Halkın seçtiği hükûmeti bin türlü Ali Cengiz oyunuyla yıkarken tiraj akıllarına gelmiyor. Ama sıra futboldaki düzene gelince “ekmek parası, n’apıceksin…”

1994 sonbaharında Trabzonspor Aston Villa’yı Avrupa Kupaları’nın birinde elemiş, ülkenin büyük bölümünü sevince boğmuştu. (“Neden tamamı değil?” sorusunun cevabı etnik ya da siyasi değildir, yanlış anlamayın. Her başarıya herkes sevinmez. Neyse, konumuz bu değil.) O zaman da Aston Villa bugünkü Manchester City gibi bir takımdı, ligdeki pozisyonu ve kadro gücü bakımından.

Aston Villa’ya karşı forma giymiş olan Trabzonsporlu futbolcu Soner Boz yıllar sonra katıldığı bir panelde yaptığı konuşmada mealen şunları söyledi. “İngiltere’den döndük, havaalanına iner inmez gazetecilerden gazeteleri istedik. Bizim için neler yazılmış olduğunu merak ediyorduk tabii. (Henüz internet ve bugün başımızı döndüren internet araçları ortada yoktur.) Bir de baktık ki İstanbul’un Avrupa’dan elenmiş bir takımı o gazetelerde bizden çok daha fazla yer almış. Gazeteci arkadaşlara bunun sebebini sorduğumuzda ‘buna mecburuz, aksi takdirde tiraj kaybediyoruz’ cevabını verdiler.”

Bugün de değişen bir şeyin olmadığı bu konuda ne desek, ne tarafını düzeltmeye çalışsak bilmiyoruz. Canım memleketimin güzide basını, ne hikmetse sadece spor haberlerinde tiraj kaygısı güdüyor gibi geliyor bana. Mesela toplumun dini ve milli değerleri söz konusu olduğu zaman hiç de oralı değiller eskiden beri. Eski Türk filmlerinde istisnasız bütün artistlerin evlere ayakkabıyla girdiği, ülkenin gözüne sokulmamış mıydı? Niçin? Toplumun böyle bir alışkanlığı mı vardı? Sonra mesela bu ülkede ahali ayaklanmış caz festivali istiyordu da o yüzden mi bir özel kuruluş her sene boş salonlara organizasyon yapıp dünya kadar para akıttı? Gazetelerde çarşaf çarşaf, televizyonlarda dakikalar boyu reklamlar...

Tiraj kaygısının nedeni, üç İstanbul kulübünün taraftarlarının ilgisini kaybetme korkusu değil midir? Peki bütün ülke bu üç kulübe nasıl teslim oldu, medya sayesinde olmadı mı bu? Anadolu’nun dört bir yanından insanlar gelip gazete binası basmış, o binaların önünde gazete mi yakmıştı, “biz şehrimizden bin kilometre uzaktaki takıma deliler gibi aşığız. Bizim şehrin takımını boş verin, sayfalarınızı aşkımızın haberleriyle doldurun” mu demişti?

Medya-hedef kitle ilişkisi iki yönlü bir ilişkidir. Medyanın toplumu yönlendirme, şekillendirme, hâttâ sevk ve idare etme gücü vardır, bu gücü de tepe tepe kullanır tabii. Geçmişte İstanbul’un üç kulübü, kendileriyle denk güce sahip diğerlerinden ayrılarak topluma arz edilmiş, belli ki bunun için de epeyce bir vakit-nakit sarf edilmiş ve ortaya bir netice çıkmıştır. Yani bir düzen kurulmuştur. Şimdi de düzene aykırı bir gelişme olunca sanki düzenin kurulmasında en ufak bir rolleri yokmuş gibi davranmaktadır, güzide medyamız.

Kimse sormaz mı bu adamlara “yahu arkadaş, senin bu tiraj dediğin ne kadar bir rakamdır? 80 milyonluk ülkede –üstelik şişirme rakamlarla- sata sata üç milyon gazete satılıyor. Bu zavallılık sizi hiç rahatsız etmiyor mu? Mazeretimiz ‘toplum okumuyor’ mu? O toplumu alafranga hayata alıştırmak için verdiğiniz mücadeleyi okuma alışkanlığını yerleştirmek için verseydiniz şimdi böyle olur muydu?” diye?

Halkın seçtiği hükûmeti bin türlü Ali Cengiz oyunuyla yıkarken tiraj akıllarına gelmiyor. Ama sıra futboldaki düzene gelince “ekmek parası, n’apıceksin…”

Bu böyle gitmez. Gitmeyeceği koca ligde bütün maçlardaki toplam seyirci sayısının Avrupa’nın herhangi bir ligindeki bir tek maç için tribüne giden seyirci sayısı kadar olmasından belli aslında. Bakalım ne zaman farkına varılır da çözüm yolları araştırılmaya başlanır.


Bülent Şirin 'ın Yazısı.