Mesele imkânsızlık değil, isteksizliktir. İrade ve isteğin zuhurunda kulun muîni (yardımcısı) Allah’tır. İlâhî rızayı “arama açlığı” büyük bir rahmet kapısıdır.

Söze Rabbimizin bir yüce kelâmıyla başlayalım:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı muttaki kullar olun! (O’nun azabına ve gazabına maruz kalacak hâl ve hareketlerden kaçının ve O’nun katında şerefinizi artıracak bir kıvamı yakalayın) O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide Sûresi, 35)

Dilimizde bilindiği üzere “vesile” kendisiyle bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan sebep demektir. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, söz konusu bu âyetin ne demek istediğini tefsirinde şöyle açıklar:

“Ey Mü’minler! Biz müminiz, Allah bizi yalnız iman ile sever deyip de ciddiyetsiz olmayınız, Allah’tan korkunuz, kötü ahlâktan ve çirkin amelden sakınınız. Sonra yalnız korkmak ve sakınmakla da kalmayınız, iradenizi sarfedip gerekli sebeplere de teşebbüs ediniz. Allah’ın emirlerini yerine getiriniz ve bununla da kalmayınız, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızâsını elde etmek için daima vesile arayınız. Her fırsattan istifade ile kendi gönlünüz ve isteğinizle farzlar ve vacipler dışında güzel güzel işler, Allah’ın rızasına uygun ameller yaparak kendi tarafınızdan da kendinizi Allah’a sevdirmek isteyiniz. İsteyerek, yalvararak çalışınız ve uğraşınız. Zira iman, takvâ ile; takvâ, vesileyi aramakla; vesileyi aramak da, mücâhede ile tamam olur.”

Kur’an ve sünnet tarafından yapılması istenmeyen hususlar dışında, Hakk’ın rızasını elde etme niyetiyle, hayır namına icrâ edilen her bir söz, fikir, fiil, davranış, duruş ve mücâhede “vesile” kapsamında değerlendirilebilir. İlâhî mizanda, bu yolda yapılacak her bir şeyin küçük ya da büyük oluşuna değil, yapılış niyetine, mahiyetine ve keyfiyetine nazar edilir. Yerinde ve zamanında söylenilen bir güzel söz, bazen bir insanı cehennemden alır, cennetin burçlarına taşır. Her güzellikte örneğimiz ve önderimiz olan Allah Resûlü’nün –sallallahu aleyhi ve sellem- sunduğu şu güzel tablo, bu konuda bir ibret levhasıdır:

Bir Yahudi çocuğu Server-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e zaman zaman gelir giderdi. Çocukcağız bir gün hastalandı. Efendimiz kalkıp onu ziyarete gitti. Baş ucuna oturdu ve:

“Müslüman ol, yavrum!” dedi.

Çocuk yanında duran babasının gözlerine baktı. Babası:

“Muhammed’in arzusunu yerine getir” deyince çocuk Müslüman oldu.

Gönlü herkese karşı şefkatle dolu olan Efendimiz: “Onu ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun” diyerek oradan ayrıldı.” (Buhârî, “Cenâiz”, 80)

Bir insana yapılabilecek en büyük iyilik, onun ebedî hayatının kurtulmasına vesile olabilmektir. Herkesi cehenneme göndermekten zevk almak ya da Allah’ın kullarına karşı böyle bir duygu beslemek, Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin hiçbir kuluna yakışmayan bir durumdur. Elbette cehennem lüzumsuz değildir; ancak bir mü’min için en güzel gönül kıvamı, kimsenin oraya düşmemesini isteyecek bir merhamete sahip olmak ve bu uğurda ciddi bir gayrete soyunmaktır.

Arayana sayısız vesile kapıları açılacaktır. Önemli olan röntgen misâli tarayıcı bir gönle sahip olmaktır. Özellikle mahrum ve çaresizlerin çaresi olmak, kişi için ne büyük bir ahiret sermayesidir.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Bir kimse, bir mü’minden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Bir kimse, bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki ayıplarını örter. Mü’min kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır.” (Müslim, Zikr 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 17)

Eğitim, masraflı bir hizmet alanıdır; fakat sonunda umulmayan bereketler ortaya çıkar. Umumiyetle birçok anne-baba, çocukları adına fedâkârlıkta bulunmak isterler. Ancak herkesin durumu aynı değildir. Böyle zamanlarda hamiyetperver varlıklı insanlar, hususiyle kabiliyetli yavruların iyi bir eğitim almasında yardımcı olmayı bir vazife bilmeli, Hak katında sığınabilecekleri “vesile kapısı” görebilmelidirler. Eğitimciler de “Hayır” demeyi bir meslek hâline getirmemeli, “problemin çözümüne nasıl yardımcı olabilirim?” yaklaşımı sergileyebilmelidirler. Zira istidatlı bir insanın eğitimle dirilmesi ne büyük bir hayırdır. Hem onun ve belki de onun sayesinde nicelerinin kurtuluşuna vesile olunabilecektir.

Milli Şairimiz Mehmet Âkif Bey’in kızı Cemile Hanım anlatıyor:

“Heybeliada’ya gelince babam hemen bir çamın altına oturur, arkasını çama dayar, saatlerce burada dalardı. İki saat, üç saat geçer, bir kelime konuşmazdı. Nefes aldığı bile işitilmeyecek kadar dikkat ve huşu içinde, yalnız gözleri hareket ediyordu. Ortalık kararır yahut gece yarısı olur. “Baba artık gidelim” derim, “Peki!” der, fakat gene oturur. Biraz sonra gene tekrar ederim. Yavaş yavaş harekete gelir, hiç de oradan ayrılmak istemeyerek bastonuna dayana dayana eve dönerdik.

Bir gün mektebe giderken çantamın eskiliğinden dolayı ağlamıştım. Onun üzerine babam bize bir çocukluk hatırasını nakletti:

“Babam beni İdâdî Mektebi’ne yazdırmak üzere götürdü. Kaydettiler. Fakat mektebe verilmesi lazım gelen bir para istediler. Babamın parası yetmedi. Baktım, çok canı sıkıldı. Evirip çevirip saatine bakmaya başladı.

“Baba, niye saate bakıyorsun?” dedim.

“Bu gümüştür, dedi; bunu rehin verirsem istedikleri parayı bulabilirim.”

Babamın beni okutmak için gösterdiği bu fedakârlık karşısında çok müteessir oldum. Ağlamaya başladım.

“Baba”, dedim, “Ben mektepten vazgeçtim. Haydi, gidelim.”

İşte çocuklar biz bu şartlar altında okuduk. Siz şimdi çantanızın rengi biraz solmuş diye ağlıyorsunuz.

“Peki baba, sonra ne oldu? Mektebe gitmediniz mi?” “Gittim. Babamın parasının çıkışmadığını görünce güvendiler. Sonra verirsiniz, dediler.”1

Yol bilmeyene yol gösterivermek, sığınacağı bir yuvası olmayana bir barınak buluvermek, tedavi masrafını karşılayamayacağı için inleyen bir insana çare olmak, evinde soğuktan titreyen bir garibin sobasını yakıvermek, imkânsızlıktan ya da ilgileneni bulunmadığından dolayı yuva kuramamış gençlerin elinden tutuvermek, bilgisizlikten ve ilgisizlikten dolayı sokağa düşmüş, bataklığa sürüklenmiş nice mahrumları bilgi ve ilgi halkalarının içine alıvermek gibi daha nice konular vardır ki, kişiye hem dünya hem de ukbâ cennetlerinin kapılarını açacak “vesile anahtarları”dır.

Önemli olan gönlün duyarlılığıdır. Allah’ın kurbiyyetine (yakınlığına) götürecek olan da bu arayış ve gayretlerdir. Görmek isteyene cennet yolları sayısızdır. Mesele imkânsızlık değil, isteksizliktir. İrade ve isteğin zuhurunda kulun muîni (yardımcısı) Allah’tır. İlâhî rızayı “arama açlığı” büyük bir rahmet kapısıdır.


Dipnot: 1- Avni Arslan, Yakın Tarihten Unutulmayan Hatıralar, s. 172-173.


Adem Ergül 'ın Yazısı.