. Yani içten içe bozulma ve çürüme... İçteki bozulma dışarıda bozgunu ve çöküşü getirir. Bu da devlet ve toplumların hak ile yeksan olması demektir.
Adalet denince bizim aklımıza Hz. Ömer (r.a.) gelir. Onun için “Umeru adlün” denilmiştir. “Adl” kelimesi yukarıda belirtildiği üzere adalet anlamına geldiği gibi “adaletli insan” anlamına da gelir. Böylelikle sanki Hz. Ömer serapa adaletten ibarettir, denilmek istenir. Hz. Ömer adaleti öyle benimsemiş öyle özümsemiştir ki, adaletin ta kendisi olmuştur. İşte onun bu tavrına bir örnek:
Mısır valisi Amr b. As’ın (r.a.) oğlu, emri altındakilerden biriyle bir müsabakaya girişir. Girişmiş olduğu müsabakada yenilgiye uğrar. Fakat yenilgiyi hazmedemeyerek, rakibini kırbaçlatır. Bu durum Hz. Ömer’e intikal eder. Hz. Ömer Amr b. As’ın oğlunu çağırarak ona kısas uygulatır ve şöyle der: “Siz annelerinin özgür olarak doğurduğu insanları ne zamandan beri köleleştirdiniz!?”
“Adalet mülkün temelidir” sözü de Hz. Ömer’e nispet edilir. Buradaki mülkten maksat yönetim ve idaredir. Devlet adalet mefhumuyla ayakta durur. Adalet mekanizması sağlıklı bir şekilde işletildiği ve insanlar adil bir idare gördükleri sürece, dinleri, dilleri, ırkları ne olursa olsun idarecilere sahip çıkar, onların varlığıyla kendilerini güvende hissederler. Onları güvenli bir liman olarak, müşfik bir kucak gibi görerek onlara sığınırlar. Böylelikle hiçbir yıkıcı ve bölücü faaliyet toplumda karşılık görmez. Aksine adaletsiz uygulamalar, bu tür faaliyetlere prim verir ve toplumda fitne ve fesat eksik olmaz. Bu da yıkım demektir. Ne demişler, zulüm payidar olmaz!
Şeyh Sadi-i Şirâzî, o okunası Bostan adlı klasik eserinin ilk bölümünü yönetim ve adalet konusuna ayırmış; burada devlet adamlarına yönelttiği nasihatler, hikayeler ve vecizelerle fevkalade müessir şeyler söylemiştir. Bu sözlerin bazıları şöyledir:
“İdareciler bir ülkede kuvvetle ve adaletle hâkim olurlarsa, halk rahat uyur. İdareciler kuvvetli ve fakat adaletsiz olurlarsa, kendilerinin uykuları bile haram olur. Mahir, adil, dürüst, namuslu, şerefli ve kuvvetli bir idareci zerre miktar dahi olsa halkından bir kişiyi bile incitmez ve herkesin gönlünü hoş tutar. Herkes ondan razı olur.
Bir ülkede huzur hâkim olursa, onu duyan insanlar, kelebeğin ışığa uçtuğu gibi oraya üşüşürler. Huzursuzluk olursa tavşanın tilkiden kaçtığı gibi oradan kaçarlar.
Acaba yeryüzünde hâkim olan yöneticilerden âdil, merhametli, insaf ehli, halkı koruyanlardan daha üstün insan var mıdır? İyiler rahmetle, kötüler beddua ve zahmetle anılır.
Memleketin başına Allah korkusu olanlar geçerse, o memleket huzur içinde olur; ilerler, büyür, gelişir ve refah payı yükselir, hazine de o denli dolar, halk da yönetici de rahat eder. O da kendine göre layık olanları iş başına getirirse verim daha da büyür, huzur daha çok artar.”
Şeyh Sadi-i Şirazî yaşadığı dönemde hüküm süren Ebu Bekir oğlu Sa’d oğlu Zengî’den âdil bir yönetici olarak söz eder. Bir hikaye sonrası şöyle bir hitapta bulunur: “Padişahım sen yaşadığın sürece cennet ağacı gibi oldun, kerem elinle, gönül dilinle halkına mutluluklar saçtın. Senin sayende Hüma kuşunun kanadı bize her bakımdan gölge oldu. Sıkıştığımız, üzüldüğümüz zaman hep o gölgeye sığındık.”
Âdil bir yönetici, Şirazî’nin büyülü dünyasındaki Hüma kuşunun kanat gölgesi gibidir. İnsanlar her daim o gölgeye sığınarak huzur ve emniyet duygusu yaşarlar. Yine onun dediği gibi, ölüm adil yöneticilerden ve insanlardan bir şey koparamaz. Adları dünya döndükçe yaşar. Onlar dünyada insanları esenlik gölgelerine aldıkları gibi, Allah da onları ahirette arşının gölgesine alır.
Mesut Kaya'ın Yazısı.