Dışarı çıkmak lâzım. Rahatlamak, rahatlık vermek için, mutlaka ama mutlaka dışarı çıkmalı. İnsanların ayağına, tekerine denk gelebilecek yoldaki o taş da dışarıda çünkü. Başı okşanacak çocuk, eli öpülecek dede-nine dışarıda.

Şu dünyâ dedikleri, daha çok, odamızın, evimizin kapısının öte tarafında asıl. Işık, aydınlık, karanlık, hareket, ses, sükût, görüntü asıl orada. Ve hayat dedikleri, yeme-içme ve istirahatten müteşekkil olmadığına göre, o da orada.

Gitgide kapanıyoruz. Aileler evlerine, evdekiler odalarına kapanıyor. Hele hele birçok evin artık en az bir odası, anne babaya bile mesâfesini hızla artıran ergen mekânı.

Akşamlarımız koltuğumuz, ekranlarımız ve yiyecek-içeceklerimiz tarafından ipotek altında. Günün bir değerlendirmesi, dışarıdan haberler, mahâllede olan-biten, eşten dosttan dert ve sevinç paylaşımları, altı yanan teflon tavadaki margarin gibi eriyip gidiyor.

Habib-i Kibriyâ, bir gün, meclisinde bulunanlara şöyle söyledi:

“Arasında akraba ziyâretini kesmiş bir kişinin bulunduğu bir topluma, Allah rahmetini indirmez!”

Birisi derhal ayağa kalktı ve çıktı gitti. Sohbet devam ederken, bir müddet sonra o kişi tekrar geldi. Hazret-i Peygamber, ona nereye gittiğini sorunca o sahâbi:

“-Uzun zamandır ziyâret etmediğim bir akrabam vardı. Sizden böyle bir söz duyunca, benim yüzümden kimse rahmetten mahrum olmasın diye derhâl onu ziyârete gittim, ey Allah’ın Rasûlü.” dedi.

Akraba da dışarıda, komşu da... Eş-dost, ahbap, hep dışarıda.

Artık insanların birbirleriyle buluşup, konuşup az da olsa sohbet ettikleri durumlar, düğün ve cenâzelere hapsedilmiş vaziyette.

O yüzden sevgili hocalar, kıymetli programcılar, şu vır vır vır konuşup sizi hiç dinlemeyen insanlara lütfen kızmayın. Zîrâ onlar aylardır birbirlerini görmeyen, hâllerini bilmeyen yakın (!) akraba ve yakın (!) komşular; idâre ediverin!

Dışarı çıkmak lâzım. Rahatlamak, rahatlık vermek için, mutlaka ama mutlaka dışarı çıkmalı.

İnsanların ayağına, tekerine denk gelebilecek yoldaki o taş da dışarıda çünkü. Başı okşanacak çocuk, eli öpülecek dede-nine dışarıda. İnandıklarından, sevdiklerinden, korktuklarından, bildiklerinden bîhaber, birilerinin kendilerine Allah dedirtmesi gerekenler de dışarıda.

Kan ter içinde evinin temizliği, tâmirâtıyla uğraşan, yanına birkaç bardak ayranla gidilesi komşu da, eski muhabbetinden, “komşuda pişer, bize de düşer”i dimağında artık flû olarak bulunduran komşu da dışarıda; hatta çok zaman apartmanlarda, dâire kapılarının karşısında, bir üstünde, bir altında...

Sokaklar, caddeler, rezidanslar, dubleks, tripleks mekânlarla dolu lüks semtler, poşet, eski terlik-ayakkabı, tahta, kâğıt ne bulunursa sobalarda yakılarak dumana boğulmuş fukarâ mahalleleri de dışarıda.

Dağlar, ovalar, uzak-yakın diyârlar, dereler, ırmaklar, bağlar, bahçeler, göller, denizler; dolayısıyla tefekkürün haz katsayısı yüksek vaziyeti de dışarıda.

Sonra sabır... Zordakiler, dardakiler, bîçâreler, zavallılar, batağa saplanmış olanlar, matemlere gark olmuş olanlar hep, hep dışarıda.

Câmi de dışarıda. Câmi... Yâni, yalnız başımıza ne edersek edelim en az yetmiş kat fazlasının bize verileceği vaat edilen kutsî mekân.

Duâ da dışarıda böylece. Âminlerin harmanında isâbet bulan bir nazlı kul lisanına Rahman’dan verilen onayla, arzuladıklarına erişme ihtimâlin de dışarıda.

Sâhi; Sevgili Peygamberimiz, yaşadığı hârikulâde Hira hakikatinde Hak Teâlâ’dan ilk emir olarak kâinat kitabına dâir “oku” emri almış, ürperip evine gelerek “üstümü örtün, üstümü örtün!” demişti.

Mübârek Efendimiz’in o andan itibaren, önceki hayâtını tamamlayıcı yaşantısına baktığımızda, kendisine verilen ikinci emrin “dışarı çıkması” ve insanları biricik hakikate dâvet etmesi olduğunu anlamıyor muyuz?

Bir de iç yakan Tebük var ya hani... “Haydi sefere!” diyen Peygamber’in emrini hafife alıp “hurmalıkları için” geri kalan, bir elin parmaklarını geçmeyen “sahâbî” için ilâhî buyrukla gelen mahrûmiyetler..

O Tebük, şimdi de var... Ancak bu defâ, dışarı çıkıp her türlü sefere hamle yapanlar, içeride kalanlara göre çok çok, ama çok çok az... Nasıl olacak bu iş?


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.