Gökhan Gökçek

Mevlevilik tasavvuf örgüsü içerisinde yer alan kendine has usul, erkan ve adabı bulunan bir tarikattır. Mevlevilik Melameti bir çizgiye sahip olmakla beraber eski Türk adet ve geleneklerini de derin bir şekilde içinde barındırmakta idi.1 Mevleviliğin böyle bir çizginin aksine daha uysal, daha yapıcı bir mahiyete sahip olduğu da öne sürülmüştür ki bu hususta şöyle denilmiştir.“Mevlevîlik, Semâ, sefâ, vecd ve hâl gibi kendi âdâb ve erkânının yanında Nakşibendî tarîkatının esasları ve Şems’in aşk ve cezbe temelleriyle oluşturulmuştur.”2 Bu tartışmalardan ayrı olarak belirtmemiz gerekir ki Mevlevilik öğretisi insan sevgisi ve hoşgörüyü esas almaktaydı. Bu açıdan bugün de olmak üzere çeşitli zamanlarda çok esnek olmakla itham edilmişlerdir. Mevlevilik; aşk, cezbe, vecd gibi yoğun trans hallerinin yaşanmasını esas alan bir tarikattır. Ritüellerinde saydığımız bu hususlar ana temayı oluşturur. Bununla beraber Mevlevilik diğer tarikatlardan farklı olarak bir kültür deposu işlevi sürdürmüş, seçkin sayılabilecek insanlar tarafından tercih edilmişlerdir. Mezkur duruma binaen Mevleviliğin halktan kopuk, üst zümreye hitap eden, tabakayı esas alan bir tarikat olduğu iddia edilmişse de; Mevlana’nın ve öğretisinin hiçbir zaman insan ayırt etmediği, hepsini bir kabul ettiği günümüzde de bilinen bir gerçektir.

Mevlevilik temellerini Mevlana hayatta iken atmışsa da sistemleşmiş hali kendisinden sonra gerçekleşecektir. Mevlana’nın Hakk’a vuslatından sonra yerine Çelebi Hüsameddin adındaki dervişi geçecek ve halifesi o olacaktır.3 Çelebi zamanında ve sonrasında olmak üzere Mevlevilik yolunun temel taşı Mesnevi eseri olacaktır. Çelebi Hüsameddin 11 yıl postta hizmet gördükten sonra vefat eder. Yerine Mevlana’nın oğlu Sultan Veled geçecektir. Rivayete göre Sultan Veled 28 yıl kadar postta hizmet görür. Mevlevilik, Sultan Veled itibariyle sistemleşmeye, kurumsallaşmaya başlar. Tam teşekkülü tarikat halini bu zaman diliminde alır. Tarikata has ritüeller, uygulamalar, kaideler bu dönemde başlar ve 15. yüzyılda yaşayan Pir Arif Çelebi’nin son hali vereceği zamana kadar kabul edilenler sürdürülür. Orta Anadolu’da ciddi bir yayılma sahası gösterecek olan Mevlevilik, eski Türk adetlerini muhafaza etmekle beraber Sünni inanç ile zaman içerisinde kaynaşmış, Sünni bir yapıya bürünmüştür.

Sema ve musiki Mevleviliği diğer tarikatlardan ayıran en bariz özellik olmuştu. Hatta bu anlamda kulakları, gönüller, gözler mest ediyor; bir cazibe oluşturuyordu. Vecd, aşk, cezbe de yoğun olarak Mevlevilik de mevcuttu. Mevlevilik hal mefhumuna son derece önem veriyor, bunu temel kabul ediyordu. Mevlevi dergahlarına Mevlevihane denilmekteydi. “Mevlevîhâneler, 1001 günlük Mevlevî çilesinin çıkarıldığı “Âsitâne”ler ve “Zâviye”ler olmak üzere iki kısma ayrılmakta ve genel olarak “Mevlevîhâne” adıyla anılmaktaydı. Âsitâneler, Mevlâna Dergâhı’nın ardından derecelerine göre Karâhisâr-ı Sâhip (Afyon), Manisa, Kütahya, Halep, Galata, Yenikapı, Kasımpaşa, Beşiktaş, Bursa, Kahire, Kastamonu, Eskişehir, Gelibolu, Rumeli Yenişehri olarak sıralanmaktaydı (Tanrıkorur: aynı yer). 100’ü aşkın zâviye ise günümüzdeki coğrafik konumla Kırım, Macaristan, Yunanistan, Girit, Rodos, Kıbrıs, Arabistan ve Anadolu’nun tamamı olmak üzere yüzyıllar boyu Osmanlı’nın hâkim olduğu bölgelere yayılmıştı.”4 Mevlevihanelerde Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerif, Mesnevi ve Mevlevi zikirleri okunmaktaydı. Burası bir kültür, ilim-irfan yuvasıydı. Mevlevilik içerisinde çeşitli adab ve erkanlar olmakla beraber Ahilik, Bektaşilik gibi diğer Türk menşeli tarikatların ritüel ve kuralları ile çok büyük benzerlikler arz etmekte idi.

Mevlana Celaleddin Rumi

Celaleddin 1207’de Belh’te doğar. Babası Bahaeddin Veled meşhur bir alim, annesi ise Harzemşahlar hanedanından idi. Rivayete göre tasavvufa istidadı görülen Celaleddin, büyük mutasavvıf Feridüddin Attar’a takdim edilir. Onun takdirini kazanır ve Feridüddin Attar Tezkiretü’l Evliya eserini ona hediye eder. Babasının nezdinde yetişen Celaleddin, manevi terbiye almakla beraber İslami ilimleri de öğrenir. Devrin meşhur alimlerinden olan babası ile Fahreddin Razi arasında yaşananlar neticesinde babası ile beraber Belh’i terk etmek zorunda kalır ve uzun bir yolculuk sonrasında Anadolu’ya gelir. 1225’ten sonra ise Konya’ya kesin olarak yerleşir. Bu zamandan öncesi Şeyhü’l Ekber olarak anılan Muhyiddin-i Arabi ile de görüşür ve kendisinin büyük teveccühlerine mazhar olur. Mevlana ve Babası Konya’ya yerleşince Selçuklu hükümdarının büyük ilgisiyle karşılanır. Müderrislik de yapan Mevlana’nın hayatındaki dönüm noktası ise Şems-i Tebrizi ile karşılaşması olarak kabul edilir.

Şems-i Tebrizi arasında büyük bir muhabbet doğar. Tebrizi, zaman zaman gelip Mevlana’yı ziyaret eder.5 Mevlana’nın fikri yapısının oluşmasında ve Mevleviliğin temellerinin atılmasında Şems-Mevlana muhabbetinin, hal akışının tesiri kesindir. Şems ile tanışmasından sonra müderrislikten kopar ve tasavvuf yoluna kendisini adar. Yukarıda da belirttiğimiz üzere aşk, vecd, cezbe hallerine bu anlamda daha çok önem verir bir hal alır. Tasavvuf öğretisinde şiiri, semayı ve musikiyi önemli bir noktaya getirir. Farsça’yı bu anlamda etkin kullanır. Bu alışılagelmişin dışındaki durumlar sevenlerinin artmasıyla beraber düşmanlarının da çoğalmasına sebep olur. Gevher Hatun ile evlenir ve Alaeddin ile Bahaeddin Veled adında iki oğlu olur.6 1273 yılında vefat eden Mevlana Konya’daki adıyla anılan türbesinde medfundur. Kendisinin bilinen eserleri şu şekildedir:

1. Mesnevi

2. Divan-ı Kebir

3. Divan-ı Şems’ül Hakayık

4. Fihi ma Fih

5. Meclis-i Seb’a

6. Mektubat.


1 - Ünver Günay – Harun Güngör, Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları, İstanbul 2009, s. 403.

2 - http://www.konya.bel.tr/sayfadetay.php?sayfaID=126

3 - http://www.konya.bel.tr/sayfadetay.php?sayfaID=126

4 - http://www.konya.bel.tr/sayfadetay.php?sayfaID=126

5 - Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, Ülken Yayınları, İstanbul 2005, s. 142.

6 - Hilmi Ziya Ülken, a.g.e., s. 144.


GENÇ'ın Yazısı.