Din Fakültesi’nden Türk İslam Kültürü’nü araştırma ödevi alan 25 öğrenci, öğretmenleriyle beraber Türkiye’ye geldiler. Hristiyanlık eğitimi almış, Batı medyasının İslam hakkındaki yanlış bilgileriyle beyinlerini doldurmuş gençler, Türkiye’de gördüklerinden çok etkilendiklerini, yeni bilgiler elde ettiklerini ifade ettiler.

Geçtiğimiz yaz Hong Kong Chinese Üniversitesi Din Fakültesi’nden 25 öğrenci, 2 öğretmen ve 9 Hong Konglu Müslüman, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı’nın misafirleri olarak Türkiye’deydiler. Tercümanlıklarını yapan Uygur Türkleri’nden Meryem Gafur ve beyi Abdülmecit Gafur’un gözlem ve tespitleri gösterdi ki İslam medeniyeti ve kültürü hakkında yeterli ve sağlıklı bilgisi olmayan kimselerin Türkiye’yi ziyaret etmeleri, doğru bilgiler elde etme ve yanlış kanaatlerden uzaklaşma konusunda oldukça etkili olmaktadır.

Çok mühim gördüğüm bu ziyaretten kalan hatıraların bir kısmını Genç Dergisi’nin dertli okuyucularıyla paylaşmak istiyorum.

Kısaca Hong Kong

Nüfusu 8 milyon, yüz ölçümü İstanbul’un altıda biri kadardır. Bölgeyi 100 sene İngiltere yönetmiş ve dünyanın finans merkezi haline getirmiştir. 1997’de İngiltere Hong Kong yönetimini Çin’e bırakmış, ancak Hong Kong varlığını Çin’den bağımsız olarak kendi devam ettirmektedir. Çin’den farklı pasaport, sistem, bayrak, lehçe, para birimi kullanmaktadır.

Hong Kong’da Müslümanlar

Günümüzde Hong Kong’da yaklaşık 180 bin Müslüman yaşamaktadır. 100 bin Endonezyalı işçi (çoğunluğu bayan), 40 bin Çinli Hui Müslüman, 40 bin de Hindistan, Pakistan, Malezya, Filipin, Nepal ve çeşitli Arap ülkelerinden göçüp gelen Müslümanlar bulunmaktadır.

Hong Kong’da 3 büyük cami vardır. İlki Jamia Shelly, üzerinde Osmanlı Tuğrası bulunan en eski camidir. 1890 yılında Hintli Müslümanlar tarafından yapılmış, 1915’te genişletilip restore edilerek günümüzdeki halini almıştır. 1896’da Hintli Müslüman askerler için yapılan Kowloon Mescidi de 1980 yılında yıkılıp yerine yeni cami inşa edilmiştir. Üçüncü cami ise 1981 yılında inşa edilen, günümüzde Hong Kong’daki en büyük cami sayılan Ammar Camisi’dir.

İki yüzden fazla kilise, yüzden fazla Budist tapınağının bulunduğu Hong Kong’da yalnızca birkaç caminin varlığı biz Müslümanları düşündürmelidir.

Ekonomi ve eğitim seviyesinin sebep olduğu zor şartlardan dolayı dini inançlarını yaşamak konusunda büyük sıkıntılar çekmektedirler. Başörtüsü takmak, namaz kılmak, temiz ve helal yemek bile kolay olmamaktadır.

Yalnızca Hong Kong’daki Müslümanların durumuna bakarak büyük İslam Dünyası hakkında değerlendirme yapmanın doğru olmadığını anlayan Hong Kong Chinese Üniversitesi Din Fakültesi yönetimi, bu konuda model ve lider olabilecek Türkiye’de gözlem yapmayı amaçlamış ve ülkemize gelmiştir.

Hong Kong Chinese Üniversitesi1

Çin ve Hong Kong’daki en ünlü üniversitelerden biridir. Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı Din Fakültesi’nde Hong Kong’da yaygın olan Katolik, Protestan, Budizm, Konfüçyüsçülük, Taoizm, Yahudilik ve İslam hakkında dersler verilmektedir.

Hristiyanlıkla ilgili dersleri misyoner papazlar vermekte, Budizm ve Taoizm derslerini de din adamı rahipler vermektedir. İlginç olan şu ki, 13 Eylül 2014 tarihine kadar, din fakültesindeki İslami dersler yine Hıristiyan misyonerler tarafından veriliyordu. Onların İslam’ı yanlış biçimde anlatmasına tepki gösteren Çinli İmam Nureddin Yang (Hong Kong İslam Kültür Merkezi Başkanı) üniversite yönetimi ile İslami dersleri Müslüman hocaların vermesi gerektiği konusunda anlaşma imzalamıştır.

Öğrencilerin Türkiye Ziyareti

Din Fakültesi’nden Türk İslam Kültürü’nü araştırma ödevi alan 25 öğrenci, öğretmenleriyle beraber Türkiye’ye geldiler. Hristiyanlık eğitimi almış, Batı medyasının İslam hakkındaki yanlış bilgileriyle beyinlerini doldurmuş gençler, Türkiye’de gördüklerinden çok etkilendiklerini, yeni bilgiler elde ettiklerini ifade ettiler.

Öğrenciler, eski bildikleri ile şimdiki gözlemlerini mukayese ederek anlattılar.

Bir öğrenci düşüncelerini şöyle belirtti: “Bize İslam’da kadına değer verilmediği, kadınların ezildikleri, kadınlarla erkeklerin eşit olmadığı, erkeklerin 4 kadınla evlenmesi gerektiği, kız çocuklarının eğitilmediği, kadınların (Pakistan, Hindistan’da) camilerde yeri olmadığı, mirasta da kadınlara az pay verildiği vs. anlatılmıştı.

Şimdi kendi gözlemlerim oldu, İlahiyat okuyan kız öğrenciyle röportajlar yaptık. Üsküdar Şehbal Derneği’nde kız çocuklarına verilen eğitimleri inceledik. Hüdayi Kız Kuran Kursu’nda eğitim alan Çinli kız öğrencileri dinledik. Ve hepsinden çok olumlu izlenimler edindik.

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin şu sözleri ‘Kadının erkekle eşit olduğu yerler var: Mesela, Allah’a kulluk yapmak... Eşit olmadığı yerler var: Mesela, çocuk doğurmak... Kadın sabırlı, merhametli, duygusaldır, bu konuda erkekler farklıdır. Kadın erkek eşittir diye kadınları da erkekler gibi ağır işlerde çalışmaya zorlamak, aslında kadına yapılan zulümdür.’

Gezdiğimiz tarihi Osmanlı camilerinde kadınlar için üst katta yer ayrılmıştı. Cennet annelerin ayakları altında diyorlar. Eskiden Araplarda çok evlilik varmış, İslam bunu 4’le sınırlayıp aza indirmiş ve bir hanımla yetinmenin adaleti sağlamaya daha yakın olduğu vurgulanmış.”

Mütercim Meryem Hanım’a şöyle bir soru geldi: “Benim bir erkek öğrencim var, kendisi derslerde çok başarılı, sınıfın gözdelerindendir. Diyor ki, ‘Müslüman kadınların tesettürü, başını örtmeleri bana bir hakarettir. Çünkü onların gözünde erkekler saldırgan hayvan gibidir. Onlar sırf böyle bakış açısıyla kendilerini korumak için tesettüre giriyorlar. Oysa ben bir erkek olarak kadınlara zarar vermem. Onlar çok açık giyinseler bile kalbimde onlara karşı hiçbir kötü niyetim yok.’ Siz buna ne dersiniz?”

Meryem Hanım’ın cevabı şu oldu: “Benim örtünmemin en önemli nedeni Allah’ın emrine uymamdır. Çünkü yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de (Nur, 30-31; Ahzab, 59) Allah bize tesettürü emretmiştir. Müslüman için önemli olan Allah’ın emirlerine icabet etmektir. İkinci olarak, saç ve vücudumun mülkiyet hakkı tamamen şahsıma aittir. Ben onu yabancı erkeğe göstermek istemezsem, bu benim kendi tercihimdir. Sizin o erkek öğrencinizin illa onu görmek gibi bir hakkı veya yetkisi yoktur! Üçüncü olarak, sizin o saldırgan olmayan erkek öğrenciniz dünyadaki tüm erkeklerin temsilcisi değildir. Başka erkeklerin düşünceleri onunla aynı olmayabilir...”

Vakıf, zekât konularında araştırma yapan kız öğrencilerden birisini en çok etkileyen şey Hüdayi Vakfı ve Konya’daki Merkez Sev Derneği’nin toplumsal çalışmalarını görmek oldu. Merkez Sev aş evinde yemek, elbise alan Suriyeli mültecileri görünce, orada her gün altı binden fazla kişinin yemek yediğini öğrenince, seminerlerden Osmanlı’daki vakıflar hakkında geniş bilgiler alınca, hatta yaralı kuşlarla ilgilenen, ev hizmetçilerinin kırdığı eşyaların parasını ödeyen vakıflar gibi ilginç vakıfları duyunca çok şaşırdı ve duygulandı.

Öğrenciler “Müslümanlar gayrimüslimleri düşman olarak görüyor, onlara iyi gözle bakmıyor” diye düşünüyorlarmış. Bu fikirlerin yanlış ve eksik olduğunu açıklamak için örnekler verildi. Endülüs (İspanya), Katoliklerin eline geçtikten sonra katliama maruz kalan Yahudileri, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han’ın kurtarıp İstanbul’a yerleştirdiği, kendi dinlerini yaşamalarına izin verdiği anlatıldı. Ve Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimlere din değiştirme konusunda baskı yapılmadığı izah edildi.

Merhamet konusunda, Peygamber Efendimiz’in insana, hayvana, nebatata yönelik terörü kaldırdığı, harp esirlerine nasıl davranılması gerektiğini öğrettiği, hayvanların sütünü sağarken bile memesini incitmemek için tırnakların kesilmesini, hayvanın yavrusuna da süt bırakılmasını öğütlediği anlatıldı.

Türkiye’den çok memnun ve müteşekkir ayrıldılar.

Bir kız öğrenci Hong Kong’a döndükten sonra blogunda şöyle yazmış:

“ ... Aileme ve arkadaşlarıma İslam’ı araştırmak için yurtdışına çıkacağım dediğimde birçoğu korktu, şaşkın şaşkın baktı. Çünkü çevremdeki çoğu kişinin düşüncesinde İslam demek DAİŞ demekti. Müslüman olabilmek için cihat saflarına katılmak gerekiyordu.

Aslında dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Müslümanlar içinde silahlı mücadele için DAİŞ saflarında yer alanların oranı çok düşüktür. Çoğu Müslümanlar dünyanın her tarafında barış içinde sevgi dolu bir hayat yaşamaktadır. Ancak Batı kültürünün egemen olduğu medya, her şiddet olayını anlatırken, onun İslami kimlikte olduğunu özellikle vurgular.

Bir Hristiyan adam öldürürse, medya “Bu katil İsa Mesih’e inanıyordu.” demez. Ama bir Müslüman ekmek çalsa, medya der ki, “Bu hırsız Müslümandı.” Bu yüzden bizim çoğunlukla medyadan duyduğumuz İslam hep savaş, şiddet, kandan ibarettir. Hâlbuki İslam’ın kelime anlamı “barış” demektir.

Müslümanların inancı onlara sadece insana değil, bütün canlıya, kedi, köpek hayvana bile barış içinde yaklaşmayı öğretiyor. Hadiste anlatıldığına göre, bir kediyi aç bırakıp ölümüne sebep olan kişi cehennemlik olmuştur.

Kısacası, DAİŞ tüm Müslümanları temsil edemez, çoğu Müslüman onu desteklemez. Bir yaşlı âlimin dediği gibi, ‘Bir doktor kendi mesleki bilgisinden yararlanarak adam kasaplığı yaparsa, onu yetiştiren tıp fakültesini suçlayıp kapatmak doğru olur mu?’ Aynı bunun gibi bir grup İslamcı militanların davranışına bakarak, İslam’ı suçlamak mantıksız ve adaletsizliktir...”2


Dipnot:

1- http://www.cuhk.edu.hk/english/index.html

2- http://www.roadshow.hk/blog-spotting/creative/entry/2015-06-02-02-44-53.html


Alican Tatlı'ın Yazısı.